Ben Zlatan

Vedat LEVENT Köşe Yazısı
3 Nisan 2013 Çarşamba

Bir dönem sayfamızda da yazan ünlü spor yazarı Simon Kuper, geçtiğimiz ay Financial Times’daki köşesinde Zlatan İbrahimovic’in hayat hikâyesini anlatan “I am Zlatan” kitabını inceledi. Bu incelemeden bazı bölümleri irdelemek istiyorum bu hafta.

Zlatan’ın kitabı yalnızca İsveç’te 700.000 kopya sattı. İsveç dışında 15 ülkede basıldı. Bu özelliğiyle Zadie Smith’in Beyaz Diş’inden beri Avrupa’da en iyi satan göçmen hikâyesi oldu.

İbrahimovic, kitapta Malmö’deki etnik bir gettodan bir dünya yıldızı olma yolunda yaşadıklarını anlatıyor. Zlatan Boşnak bir babanın ve Hırvat bir annenin çocuğu olarak doğuyor. Ailesi daha sonra boşanıyor.

Eğer ki “futbolcu otobiyografisi” önyargısından kurtulursanız aslında Zlatan’ın hikâyesinin yıllarca evvel yazılmış bir göçmen hikâyesiyle birbirine çok benzediğini fark edeceksiniz. 1969’da Philip Roth tarafından yazılmış olan Portnoy’s Complaint, 1930’ların New Jersey’sinde Yahudi olarak büyümeye çalışan bir çocuğun hikâyesini anlatıyor. Politikacılar tarafından zorlaştırılan hayatlarından fakirliğin ağırlığına kadar birçok yönden iki hikâye birbirini aydınlatıyor.

Genel toplumdan dışlanan Portnoy ve Zlatan çevrelerini şu şekilde tarif ediyor:

Newark’lı Portnoy: “Sınıfımdaki 250 öğrenciden sadece 11’i goy’du, 1’i siyahtı. Amcam Hymie, genel Amerikan toplumunun Newark’ta asla varolmayacağını söyledi ve kendimi dışarıdaki hayatın gerçeklerine yavaş yavaş alıştırmam gerektiğini belirtti.”

Rosengard’lı Zlatan: “Sınıfımda sadece Somalili, Türk, Yugoslav, Polonyalı ve Kuzey Afrikalı vardı. İsveç doğumlu kimseyi tanımadım okulumda.”

Bu tecrübeleri geniş toplumdan çok az kişi algılayabilir. Zlatan’ın Rosengard’ı ya da Portnoy’un Newark’ı sınırları içinde bulundukları ülkenin genelinden çok farklıydı.

Zlatan kitabında şu cümleleri kullanıyor: “Bizim için İsveç TV’si yoktu. Biz İsveçlilerden çok farklı bir dünyada yaşıyorduk. Hayatımda ilk İsveç filmini 20 yaşımdayken izledim. İsveç kahramanları, spor yıldızları ya da ünlüleri kimlerdir, bilmezdim. Biz babamla Amerikan boksörlerini ve Bruce Lee ile Jackie Chan filmleri izlerdik.” Benzer şekilde Portnoy’da hayatında hiç Şükran Günü kutlamadığını kitabına kaydediyor.

İki adamın ailesi de getto dışındaki sosyal değerlerden bihaberdi. Bu tür göçmen ailelerde ilk jenerasyonun başarılı olamadığı göze çarpıyor. Nitekim Zlatan’ın babası alkolik bir hademeyken Portnoy’un babası ise asgari ücretle çalışan bir sigortacı.

Zlatan kitabına şunları kaydediyor: “Hiçbir zaman babamdan ‘ödevinde yardıma ihtiyacın var mı?’ ya da ‘Sana İsveç tarihini anlatmamı ister misin?’ gibi cümleler duymadım. Sadece bira kutuları, Yugoslav müziği, boş buzdolabı ve Balkan Savaşı... Evde sadece bunlar vardı.”

Zlatan da Portnoy da ailesinden yoğun derecede şiddet gördü. Zlatan şunları kaydediyor: “Nefreti içimizde biriktirirdik ve abartılı şekilde dışa vururduk.”

Her iki adam da geldikleri ülkedeki şiddetten kaçmışlardı. Portnoy, Holokost’tan, Zlatan ise Balkan Savaşı’ndan. Her ikisi de hiçbir zaman açıkça söz etmedikleri kaygıyı içlerinde taşıyorlardı. Zlatan şöyle diyor: “Savaştan bana hiçbir zaman detaylarıyla bahsedilmedi. Hiçbir zaman neden annem ile kız kardeşlerimin siyah kıyafetlerle gezdiğini anlamadım. Moda zannediyordum.” Ama şunu biliyordu. Babasının Bosna’daki köy eşrafı Sırplar tarafından son kişiye kadar katledilmişti ve kıyımdan sadece babası sağ kurtulmuştu. Portnoy ise aynı konuyu kız kardeşinin ettiği bir sözde anlamlandırıyor: “Bulunduğun duruma şükret. Seni kabul eden ülkeye şükret… Eğer Avrupa’daki evinde olsaydın şu ana kadar ya kurşunlanmış ya da gazlanmıştın…”

Her iki çocuk da sertti. Kavgacıydı. Zlatan’ın öğretmeni, bu göçmen çocuğu 33 yıllık öğretmenlik hayatında karşılaştığı en kötü çocuk olarak tarif ediyor.

Her iki çocuk da işledikleri suçları ailelerinden sakladılar. Zlatan polisten gelen mektubu ailesinden saklarken Portnoy sürekli evden kaçıyor.

Peki bu iki çocuk bu kadar olumsuzluğa rağmen nasıl başarılı oluyor? Zlatan futbolda dünya yıldızıyken, Portnoy beysbolda aynı başarıları nasıl oluyor da elde ediyor? Nasıl oluyor da hiçbir şeyleri olmayan bu insanlar, her şeyleri olanların önüne geçebiliyor? İşin sırrı ne?  

Sanıyorum tek bir yanıt var: Bu tür kişilerin tek özgür oldukları yer spor sahası. Kimsenin onları rahatsız etmediği tek yer spor sahası… Dolayısıyla başarmaktan ve o sahada en uzun süre kalmaktan başka çareleri yok da ondan…