Dostlukların son günü … Ne bir sabah, ne bir selam…

Mois GABAY Köşe Yazısı
28 Kasım 2012 Çarşamba

Çoğumuzun birbirimizin durumunu, duygularını düşünmeye zamanı olmadığı, minik anlamsızlıkların bütünü kaybettirebildiği bir dönemden geçiyoruz. Bunu aslında hepimiz yapıyoruz, akıntıya kapılmışız bir kere…Kimimiz bu durumun farkında bile olamayacakken, kimilerimiz ise yaptığı bencilliklerin farkına varıp “hayır,ben böyle biri değilim” diyerek sonradan kırılan parçaları yapıştırmaya çalışıyor. Peki kırgınlıkların sonunda geriye ne kalıyor: Koskoca bir ‘ben’. Çevremize bir duvar çekerek hayatımızı genelde bu duvarın ardında örüyoruz. Bir gün birisi gelip bu duvarları yıkıyor ve biz de “bir başka yolu daha varmış” diyebilip kendimize hayıflanıyoruz. Peki ya neden en baştan birbirimizi kırmadan,farklılıklarımıza saygı göstererek bir takım ruhuyla değer yaratmayı denemiyoruz? İçimizde oluşan öfkenin,hayal kırıklığının bizi amaçlarımızdan ayırmasına nasıl izin veriyoruz?

Bundan aylar evvel “Türk Musevi Cemaati ve gönüllülük üstüne” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Amacım cemaatte gönüllü olan her bireyin bunu neden yaptığını düşünüp doğru yolu bulmamızdı. Bu yazı sonrasında posta kutuma iki farklı mektup ulaştı. Her iki mektubun da ortak yönü  dostlarımızın senelerce emek verdikleri kurumdan kendi deyimleri ile iktidar hırsı, bencillik ve buna benzer nedenlerle uzaklaşmış olmalarıydı. Her iki okurumuzun da başından geçen hikâyelerin bana kalırsa en önemli yanı mektup sonunda belirttikleri ilgili kurumlara küskün olmalarıydı. Bu mektuplardan sonra kendi kendime düşündüm ve acaba içimizde cemaate küskün başka dindaşlarımız da olabilir mi? diye geçirdim. Yapılan onca duyuru, atılan sayısız e-posta sonrasında bazı faaliyetler dışında genel bir ilgi eksikliğinin olmasının başka bir sebebi olabilir miydi? Farkında olmadan zamanla kendi cemaatine yabancılaşan dindaşlarımız mı vardı? Eğer bu iki okurumuz gibi başka dindaşlarımız da varsa, bu dostların tekrardan farklı bir kurumda yeni bir görevle çalışması ve gönüllülüklerine devam edebilmeleri için herhangi bir çalışma yapılmış mıydı? Yoksa gerçek hayatta da dostluklar yazar Selim İleri’nin ‘Dostluklar’ın Son Günü’ kitabında işlediği gibi miydi?  En kuvvetli gibi gözüken dostluklarda bile bir gün herkes arkasına bile bakmadan çekip gitmekte miydi?

Türk Musevi Cemaati’nde çok uzun zamandan beri faaliyette olan, temelleri çok iyi atılmış, köklü kurumlar vardır. Bu kurumların günümüze ulaşmasında kurumların yönetici ve idarecilerinin özveri dolu çalışmaları büyük rol oynamıştır. Çağımızın zorlayan şartlarında bu kurumlarda görev almak, hayatının bir bölümünü gönüllü olmaya adamak gittikçe zorlaşmaktadır. Böyle bir kurumda idareci durumda olanlar içinse bir başka zorluk bu gönüllü dostları kazanıp onları kurum içinde tutabilmektir. Böylesine zor bir ortamda kurum yöneticilerinin başarıya ulaşma yolunda kendi hırs veya öfkelerine yenik düşmemeleri için kanımca görev süresinde dışardan bir gözden, psikolojik bir desteğe veya bir koçluk desteğine mutlaka ihtiyaçları olacaktır. Ancak bu sayede kararlarını dışardan sorgulama fırsatı bulabilirler ve yönettikleri kurumda farklı düşüncede olan dostlarını doğru şekilde yönlendirebilirler. Eleştiriler, fikir ayrılıkları, algılama farkları bunların rahatça konuşulabildiği ortamlarda doğruyu bulmada yardımcı olabilir. Gönüllülüğe olan davetten başlayarak böyle bir yaklaşımın geliştirebilmesi, eskilerin yeni fikirlere ön yargısız yaklaşabilmesi ve yenilerin de deneyime saygı gösterebilmesi için önemlidir.

Cemaatin bir kurumunda yöneticilik yapan her bireyin bir başka görevi de yaşadıklarını görevi sonrası ilerki kuşaklara aktarmak olmalıdır. Tıpkı Onursal Başkan Bensiyon Pinto’nun yazdığı gibi tüm geçmiş başkanların edebi bir kaygı gütmeden yaşadıklarını toplumla paylaşması ilerisi için doğruyu bulmada ışık tutacaktır. Her seferinde kalınan yerlerden aynı daire içerisinde dönmek yerine geçmişin hatalarından ders çıkarıp, doğrular örnek alınırsa topluma yabancılaşan bir birey olmasını bir nebze olsun engelleyebiliriz.

Kimsenin kimseyi kırmadığı, horlanan, dışlanan hiçbir bireyin olmadığı, küskünlüklerin bir daire gibi yayılmayıp kendi içimizde halledilebildiği, gönül zenginliğinin hayatımızın merkezinde olduğu bir gelecek temenni ediyorum. Hayat boyu yalnızlığımızı bir nebze  unutmak için birbirimize bağlandığımız dostluklarımızdan bir gün eli boş dönmememiz dileğiyle…