Siyasetle sermayenin Kirli işbirliği

Francesco Rosi’nin “Kentin Üzerindeki Eller”ini akla getiren “BİTİK ŞEHİR” bir politik gerilim filmi

Viktor APALAÇİ Sanat
30 Ocak 2013 Çarşamba

Kentsel dönüşüm projesi etrafında, politik manipülasyonlarla yasa dışı işler çeviren bir New York Belediye Başkanı’nın öyküsü, hızlı temposu, kaliteli oyuncu kadrosu sayesinde keyifle izleniyor. Senaryo, zengin olay malzemesi, ustalıkla yazılmış zeki diyaloglara rağmen, ne yazık ki içinde barındırdığı boşluklarla bazı soruları yanıtsız bırakıyor. Büyük şehirdeki bozuk düzeni abartılı bir uslupla ele alan film, polisle yargının yozlaşmasını gözlere seriyor.

 

Kariyeri boyunca İtalyan Yeni Gerçekçilik akımına bağlı kalan, toplumu sorgulayan, bireyin sorunlarına eğilen, yazar – yönetmen Francesco Rosi çirkin politikacıları deşifre etmede ustaydı. ‘Bitik Şehir / Broken City’yi izlerken Rosi’nin başyapıtı ‘Kentin Üzerindeki Eller / La Mani Sulla Citta’ aklıma geldi. 1963 tarihli bu film, Napoli kentini fon olarak kullanırken, Belediye Meclisi üyelerinin arsa spekülasyonu yaparak çevirdikleri dolapları anlatıyordu. Sosyal içerikli filmleri ile  tanınan Francesco Rosi, başrolü (fetiş oyuncusu Gian Maria Volonte’ye değil) Amerikalı bir aktöre, Rod Steiger’e vermişti.

50 yıl aradan sonra Allen Hughes’un ‘Bitik Şehir”i aynı konuyu işlerken, siyasetle sermayenin kirli ilişkilerini, bir New York valisinin üzerinden anlatıyor.

‘Kentsel dönüşüm projesi’ etrafında, politik manipülasyonlarla yasa dışı işler çeviren bir New York Belediye Başkanı’nın öyküsü bir gerilim filmi kalıpları içinde anlatılıyor.

Kentsel dönüşüm paravanı altında, fakirlerin oturduğu bir bölgede yeni lüks binalar inşa etmek için, garibanı evinden yurdundan eden politikacı – iş adamı ortaklığı, tek başına bir filmin konusu olabilirdi.

Oysa filmde, Gus Van Sant’ın (Sean Penn)’li ‘Milk’ini akla getiren bir seçim kampanyası mücadelesi de anlatılıyor. New York’un nüfuzlu ve karizmatik Belediye Başkanı Nicholas Hostetler (Russel Crowe) ile yıldızı hızla yükselen rakibi adayının (Berry Pepper) seçim kampanyasındaki son günleri filmde paralel olarak anlatılıyor.

Şehrin polis departmanında çalışan Billy Taggart’ın (Mark Wahlberg), bir operasyon sırasında yargısız infaz yapıp bir zanlıyı vurmasıyla umut verici bir şekilde başlayan film sonraları hız kaybediyor.

ÇİRKİN POLİTİKACI YOZLAŞMIŞ POLİS

Beş yıl aradan sonra, dedektiflik yapan Taggart eski dostu belediye başkanından bir iş teklifi alır. Aldatıldığından şüphelenen Hostetler, güzel ve vefasız eşi Cathleen’in (Catharine Zeta-Jones) izlenmesi için (borç içinde yüzen) Taggart’a 50 bin dolar teklif eder.

Ben kendi hesabıma filmin ilk yarım saatinde senaryodaki gizemi çözdüm. Salondaki arkadaşlarıma karanlık belediye başkanının mağdur değil suçlu olduğunu, polis eskisi dedektifi piyon olarak kullandığını söyledim.  Ancak film, bu iki rolü başarıyla canlandıran Mark Wahlberg ve Russel Crowe’un, satrancı andıran kedi fare oyunu için izlenmeyi hak ediyor. Başkanlık seçimlerindeki ayak oyunlarına odaklanan, atmosferi başarılı, senaryosu sorunlu film, sürükleyici temposuyla keyifle izleniyor.

Büyük şehirdeki bozuk düzeni abartılı bir uslupla ele alan film, polisle yargının yozlaşmasını gözlere seriyor. Filmin yönetmeni, ilk kez ikiz kardeşi Albert’ten ayrılıp, tek başına kamera arkasına geçen Allen Hughes. Hollywood’un en ünlü kardeş yönetmenleri Ethan – Joel Coen’lerin becerisine ulaşamayan, hatta becerileri Wachowski Kardeşler’den az olan Hughes Kardeşleri, Karındeşen Jack efsanesini yorumlayan ‘Cehennemden Gelen / Fron Hell’, bir mesih öyküsü anlatan Denzel Washington’lu ‘Tanrı’nın Kitabı / The Book of Eli’, ‘Dead Presidents’ gibi ilginç filmlerinden tanıyoruz.

SENARYODAKİ BOŞLUKLAR

Tekniği sağlam, iyi birer öykü anlatıcısı olarak dikkati çeken, ikizlerden Allen, bu kez Brian Tucker’in rantsal dönüşüm entrikalarını, şaibeli seçim kampanyalarını anlatan ‘Bitik Şehir’i tek başına yönetiyor.

Senaryo, zengin olay malzemesi ve ustalıkla yazılmış zeki diyaloglara rağmen, ne yazık ki boşluklar barındırıyor ve bazı soruları yanıtsız bırakıyor.

Finalde, gizemli inşaat firmasının hisselerinin yarısının belediye başkanına ait olması, müstakbel belediye başkanının eşcinsel ilişkisi havada kalıyor. Yönetmen Hughes, senaryodaki boşlukları beylik ama düzgün ve hızlı tempolu bir anlatımla, ustalardan oluşan oyuncularından iyi verim almakla aşmayı başarıyor.  Görüntü yönetmeni Ben Seresin’in usta işi görsel düzeyi, ilk kez izlediğimiz, sekreter rolündeki Alona Tal ile polisin Puerto Rico’lu karısını oynayan Natalie Martinez’in şaşırtıcı performansları, izlenmesi her zaman keyifli “femme fatale” Catherine Zeta-Jones’un mevcudiyeti, bu gerilimli kara filmin artıları.

 

 

Oscar’ın En İyi Film Adayları

 

Bu yıl ‘En İyi Film’ dalında yarışacak fimlerden

biri Oscar ödülleri tarihinde bir ilke imzasını atıyor. Michael Haneke’nin ‘Aşk’ı, ‘En İyi Film’ ve ‘En İyi Yabancı Film’ kategorilerinde aday gösterilerek, Oscar tarihinde ilk kez

‘En İyi Film’ dallarında ödül peşinde koşacak.

Oscar’ın habercisi sayılan Altın Küre Ödülleri galiba ilk kez Oscar için oy verecek Akademi üyelerini etkiliyemeyecek. Zira ‘En İyi Film’ için aday gösterilen 9. film arasında “Argo”nun ödül için şansı pek yok.

Yine En İyi Yönetmen dalında Oscar adayları arasına giremeyen ‘Argo’nun yönetmeni, bu dalda Altın Küre Ödülü’nü kazanma başarısını gösterdi.

En İyi Film dalında Oscar için yarışacak 9 filmden altısını izledim. Cuma günü vizyona girecek Quentin Tarantino’nun merakla beklenen “Zincirsiz/Djanga Unchained”i basın gösteriminde izledim. Ayrımcılık, ırkçılık, kölelik gibi politik temaların etrafında dönen bu westernin müthiş bir mizah duygusu içeren mükemmel diyaloglarına rağmen Oscar için şansı yok.

8 Şubat vizyona girecek Steven Spielberg’in ‘Lincoln’u ile Kathryn Bigelow’un “Zero  Dark Thirty”si ile 1 Mart’ta afişlere çıkacak. Tom Hooper’in ‘Sefiller / Les Miserables’ müzikalini henüz izlemedim.

En İyi Film Oscar yarışının ‘Aşk’ ve ‘Lincoln’ arasında geçeceğini zannediyorum. ‘Umut Işığım’ aradan sıyrılıp ödülü kazanırsa çok mutlu olacağım.

TARANTİNO KEYİF VERİYOR

Bazı eleştirmenler ‘Zincirsiz / Django Unchained’in Quentin Tarantino’nun ‘Ucuz Roman / Pulp Fiction’ (1994)dan bu yana yaptığı en iyi film olduğunu iddia ettiler. ‘Soysuzlar Çetesi / Inglourious Basterds’ (2009) ile tarihi konulardan ilham aldığını gösteren Tarantino, ‘Zincirsiz’ ile Amerikan tarihinin yüz karalarından biri olan kölelik üzerine bir western yapmış.

Spagetti western türünün ustası Sergio Leone’den etkilenen Tarantino Sergio Corbucci’nin 1966 tarihli ‘Django’sundan ilham alarak, senaryosunu yazıp yönettiği ‘Zincirsiz’ Amerikan İç Savaşı’ndan iki yıl önce 1858’de geçen konusuyla kölelik dönemini anlatıyor. Alman kökenli ödül avcısı Dr. King Schultz (Christoph Waltz) aranan köle tüccarları Brittle kardeşleri avlamak için, onları tanıyan siyahi köle Django’yu (Jamie Fox) özgür bırakır. Django’nun amacı ise köle tüccarı Calvin Candie’nin (Leonard Di Caprio) malı sayılan karısını (Kerry Washington) kurtarmaktır. Film ilk saatindeki çılgın temposu ile, mizah yüklü doyumsuz güzellikteki diyalogları ile tam bir başyapıt adayı olarak başlıyor.

Ama huyu kurusun, Tarantino gevezeliğinin şehvetine kendini kaptırıyor. Üç saate yaklaşan süresiyle film baştaki temposunu koruyamıyor, sarkıyor, içine yerleştirilen aşk öyküsüyle, Ku Klux Klan ile, kan banyosunu andıran şiddet sahneleriyle, bitmez tükenmez düellolarıyla çorbaya dönüyor.

Ancak Tarantino’ya hakkını teslim etmeliyiz: Sinemanın en keyifli diyaloglarını yazmada Woody Allen ile kıyaslanmayı hak ediyor.

‘Soysuzlar Çetesi’nin çizgi dışı Alman’ı Christoph Waltz’a, ‘Ucuz Roman’ın unutulmaz kiralık katili Samuel L. Jackson’a müthiş diyaloglar yazan, renkli karakterler çizen Tarantino bu rolle Altın Küre kazanan Waltz’ı Oscar yarışında En İyi Yardımcı Aktör dalında Robert de Niro’ya rakip yapıyor.  Orijinal senaryo dalında Altın Küre kazanan Tarantino bu dalda Oscar’ın en ciddi adayı. Film Oscar için beş dalda yarışacak.

“AŞK” VE “UMUT IŞIĞIM”

Katıldığı uluslararası yarışmaların tümünden ödül ile ayrılan, “yılın filmi” sıfatını hakkıyla kazanan Michael Haneke’nin ‘Aşk’ı için çok şey yazıldı.

Son olarak başyazarımız İvo, geçen haftaki yazısında filmin felsefi boyutunu tahlil eden keyifli bir yazı yazdı. 

80’li yaşlarını sürdüren emekli müzik öğretmeni bir çiftin ölüm karşısındaki tutumlarının mercek altına alan ‘Aşk’, sinema tarihinde yaşlılık üzerine yapılmış en güzel filmlerden biri olarak geçecek. Sarsıcı, etkileyici, sert, tedirgin edici bu insancıl dramda, Haneke sakin anlatımıyla, hayatın en zor anları olan yaşamın bitişini, iç burkan bir tonla ama büyük bir incelikle beyaz perdeye taşıyor. Oscar tarihinin en yaşlı adayı Emmanuel Riva (85) ve 81 yaşındaki partneri Jean – Louis Trintignant kariyerlerinin en güçlü performanslarını bu filmde çiziyorlar.

Yılın en büyük sürprizi, David O’Russell’in dramla komediyi mükemmel bir uyumla harmanlayan ‘Umut Işığım / Silver Lining Playbook’ adlı filmiydi.

Öfkesini kontrol edemeyen, topluma uyum sağlayamayan bir erkekle, en az onun kadar çılgın, psikolojisi bozuk, depresif bir kadının öyküsünü anlatan film, sinema tarihinde ‘akıl sağlığı’ konulu filmler arasında ön sıralarda yer alacak. Jennifer Lawrence, Bradley Cooper, Robert de Niro, Jackie Wawer, bu filmle En İyi Oyuncu ve En İyi Yardımcı oyuncu dallarında Oscar’a aday gösterildiler.

“DÜŞLER DİYARI” VE DİĞERLERİ

Genç yönetmen Ben Zeitlin’in ilk filmi ‘Düşler Diyarı / Beasts of the Southern Wild’ dokunaklı sinema diliyle izleyiciyi etkiledi, bağımsız sinemanın yüz akı oldu.

Küresel ısınmanın yol açtığı değişikliği ve ekolojik felaketi gündeme getiren film, fantastik ögelerle bezenmiş, belgesel tadında, özgün, inandırıcı ve ilginç bulundu.

Oscar ödülleri tarihinin en genç ‘En İyi Aktris’ adayı dokuz yaşındaki Quvenzahe Wailis  izleyenleri büyüledi. 11 dalda Oscar’a aday gösterilen Ang Lee’nin ‘Pi’nin Yaşamı’ birlikte yaşama sanatını, dinlerin faziletini ve hayata tutunma arzusunu sergileyen özellikleriyle öne çıktı. Ben kendi hesabıma, büyük kısmı, masa başı, bilgisayar becerisiyle imal edilen (!) bu filmden pek keyif alamadım.

İran Devrimi’nden sonra CIA’ın Tahran’da gerçekleştirdiği rehine kurtarma operasyonunu perdeye aktaran Ben Affleck’in yönetip, başrolü oynadığı ‘Argo’ cesur ve sürükleyici bir filmdi.

Bir kadın yönetmenin elinden çıkma tek Oscar adayı film, ‘Ölümcül Tuzak’ ile tarihin ilk Oscar ödülünü kazanan Kathryn Bigelow’un son filmi ‘Zero Dark Thirty’si.

Usame Bin Ladin’in yakalanış hikayesine el atan Bigelow, bakalım bu kez de “Ölümcül Tuzak”ta olduğu gibi Amerikan Ordusuna övgü üzerine övgü yağdıracak mı? Bu filmde Oscar adayı Jessica Chastain’in çok etkileyici olduğu söyleniyor.

Victor Hugo’nun ölümsüz eseri ‘Sefiller / Les Miserables’ bu kez Tom Hooper’in imzasıyla, bir müzikal olarak beyaz perdeye taşınıyor. Fransız Devrimi arifesinde geçen hikaye, ihtilalin her iki tarafının da yüzünü gözler önüne seriyor. Hugh Jackman’a Oscar adaylığı getiren Filmde Russell Crowe ile Anne Hathaway da var.

Steven Spielberg’in yıllardır beklenen “Lincoln” projesi Oscar’ın en büyük favorisi Daniel Day Lewis’in görkemli bir kompozisyonla canlandırdığı Başkan Abraham Lincoln’ün, filmde iç savaşa öncülük etmesini izleyeceğiz. Sally Field’in ‘Yardımcı Kadın Oyuncu’ adaylığı dahil, ‘Lincoln’ 12 daldaki rekor adaylık sayısıyla, 24 Şubat gecesi ismi en çok okunan film olabilir. Filmin müziklerini besteleyen, 5 Oscar’lı John Williams bu yıl 48. kez Oscar’a aday gösterildi. Rekor 59 kez aday olan Walt Disney’de.