Yahudilikte Tanrı kavramı ve iman

Tora’ya göre Tanrı, her şeyin üstünde katî hükümranlık sahibidir. O, dünyadan tamamen değişiktir, yasalara ve kısıtlamalara tabi değildir; herkesten ve her şeyden güçlüdür.

Yusuf BESALEL Kavram
10 Nisan 2013 Çarşamba

Tanrı Bir’dir (Tesniye, 4:35,6:4), mukayese edilemez. Tanrı her şeyin kaynağıdır. (İşaya, 45:7). Tanrı, zamanın üzerindedir ve evrenin dışındadır (İşaya, 66:1, Yermiyau,23:24). O sonsuzdur; başı ve sonu yoktur ve değişmez (Malahi, 3:6). O, insanın tahayyül gücü açısından dünyanın dışındadır (Mezmurlar, 97:9) fakat her şeyin temelinin kendisidir (Çıkış, 3:12-15). “Ruhumuzun ruhu olup, insanoğlunun hemen yakınındadır, (Mezmurlar,145:18). O, kendini insanoğluna belli eden fakat çoklukla da ‘saklı kalan’ bir Tanrıdır. (İşaya, 45:15)

Biblik anlatımda Tanrı ‘kişilik taşıyan’ bir varlık olarak tanımlanır. O, insanlarla diyalog kuran, taleplerde bulunan, yargılayan ve ödüllendirendir. İnsanoğluna sevgi ile yaklaşır(çıkış, 2:24).Tanrı, evreni yoktan ve ilâhi idare unsuru olarak (Mezmurlar,33:9) yaratmıştır. Bu da atomdan küçük parçacıklardan meteor galaksilerine varana dek tüm evrende aynı tabiat kanunlarına bağlı kalmak kaydıyla bir birlik oluşturduğunu ima etmektedir. Ancak evren, Tanrı’nın dışında bir hayatiyete sahip değildir. Tanrı, sürekli olarak evrene yaşam gücünü doldurur. O olmaksızın evren yokluğa dönüşür.

Tanrı, evrensel tarihçenin de efendisidir. Ulusların ve özellikle İsrailoğulları’nın tarihçesinde belirgindir. Tanrı, insanoğlunu yaratırken, insanların kendi özgün iradeleri ile kaderlerini çizebilmeleri için belirli bir sınırlama tanımıştır. Tanrı bir hükümdardan ziyade bir eğitici olarak hareket eder.

Tora neden insanoğlu lisanında ifadeler kullanır?

 Rabiler, Tanrı’nın eylemlerinin anlaşılabilmesi açısından Tora’nın insanoğlunun lisanında ifadeler kullandığını söylemişlerdir (Berahot ,31b).Yoksa Tanrı’nın adı geçen ve insanoğluna mahsus hisleri yaşaması söz konusu değildir. Esasen Tanrı’nın beden sahibi olmadığını Tora şöyle açıklar: “Tanrı sana ateşin içinden konuştu, kelimelerin sesini duydum fakat bir şekil göremedim, sadece bir ses duydum”  ve “Çünkü Horeb’de Tanrı sana konuştuğunda bir şekil göremedin… Fakat günah işlediniz ve şekillenmiş bir tasvir yaptınız’’(Tesniye, 4:12,15-16),Tanrı’nın Moşe Rabenu’ya (Hz.Musa) teslim ettiği 10 Emir’in altısı ahlâki niteliktedir. Bu durumda maneviyat ve ahlâk, Tanrı’nın bünyesinden kaynaklanmakta olup, insanoğlu ahlâki değerlere bağlanmak ile insanlığa ve Tanrısal suretine uygun hareket etmiş olur. Böylece insan Tanrı’ya yaklaşır ve iyiliği yakalar!

Talmudik yazılarda Rabiler, Yahudilikte Tanrı kavramını merkezi bir önemde görmüşler ve putperestliğe karşı çok sert tepki koymuşlardır: “ Her kim putperestliği inkâr ediyorsa, o tüm Tora’yı kabul ediyormuş gibi addedilebilir.’’(Sifra Devarim 28).

Rabi Sama, Tesniye (13:5)’deki metni (“Her şeyin sahibi Tanrı’nın ardından gideceksin”) şöyle yorumlar: “ Tanrı fakiri giydirir. Sen de giydireceksin. O, hastaları ziyaret eder. Sen de edeceksin… “O’na yakınlaşmak için O’nun iyiliklerinden esinlenmek gerekir.” Tanrı’nın en büyük eseri insanoğludur. İnsanoğlu dünyanın mükemmelleşmesine katkıda bulunacaktır. Talmud’un Rabilerine göre bir Yahudi’nin katkısı ise dua ve Tora’nın ‘mitsvot’una uymasıyla mümkündür. Her ne kadar onu gözümüzde canlandıramazsak da O manevi bir varlıktır ve tabiatta gördüğümüz güzellik ve düzen bir tesadüf değildir ve O’nun eseridir.

Ortaçağ Yahudi felsefesine göre Tanrı

 Ortaçağ’daki Yahudi felsefesine göre, Kutsal Kitap’ı Tanrı tarafından insanoğluna verilmiş mantığı kullanmak suretiyle irdelemek gerekir. Arap ve Yahudi felsefesinin güdümünde Saadia Gaon, imandan fazla rasyonel kanıtlara dayanan bir inancın Tanrı için daha geçerli olduğunu savunur. Keza büyük filozof Maimonides, ebedi ve değişmeyen Tanrı ile sürekli değişim içinde bulunan evrenin bağlantısını soruşturmuş ve bunun cevabının yine Tanrı’ya ait olduğunu belirtmiştir. Kaldı ki Maimonides, Tanrı korkusunu duyumsamak için kişinin Tanrı’nın yaratmış olduğu harika tabiatı izlemesi ve bu ortamda insanoğlunun ne kadar  ‘ufak’ kaldığını, ne derecede basit bir zekâsı olduğunu idrak etmesi gerektiğini söyler. Aynı şekilde Yuda Alevi’de, Tanrı ve insanoğlu arasındaki dinsel öğretilerden oluşan ilişkinin, zihnin kapasitesinin ötesinde ve yine Tanrısal kökenli olduğu ileri sürmüştür.

 Kabala ise, Tanrı’nın bilinmezliğine karşı O’nun, mistik deneyimlerle tanınabileceğine yer verir. Tanrı’nın kendi varlığının derinliklerinde gizlediği ‘ein sof’(sonsuzluk) hakkında Tanrı’nın var oluşunun ötesinde bir şey söylemek mümkün değildir. Fakat Tanrı’nın eseri olan ‘Yaratılış’a bağlı olarak; yaratılışın safhaları veya Tanrı’yı açıklayan vasıtalar, güçler veya sıfatlar olarak görünen ‘Sefirot’(tecelliler),Tanrı’nın kutsal varlığı (Şehina) hakkında insanoğlunu aydınlatırlar. Bu durumda Kabala’ya ve ona bağlı Hasidik düşünceye göre; Tora sadece Yahudi halkının tarihçesi ile ilgili değildir, ebedi olarak yeni ışıklar saçan ilahi zekâ gücünün tecellisidir. İzak Luria’nın Kabalası, “Şayet Tanrı her yerdeyse, nasıl olur da dünya mevcuttur?” sorusuna şöyle yanıt vermektedir.’’ Sonsuz olan Tanrı, tüm evreni doldurmakla beraber, kendisinden bir yer ayırarak oraya ‘Yaratılış’ın ışınlarını(Sefirot) göndermiştir. Gerşom Şolem’e göre; bu nazariye ile ‘yoktan var olmaya’ kadar her şeyde Tanrısal varlığın mevcudiyeti açıklanmaktadır.

Modern Çağda Tanrı kavramı

 Modern çağ döneminin ünlü filozoflarından ve Almanya’daki Aydınlanma Akımı’nın öncülerinden Moses Mendelssonn(1729-1786) bünyesinde en yüksek düzeydeki zekâyı, dürüstlüğü ve gücü barındıran, dünyayı yaratan ve ruhun ölümsüzlüğünü taahhüt eden üstün varlık Tanrı fikrini takdir etmekte bir güçlük çekmedi… Raphael Hirsch (1808-1888), Yahudilikte Tanrı’yı insani ahlâki bilinçlenme ile mutluluğa ve tam özgürlüğe kavuşturan hür ve her şeyden üstün bir ruhsal varlık olarak tanımlamıştı.

Franz Rosenzweig (1886-1929) insanoğlunu kişisel deneyimlerine kanıt olarak kabul ederek Biblik –Rabinik görüşü yüceltir ve şöyle değerlendirir: İnsanoğlu, Tanrı ile O’nun sevgisinin tecellisi sayesinde tanışır. Bu karşılıklı sevgi ilişkisi, insanın egosunu yalıtlar ve manevi ölümden kurtarır. Martin Buber (1878-1965) sonsuz varlık Tanrı’yla ilgili Biblik tanımlamalarını tekrar eder. Heschel (1907-1972), ‘derinlik teoloji’sini geliştirmiştir: “İnsanoğlunun var olan Tanrı gerçeğine inanmasını sağlayan temel nedir? İnsanoğlu, dünyanın haşmetinin, çevresindeki düzenin, var olmanın muazzam değerinin karşısında öylesine bir hayranlık duyar ki; Tanrı’nın varlığına ve O’nun eylemlerine saygı duyar.’’ Heschel, Biblik düşüncenin güdümünde Tanrı’nın insanoğlunu izlediğini ve böylece insanın iman (emuna) ile dolduğunu da vurgular.

 Öte yandan, insanoğlunun esas amaçlarından biri Tanrıyı taklit etmektir. İnsanoğlu icra ettiği her iyi eylemde bunu yapmalıdır. Çünkü bu eylemler, Tanrı’nın iyiliği yaratmasına paraleldir. Ancak insanoğlunun bunu yapabilmesinin en uygun şekli de, hemcinslerine yaptığı iyi eylemlerdir. Tanrı’nın evreni yaratması, O’nun iyiliğini kabul edecek bir varlığı meydana getirmesiyle oluşabilirdi. Bu da kendisine benzeyen bir varlık olamazdı. Çünkü Tanrı’nın hiçbir şeye gereksinmesi yoktu. O nedenle Tanrı, insan türlerinin barınması için dünyayı yaratmıştır. Raşî’ye göre Tanrı’ya karşı duyulan derin saygının bir ifadesi olan Tanrı korkusu, insanın yüreğinde hissettiği mitsvalarla(Tora’nın emirleriyle) ilgilidir. Maimonides ise, Tanrı korkusunu hissetmek için kişinin Tanrı’nın yaratmış olduğu harika tabiatı izlemesi ve bu ortamda insanoğlunun ne kadar ‘ufak’ kaldığını, ne derece basit bir zekâsı olduğunu idrak etmesi gerektiğini söyler.

 Bu inançla beraber özgür irade, ödül ve ceza gibi kavramlara ilişkin ciddi sorular gündeme gelmektedir. Şayet Tanrı her şeyi biliyorsa, Yahudi teolojisinde merkezi bir rol oynayan kişi özgürlüğü nerededir? Ayrıca nihayet her şey Tanrı’nın hükümranlığı çerçevesinde meydana geliyorsa, o zaman kötülerin refahı ve dürüstlerin acı çekmesi nasıl açıklanabilir? Saadia Gaon ve Maimonides, Tanrı’nın hem her şeye kadir olduğu, hem de kişinin bireysel özgürlüğünün olduğu hususunda ısrar ederler. Maimonides’e göre; Tanrı’nın bilgisi insan bilgisi gibi ve sonuçlandırıcı değildir. Tanrı’nın bilgisi bir ‘lahzada’ her şeyin geçmişini, şimdiki halini ve geleceğini içerir ve insanoğlunun eylemsel seçenek hakkını etkilemez. Tanrısal hükümranlık kapsamındaki adaletin kötülükle çelişmesi ile ilgili geliştirilen kuramlara göre; insan kötülüğün tabiatını bilmemekte veya bu yaşamdaki ödül ve ceza ancak bu dünyada gerçekleşen geçici iyilik ve kötülükle ilgili olmaktadır. Ancak gerçek iyilik ve kötülüğün tabiatı sadece Tanrı tarafından bilinebilir. İnsanoğlunun maruz kaldığı deneyimler, toplam kaydında tamamlanmamış bir kademedir. Çünkü kötü bir deneyim bile, daha iyi bir neticeye yol açabilir. Yahudilerin öğretilerini belirleyenler, bu ‘çözüm’lerin yetersizliğini idrak etmişlerdir ve onun için öbür dünyada iyilerin mükâfatlandırılacağı konusuna bol yer ayırmışlardır. Bu durumda Yahudi teolojisi Tanrısal Hükümranlık ilkesini muhafaza ederken, insanın özgürlüğü ile ödül ve ceza kavramlarına da gereken yeri sağlamaktadır.

Tanrısal tecelli, Tanrı’nın kendisini insanoğluna belli etmesini ifade eden teolojik bir terimdir. Kutsal Kitap’ta yer alan “İnsanoğlu benim yüzümü görüp de yaşayamaz’’(Çıkış 33:20) şeklindeki bir ifade, Tanrı’nın gerçekte fâni insanın görüşü ve anlayışının ötesinde olduğu şeklinde yorumlanır. Talmud’da ise, Rabiler, Tanrı’nın insanoğlu ile iletişim kurmasına ‘nevua’(peygamberlik), ‘Ruah a Kodeş’(Kutsal ruh)veya  ‘Şehina’nın Varlığı (Tanrı’nın kutsallığının varlığı) gibi terimlerle yaklaşmışlardır. Orta Çağ’da Saadia Gaon, Maimonides, Yuda Alevi gibi düşünürler, Sina’daki Tanrısal tecellilerin tüm İsrailoğulları’nın önünde cereyan ettiğini yinelediler.

Çağdaş Yahudi düşünürleri, Martin Buber ve Franz Rosenzweig gibi varoluşçular dahi Kutsal Kitap’taki deneyimlerin ışığında ve en azından Tanrı’nın mevcudiyeti anlamında Tanrısal Tecelli gerçeğini doğrulamaktadırlar. Heschel, bu tür iletişimin bir sır olduğunu kabul etmekle beraber, ‘Tanrısal Tecelli’ye olan inancın sonuçlarına yoğunlaşmayı yeğler. ‘Tanrısal Tecelli’nin dinsel önemi, Kutsal Kitap’ı yaşamdaki bir gerçek şeklinde Tanrı’nın iradesi olarak görmektir. Modern Hıristiyan yorumcularından Jack Miles ise, ‘İsrail ‘in Tanrı’sını tüm Tora ve Tanah’ta inceler ve çeşitli dönemlerdeki davranışlarını beşeri sıfatlarla betimler. Ancak Yahudilik inancında Tanrı’ya antropormofik yakıştırmalar eklemek söz konusu değildir.

 

Kişi etrafında olup bitenin, Tanrı’nın kendisine mesajları olduğunu algıladığında; yaşam öyküsünü inceler ve manevi uyanışa geçebilir ve hata ve günahların telâfisi için kendine yeni bir yol çizebilir. Kişi her iman deneyimi geçirdiğinde, nefsinin cazibesi ile mücadele ettiğinde, ruhunu güçlendirir ve ilahi nurun nüfuzu için daha gelişmiş bir kaba dönüşür.

İMAN

 Eninde sonunda Tanrı kavramı ‘emuna’(iman)ilkesine bağlanmaktadır. İman çok büyük bir manevi güçtür ve onunla kişi Tanrı’yla daha büyük bir bağlantı sağlar, Tersi ise kişiyi Tanrı’yı inkâra ve günaha sevk edecektir. Bu bağlamda Tora Tanrı’ya imanın ihlâlinde çok katı bir tutum sergilemeyi sürekli olarak irdeler. Örneğin Devarim,17’de: “ Büyücü kadını yaşatma” emrinin nedeni; Tanrı’nın düzeninin insan tarafından değiştirilebileceği fikrine, bununla uğraşanların kolayca kapılabilecekleri için, büyücülüğün Tanrıyı doğrudan reddetmenin eşiği olmasıdır. Ravlar da bu kişilerin sonunun acı olduğu saptamasını paylaşırlar. Hâlbuki iman ile kişi sadece ihlâlleri için affolunmakla kalmaz, hakkındaki sert yargılar da değişebilir. Kişi etrafında olup bitenin, Tanrı’nın kendisine mesajları olduğunu algıladığında; yaşam öyküsünü inceler ve manevi uyanışa geçebilir ve hata ve günahların telâfisi için kendine yeni bir yol çizebilir. Kişi her iman deneyimi geçirdiğinde, bir mitsvanın(dini emir)uygulanmasında bir engelle karşılaştığında veya nefsinin cazibesi ile mücadele ettiğinde, ruhunu güçlendirir ve ilahi nurun nüfuzu için daha gelişmiş bir kaba dönüşür. Tanrı’ya yakınlaştıkça, yaşam zorluklarına rağmen mutlulukla dolar ve kızgınlık, endişe, umutsuzluk, nefret ve kıskançlık gibi tuzaklara düşülmez. İman sahibi kişi yaşamın güçlüklerinin aslında artıları olduğunu kavrar ve Tanrı’nın insanı neden alçak bir maddî âleme gönderdiğini idrak eder. İşaya Peygamber, Tanrı bilinci taşımayanın bir öküzden daha alçak bir manevi düzeyde olduğunu söyler(İşaya I:3). Peygamber Habakkuk ise, dürüstlerin ‘emuna’ ile yaşayacaklarını(Habakkuk, 2:4) bildirir. İman, bu ve öte âlemde yaşamı anlamlı kılacaktır. İman sahibi korkuyu unutur; “ Ölüm vadisinden de geçsem, kötülükten korkmam, çünkü sen (Tanrı) benimlesin’’(Mezmurlar 23).İman pozitif düşünceyi çağrıştırır ve kötü dürtüleri(Yetser Ara) kovar. İman, hüznü ve kendini suçlamayı da durdurur. Kişi karşısındakini kıskanmaz. Çünkü Tanrı herkese ayrı bir program çizmiştir… Gemara (Sözlü Tora),büyük din bilimcisi Rabi Akiva’nın çok zor bir yaşamı olduğunu, arkadaşlarının daha varlıklı ve rahat olduğunu fakat geriye bir isim bırakamadıklarına işaret eder.

Dogma ve iman

 İmanla ilgili bu yorumlar, Tanrı’yı daha iyi duyumsamamızı sağlar. Kuşkusuz bunlar dinsel kökenlidir ve dinî dogma olarak algılayanlar, bu yorumları sanal bulabilirler. Ancak aslında ‘dogma’ ile dinin esası olan ‘iman’ı birbirine karıştırmamak gerekir. Genel anlamda dogmada konunun sorgulamasız, eleştirmesiz ve ispata gidilmeden ispatlanmış gibi kabullenilmesi olayı vardır. İmanda ise konu; asla bilinemeyecek, kanıtlanamayacak ve deneyle asla ispatlanamayacak olandır. Bundan dolayı bu alanda ispata gereksinme duymaksızın inanma, bağlanma ve kabullenme vardır. Bu nedenle ‘iman’ dogma değildir. Dogma, herhangi bir otoritenin söylediğini ispatlamış gibi kabul etmektedir. Tanrı ve ruhun ölmezliği kavramları dogma değildir, iman ve itikattır. Ayrıca Yahudilikte dinin ezoterik yönü olan Kabala, dinin ve inanç sisteminin, dışsal(zahiri)görünümü ile kalıplaşmaması için zaman içerisinde farklı yorum ve açıklamalar sağlayabilecek tarzda, özde verilmek istenen gizli ve esas mesaja ve insan aklının sezgisinin varabileceği derinliklere iner.

 Dinin aydınlığını karartan dogmatizmdir. Halk kitlelerini dinin dogmatizmi ile yüzyıllarca yönlendiren ve sömüren yöneticiler yüzünden aklı ve saf imanı hâkim kılmak isteyenler, devamlı ezilmiş ancak skolastik düşüncenin devre dışı bırakılmasıyla, bilimsel ivme birkaç asırdan beri egemen olmaya başlamıştır. Dolayısıyla dogmatizmi soyutlamak koşuluyla, tek Tanrı inancını ve bunun iman ağını sağlayan dini, rasyonel bir şekilde algılamak ve karalamamak gerekir.

Bilimin ön planda tutulduğu ve insanın ‘kendi tanrısını yaratma’ gafletini sergilediği, maneviyatın gerilediği çağda; astrofizikçi Bernard Haisch’in son yılların ‘best –seller’i olan Tanrı Kuramı adlı kitabından bazı alıntılar, bilim adamlarının da Tanrı olgusuna sığınma durumunda olduğuna işaret etmektedir: “Siz bir şeyin daha önceden var olduğundan kaçınamazsınız ve fiziksel yasaların sonsuz sayıda rastgele evren yaratabileceğini ve günümüz bilimsel verileriyle anlaşılamayacak sonsuz bir bilinçli zekâ meydana getirip getirmediğini bilemezsiniz. Benim öne sürdüğüm sonsuz bir bilinçli zekâdır. Buna Tanrı adını verelim. O’nun ideaları, bizim evrenimizin ve başka evrenlerin fizik yasaları olmuştur ve O’nun bunu yapmaktaki amacı gizli gücün deneyime dönüşümüdür. İnsan olarak hepimiz için Tanrı’nın deneyimini yaratmaktan daha büyük hangi amaç olabilir? Tanrı, kendi gizil gücünün zenginliğini bizim aracılığımızla yaşar, çünkü biz onun fizik alanında vücut bulmuşuzdur!’’

 

Kaynakça: 1- Yahudilik Ansiklopedisi,Yusuf Besalel,Gözlem,2002 2- The Garden of Emuna,Rabbi Shalum Arush, Chut Shel Institutions, Jerusalem 2008 3- God, aBiography,Jack Miles,Random House Inc. N.Y,1995, 4- Tanrı Kuramı,Evrenler,Sıfır Noktası Bernard Haisch,Mitra Yay.2010, 5- Mesillat Yesharim (R.Haim Luzzato), Rav Yaakov Hillel 204, 6- Mimar Sinan, ‘Dogmatizm’ 2002, 7- Ravların görüşleri