Mutluluk imkansız mı ?

Terrence Malick “AŞKIN İZLERİ”nde varoluş temasını işlerken ‘Hayat Ağacı’ndan kaldığı yerden devam ediyor

Viktor APALAÇİ Sanat
20 Mart 2013 Çarşamba

Bu naif aşk filminde, eskiyen aşkların, ihanet ve duygu karmaşalarının yaşandığı günümüzde mutluluğa erişmenin imkânsızlığını görüyoruz. Yine aşk, ihanet, sadakat, inanç, affetme temaları etrafında dönen senaryo, merkezine kadının iç dünyasını, çift olmanın zorluklarını alıyor. Dört lisanın konuşulduğu filmde, Olga Kurylenko güzelliğiyle perdeyi aydınlatırken, filmin içinde kaybolmuş gözüken Ben Affleck’i izlemek bir işkence. Yine de film, lirik görüntüleri, nefis müzik partisyonu, insanoğlunun yıkıcılığını gözlere seren mesajı için izlemeyi hak ediyor.

Bir yönetmenin kariyeri boyunca hep aynı filmi yaptığını ileri süren eleştirmenler var. Terrence Malick, ‘Hayat Ağacı’ndan bir yıl sonra çevirdiği ‘Aşkın İzleri’nde insanın Tanrı’ya ulaşma çabasını anlatmayı sürdürürken, ilerlemiş yaşında kariyerini ruhani filmlerle tamamlayacağının izlerini veriyor.

Gözde kameramanı Meksikalı Emmanuel Lubzki ile Malick’in bu üçüncü çalışmasında, görsel şölen niteliğindeki muhteşem kadrajlarla, senaryonun ruhani yanına görsellik katıldığına tanık oluyoruz. Yine aşk, ihanet, sadakat, inanç, affetme, varoluş temaları etrafında dönen senaryo, merkezine kadının iç dünyasını, çift olmanın zorluklarını alıyor.

Bu naif aşk filminde, eskiyen aşkların, ihanet ve duygu karmaşalarının yaşandığı günümüzde mutluluğa erişmenin imkânsızlaştığını görüyoruz. Nefis görüntüler eşliğinde turistik bir Paris belgeseli gibi başlayan film, kadın kahramanı Marina’nın (Olga Kurylenko) Fransızca iç monologlarından, Amerikalı çevre mühendisi Neil (Ben Affleck) ile tutkulu bir ilişki yaşamaya başladığını anlatıyor.

Bu Slav kökenli, önceki evliliğinden olan 10 yaşındaki kızıyla yaşayan güzel kadın, yeni bir hayat kurmak için, yeni sevgilisinin ardından, Oklahoma’daki bir Amerikan banliyösüne gider. Tutkulu aşkın zamanla solup sararması, baba özlemi içindeki kızının Amerikalı yeni arkadaşlarına bir türlü ısınamaması karşısında kendini yalnız ve çaresiz hisseden Marina, çözümü kasabadaki Katolik Kilisesi’nin rahibi Quintana’nın (Javier Bardem) ruhani dünyasına sığınmada arar. Bu mutsuz ve karamsar din adamının kaygılı ve şüpheci vaazlarından tatmin olmayan, gittikçe yalnızlaşan genç kadın, Neil’in eski göz ağrısı çocukluk aşkı Jane’e (Rachel Mc Adams) rastlayıp kendisini aldattığını hissetmesiyle, kızını alıp ülkesine döner.

SİNEMANIN ‘RUHANİ’ LİDERİ 

Kurşun, kadmiyum artıklarıyla toprağın zehirlenip kirlendiğini gören çevre mühendisi Neil, yeni bir hayat kurmak için Amerika’ya getirdiği, sonra yüzüstü bıraktığı Marina’nın ülkesine dönmesinden sonra radikal bir karar almak durumunda kalır.

Hemen hemen hiç diyalogun olmadığı, kırık dökük iç seslerle anlatılan filmde dört lisan konuşuluyor. Marina Fransızca, Neil İngilizce, rahip Quintana İspanyolca, kasabadaki karamsar göçmen kadın İtalyanca konuşuyor.

Kusursuz fiziğine rağmen, suratındaki aptal ifade ile aşk filmlerine uyum sağlamayan Ben Affleck, üstelik tekst ezberleme özürlüsü olarak Terrence Malick’in kendisine çok az diyalog yazmasıyla, film iç sesler aracılığıyla anlatılıyor.

Ben Affleck’e birileri, ‘Argo’ gibi macera filmlerinde oynayıp, ustalaştığını kanıtladığı yönetmenlikle yetinip aşk filmlerine hiç bulaşmamasını öğütlemeli.

Fransa’da yaşayan (eski Bond kızı) Ukraynalı manken Olga Kurylenko, perdeyi aydınlatan güzelliğiyle filmin en önemli kozu. Kariyerini Amerika’da sürdüren İspanyol aktör Javier Bardem, kafası karışık rahipte, her zamanki gibi başarılı.

Sıkıcı Amerikan taşrasında yaşayan eski sevgili rolünde Rachel McAdams, kısa rolüne rağmen filmde bir güzellik estiriyor.

Kompozitör Hanan Towsend, Wagner, Berlioz, Haydn, Çaykovski’den derlediği nefis bir müzik partisyonu ile Malick’in mizansenine katkıda bulunuyor.

Özetlemek gerekirse, ‘Aşkın İzleri’, yumuşak kamera hareketleriyle görüntülenmiş enfes pastoral manzaraları, lirik görüntüleri, sıçramalı kurgusu, insanoğlunun yıkıcılığını gözlere seren mesajı için izlenmeyi hak eden bir film.

Ancak filmin aşkı sorgularken yolunu kaybettiği de bir gerçek. 

Gizemli Yönetmen TERRENCE MALİCK

42 yıllık kariyerinde sadece altı film yapmasına rağmen, Amerikan sinemasında özgün ve farklı anlatım yolları aradığı, sinemanın ‘ruhani lider’i sayıldığı için, Terrence Malick günümüzün en prestijli ve farklı yönetmenlerinden biri.

Kalabalıklara katılmaktan hoşlanmayan gazetecilere demeç vermeyen, filmlerinin galalarına basın konferanslarına katılmayan gizemli yaşantısından ödün vermeyen, sinema dünyasının bu aykırı ve marjinal kişiliği, metaforlu ve dini referanslı filmleriyle, hayatın anlamını sorgulamayı sürdürüyor.

1944’te doğduğu Teksas’ta büyümüş, felsefe eğitiminden sonra gazetecilik yapmış, sinema kariyerine senaryo yazarlığı ile başlamış Malick’i filmlerinde, güneyin yaşam tarzı ve doğa baskın unsurlar olmuş.

‘Kanlı Toprak / Badlands’ (1973) ile başladığı yönetmenlik kariyerini 5 yıl aradan sonra sürdürdüğü ‘Cennet Günleri’ gibi iki kült fimle, Malick konvansiyonel sinemaya sırtını dönen, sinemayı radikal biçimde değiştirmek isteyen bir yönetmen portresini çizmiş.

20 yıl süren uzun bir suskunluk döneminden sonra yaptığı, sinema tarihinin en iyi savaş filmleri arasında yer alan ‘İnce Kırmızı Hat / The Thin Red Line’ kendisine 1998’in En İyi Yönetmen Oscar Ödülü’nü getirdi, aynı yıl Berlin’de Altın Ayı Ödülü kazandırdı.

Sinemaya 13 yıl ara vermesi kimseyi şaşırtmadı. Hazırlanması yıllarını alan, çokça tartışılan, izleyiciyi ikiye bölen ‘Hayat Ağacı / Tree of Life’ (2011) Cannes’da Altın Palmiye ile ayrıldı. Varoluşumuz, evrenle yeryüzünün oluşumu, hayatın başlangıcı, ölüm ve doğum gibi felsefi temaları, baba baskısı altına yetişmiş bir aile reisinin şahsında araştıran film, içerdiği yoğun dinsel boyutuyla eleştirmenleri ikiye böldü.

Kainatın yaradılışının ve yaratıcıyı arayan, teolojik yaklaşımı ile Hıristiyanlık üzerine bilimsel argümanları ileri süren, görselliği ile büyüleyen ‘Hayat Ağacı’nı kimileri göklere çıkardı (Cannes jürisi de onlara katıldı), kimileri ise Hıristiyanlık propagandası yapan, misyoner bir film olarak dudak kıvırdı. (Ben bu ikinci kategoride yer alıyorum.)

Bir yıl aradan sonra gelen ‘Aşkın İzleri / To The Wonder’, Terrence Malick’in ‘Hayat Ağacı’ ile çıkmaya başladığı inanç yolculuğunu sürdüren bir film. Filmlerinde insanın Tanrı ile olan ilişkilerini sorgulayan Avrupalı İngmar Bergman, Luis Bunuel, Andrei Tarkovsky, Michalangelo Antonioni gibi ynetmenlerin Amerika’daki temsilcisi gibi duran Terrence Malick, bu son filminde de dini ve Hıristiyanlığı sorgulamayı sürdürüyor. ‘Aşkın İzleri’ yönetmenin 1998 yılında hayatını kaybeden Fransız eşi Michele Moretta’a adamış bir film. Filmin baş kadın kahramanı, 10 yaşındaki kızıyla Paris’te yaşayan Slav kökenli güzel ve sevecen bir kadın.