2 filmde 2 kardeşin yazgısı

‘YALNIZ TANRI AFFEDER’ ve ‘KANLI KRAVATLAR’ filmlerinin ikisi de suç dünyasına karışan iki erkek kardeşin öyküsünü anlatıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
17 Temmuz 2013 Çarşamba

66. Festival’in en büyük düş kırıklığı, Danimarka sinemasının altın çocuğu Nicholas Winning Refn’in ‘Yalnız Tanrı Affeder‘ filmiydi. Gereksiz ve anlamsız bir şiddet gösterisine soyunan film, görsel estetiğine, gösterişli müziğine, Ryan Gosling’in varlığına rağmen, senaryosunun zayıflığının ve yönetmeninin megalomanisinin kurbanı oluyor. Yine iki kardeşin mahfına sebep olan kanun dışılığı anlatan, Guillaume Canet’nin ‘Kanlı Kravatlar‘ı bu kez mükemmel senaryosu, tıkır tıkır çalışan mizanseni, gerilimli temposu ve mükemmel oyuncu kadrosu ile dört dörtlük bir polisiye. Magazin haberlerinden hoşlananlar ‘Cannes Notları’na bir göz atabilirler

B

iri yarışma iddialı gelen, diğeri yarışma dışı gösterilen 2 Hollywood filminin konuları birbirine çok yakındı. Nicholas Winning Refn’in ‘Yalnız Tanrı Affeder’i ağabeyinin intikamını almayı kerhen üstlenen bir gangsterin öyküsünü anlatıyor. ‘Kanlı Kravatlar’da ise kardeşlerinden biri polis, diğeri azılı bir suçlu.

 

DÜŞ KIRIKLIĞININ ALTIN PALMİYESİ

Danimarka sinemasının harika çocuğu, Martin Scorsese’in Hollywood’daki mirasçısı Nicolas Winning Refn, yarışmanın en büyük hayal kırıklığı oldu.

İki yıl önce (yine Ryan Gosling’li) ‘Sürücü / Driver’i ile En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan Refn’in yeni filmi ‘Yalnız Tanrı Affeder / Only God Forgives’i beğenen eleştirmen çıkmadı. Tamamı Tayland’ın başkenti Bangkok’ta geçen konusu ile film, uyuşturucu ticareti yapan Amerikalı bir kadın ile iki oğlunun emekli bir polis müdürüyle giriştikleri mücadeleyi anlatıyor.

Uyuşturucu işini bir boks kulübünü paravan olarak kullanarak yürüten Julian (Ryan Gosling) yerel çetelerle başa çıkmaktadır, ama ağabeyini öldüren polisi alt etmesi kolay olmayacaktır.

Had safhada şiddet içeren ilk filmi ‘Uyuşturucu Satıcısı / Pusher’i 24 yaşındayken yapan Winding Refn, John Turturro’nun harikalar yarattığı ‘Fear X / Korku X’ (2003) ve kült statüsündeki filmi ‘Valhalla Rising’ (2009) ile sivrilmişti.

1970 Kopenhag doğumlu yazar – yönetmen – aktör – yapımcı Refn, 8 yaşındayken ailesiyle New York’a göç etmişti. Ancak 17 yaşındayken üniversite tahsili için Kopenhag’a dönmüştü.

Hep tek başına hareket eden, zeki, becerikli, intikam peşindeki radikal kahramanlarıyla, görsel estetiğe aşırı, düşkünlüğüyle, tümü şiddet gösterisine kaçan kanlı filmleriyle tanıdığımız Nicholas Winning Refn, ‘Yalnız Tanrı Affeder’de, gösterişli bir müzik eşliğinde, gereksiz ve anlamsız bir şiddet gösterisine soyunuyor.

Doğru dürüst bir öyküsü olmayan, zayıf senaryosu ile Refn, sahip olduğu rafine görsel estetik ustalığıyla kapatmayı deniyor. Başardığını söylemek güç.

Bangkok’un Çin mahallesinde genç bir fahişeyi sadistçe katleden Billy (Tom Burke), emekli polis müdürü Chang (Vithaya Pansringarm) tarafından öldürülür.

Cenaze için Amerika’dan gelen, uyuşturucu kraliçesi annesi (Kristin Thomas Scott) küçük oğlu Julian’dan ağabeyinin intikamını almasını ister. Korkunç bir Lady Macbeth olan dominant annesinin, kendisinden çok sevdiğini gizleyemediği oğlu olan ağabeyinin intikamını alma emrine gönülsüzce katlanan Julian, imkansızı başarmak için harekete geçer.

Bu kolay olmayacaktır. Kariyeri başarı dolu efsanevi bir polis ile gangsterimizin uyuşmazlıklarını bir Thai – boksu mücadelesinde çözülmesine odaklanacaktır.

Film, Hollywood senaryolarının ‘tüm olumsuzluklara rağmen kovboy kazanır’ kuralını ters yüz eden bir final ile noktalanır.

Yunan trajedyalarını akla getiren bir kıskançlık, ensest, rekabet, cinayet ve intikam öyküsü, Refn’in filmografisinde bir iz bırakmayacak. Müthiş oyunculuklar, ‘Sürücü’nün de müzik partisyonunu yapan Cliff Martinez’in elektro pop çalışması filmi kurtarmaya yetmiyor. 

 

BİRİ  POLİS, DİĞERİ KATİL 2 KARDEŞ

2007 yılında ‘Kimseye Söyleme / Ne Dis a Personne’ ile En İyi Yönetmen Cesar Ödülü’nü kazanan Guillaume Canet, 2009’daki ‘Küçük Mendiller / Les Petites Mouchoirs’in 5 milyon kişi tarafından izlenmesiyle ilgiyi üzerine çekmişti.

37 yaşındaki aktör – senaryo yazarı – yönetmen Canet’nin dördüncü uzun metrajlı filmi ‘Kanlı Kravatlar / Blood Ties’ 66. Festival’de yarışma dışı olarak gösterildi. Bruno ve Michel Papet’in ‘2 Kardeş, Polis ve Katil’ adlı romanından alınan filmin senaryosunu, Canet ile beraber ‘Göçmen’ filmiyle festivalde yarışan New York’lu yönetmen James Gray yazmış.

Roman evvelce Jacques Maillot tarafından ‘Kan Bağları’ adıyla beyaz perdeye aktarılmış, Guillaume Canet filmde François Cluzet’nin kardeşini oynamıştı. Filmin konusun Canet’nin 2007 yılında Cannes’da yarışan ‘Gece Bizimdir / Le Nuit Nous Appartient’ filmiyle akrabalıklar taşıyor.

Yönetmenin Hollywood kalıpları içinde yaptığı, 25 milyon dolara mal olan filmi, New York’ta, 1970’lerin Brooklyn dekorları içinde geçiyor.

1974’te geçen konusuyla film, cinayet suçundan hapiste yatan Chris’in (Clive Owen) iyi halden tahliye edilmesiyle başlıyor.

Chris’i almaya gelen polis kardeşi Frank (Billy Crudup) oraya kerhen geldiğini her halinden belli eder. Ağabeyine ‘umutsuz vaka’ gözüyle bakan, usta polis küçük kardeş, mahkumiyeti sırasında Chris’in hiç ziyaretine gitmemiştir.

İki kardeşi birbirinden ayıran sadece kariyerleri (!) değildir. Kendilerini (anneleri terkettiği için) tek başına büyüten babaları Leon (James Caan), spor için kanundışı işler yapan büyük oğlunu kayırdığını hiç gizlememiştir. Ağabeyinin değiştiğini umut eden Frank, onu evinde ağırlayarak, iş bularak, karısı ve çocuklarıyla yeniden iyi ilişkiler kurmasına arabuluculuk ederek, yeni bir şans vermeye çalışır.

Eski eşi Vanessa’yı (Zoe Saldana) bıktıran Chris’in yeni gözdesi, güzel Natalie’dir (Mila Kunis). Vanessa iri yarı erkek güzeli Anthony (Matthias Schoenaerts) ile yeni bir hayat kurmaya çalışmaktadır.

Rahat duramayan Chris aldığı soygun teklifinden eline geçen para ile fahişe Monica’ya (Marion Cotillard) lüks bir randevu evi açar, hasılatına ortak olur. Ağabeyinin çevirdiği dolapların farkına varan, kaçarken onu yakalayıp, ancak adalete teslim edemeyen polis Frank, çok sevdiği işini kaybeder.

Gerçek olaylara dayanan, biri polis, diğeri katil, Paquet kardeşleri anlatan film, bu aile içi trajediyi, aksamayan bir gerilim temposu, tıkır tıkır işleyen bir mizansen eşliğinde işliyor. Ünlü oyunculardan oluşan casting müthiş. Yönetmenin gerçek hayattaki eşi Marion Cotillard, Sue Ellen’i anımsatan meçli saçıyla (‘Göçmen’ filminden sonra) Cannes’daki iki filmiyle fahişe rolüne soyunmuş oluyor. Clive Owen bilinen iyi oyunculuğuyla, eski tüfek James Caan rahatlığıyla, Zoe Saldana ve Mila Kunis tecrübeleriyle öne çıkıyorlar. Audiard’ın ‘Pas ve Kemik’ filminin başarılı Belçikalı aktörü Matthias Schoenaerts’i (neredeyse) figüran olarak görmek.

 

CANNES NOTLARI

* Mayıs ayında sinemanın kalbının attığı Cannes Film Festivali, ünlü oyuncular ve sinema adamlarının istilasına uğrar. Tümünü yazmaya kalkarsam bu sayfanın tamamı dolar. Yine de en çok ses getirenlerden bir seçki yapmaya çalışayım.

* İlk önce olmazsa olmazlar. Son yıllarda her festivale gelen Sharon Stone, karizmasıyla eskimeyen güzelliğiyle, her galada değişen tuvaletleriyle ilgi odağı olmayı sürdürüyor. James Gray’ın fetiş oyuncusu, yakışıklı ve usta aktör Ryan Gossling, iyiden iyiye festivallerin demirbaşları arasına karıştı. Gözler son yılların değişmez katılımcıları Angelina Jolie – Brad Pitt çiftini bu yıl aradı. Ama aktrisin bilinen rahatsızlığı yüzünden, geçirdiği ameliyat sonrası, nekahat döneminde olduğu için çift bu yıl gelmedi.

* Yaşlı şöhretlere gelince... Festivale bu yıl neredeyse bit pazarından nur yağdı. Festivalin onur konukları arasındaki eski seks sembolü Kim Novak (yaş 80), Alfred Hitchcook’un ‘Vertigo’sunun gösterimine katıldı, kapanışta ödül takdim etti. Robert Redford (yaş 77) yarışma dışı gösterilen filmi ‘All Is Lost’un basın konferansında bulunmak için Cannes’a geldi, son filmi ‘Max Rose’u takdim etti. Alain Delon (yaş 78) saygı duruşunda bulunulan Rene Clement’in ‘Plein Soleil / Kızgın Güneş’ filminin projeksiyonunda hazır bulundu. Festivalin gediklisi, Fransız aktör Michel Piccoli (yaş 88) birkaç galada gözüktü.