İranlı şairin dramı

Uluslararası kariyer yapmış ilk Kürt yönetmen Bahman Ghobadi sürgün hayatının ilk filmini Türkiye’de çekti. Ghobadi, arkadaşı olan, 30 yıl hapse mahkum edilen bir şairin insanın içini acıtan dramını anlatırken, mollalar rejimine güçlü bir eleştiri getiriyor. Filmlerine hayvan isimleri verme takıntısını yönetmen ‘Gergedan Mevsimi’nde de sürdürüyor. Monica Bellucci’nin varlığıyla büyük beklenti ve merak uyandıran film, ne yazık ki yarattığı beklentiyi tam karşılayamıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
7 Kasım 2012 Çarşamba

Uluslararası kariyer yapmış artan baskılar sonucu İran’da yaşamayan ilk Kürt yönetmeni, Bahman Ghobadi, “Gergedan Mevsimi” ile önceki filmlerinden farklı bir yapıta imzasını atıyor.

Bu Türk İran ortak yapımında sanatçı, arkadaşı olan 30 yıl hapse mahkum edilen bir şairin öyküsünden hareketle senaryoyu yazmış.

İran devriminden önce yazdığı şiirler yüzünden hapse atılan, ailesine öldüğü söylenen, hapisten çıktıktan sonra hayatını yeniden kurmakta zorlanan şairin dramı, izleyiciyi isyana sürükleyen duygu yüklü bir dille yazılmış.

Filmlerine hayvan isimleri verme takıntısını Ghobadi ‘Gergedan Mevsimi’nde de sürdürüyor. Sarhoş ettikleri atlarla sınırda kaçakçılık yapan köylülerin öyküsünü anlattığı ‘Sarhoş Atlar Zamanı’, amatör köylü kadın ve çocuklarla çevirdiği ‘Kaplumbağalar da Uçar’, İran’da çektiği son filmi ‘İran Kedileri Hakkında Hiç Kimse Bir Şey Bilmiyor’dan sonra, Türk oyuncularla Türkiye’de çektiği ‘Gergedan Mevsimi’ ile yönetmen kariyerinin en kişisel (belki de en iyi) filmini veriyor.

İran’ın Irak ile olan sınırında doğan Ghobadi, günümüzde Erbil, İstanbul ve New York’ta yaşıyor, “Kaplumbağalar da Uçar”ı yaptığı 2004’ten beri Martin Scorcose tarafından destekleniyor. Kendisinden çok şey öğrendiği için minnettar olduğu Martin Scorcese’nin tarafından destekleniyor. Kendisinden çok şey öğrendiği için minnettar olduğu Martin Scorsese’nin ismiyle başlayan “Gergedan Mevsimi” sanatçının otosansür uygulamadığı ilk film.

Tanınmış İranlı şair Sahal Farzan’ın yaşam öyküsünden esinlenen film, İran Devrimi’nin öncesinde, Şah rejiminin önemli subaylarından birinin kızı Mina’yal evlenen şairin, 1979 İslam Devrimi’nden sonra yaşadıklarını anlatıyor.

 YAVRULARINI YİYEN DEVRİM

Mina’ya umutsuzca aşık olan şoförü Akbar, bunu açık ettiğinde Mina’nın babası tarafından cezalandırılır. Devrim sonrasında etkili konuma gelen Akbar, kendisini reddeden Mina’yı ve günahsız kocasını hapse attırarak intikamını alır. Akbar’ın tecavüzüne uğrayan, hamile kalan Mina, mezarı gösterilen kocasının öldüğüne inanır, kızlarını alarak İstanbul’a göç eder.

30 yıl hapis yatan Sahel, serbest kaldıktan sonra sürgün hayatını tercih eder, iki kızıyla yaşayan karısını bulmak üzere İstanbul’a gider.

Sahel’in de, eşinin de hayatlarını alt üst eden kişinin de buluştuğu ortak nokta “aşk”tır. Akbar İstanbul’da da bir biçimde hayatlarının içindedir.

Bir başka İran kökenli sanatçı, Fransa’da yaşamını sürdüren, “Persopolis” başyapıtının yaratıcısı Marjane Satrapi, her iki filminin konusunu İran’dan seçiyor. Nisan ayında filmini takdim etmek üzere İstanbula gelen kadın sanatçı, sevecenliği, hazırcevaplığı ve zekasıyla festival izleyicilerin gönlünü fethetmişti. Satrapi, “Azrail’i Beklerken / Poulet Aux Prunes”de (tıpkı vatandaşı Bahman Ghohabid gibi) İran’lı bir sanatçının öyküsünü anlatıyordu. Tek farkla kahramanı şair değil, hayata küsmüş bir keman virtüözü idi. (Bu rolde Mathieu Amalric şaşırtıcı bir kompozisyonla bayramlığımızı kazanıyordu).

İran Devrimi’nin yavrularını yediğini, bu ülkede hiç kimsenin duyguları ve düşüncelerini özgürce ifade edemediğini, adeta nefes almanın yasak olduğunu söyleyen Bahman Ghobadi, öfke ve hayal kırıklığıyla, mollalar rejimine güçlü bir eleştiri getiriyor.

 

ADALETSİZ, ZALİM VE ACIMASIZ

Dindar kişilerden oluşan yönetim kadrosunun, bu derece acımasız, zalim ve adaletten uzak olmaların anlamak güç. Bir şairin yaşamını anlattığı için film semboller, metaforlarla dolu. Senaryosunun süsleyen Kamangar’ın şiirlerinde  su önemli bir tema olarak yer alıyor. Şiirsel ve lirik bir sinema dili kullanmaya çalışırken, zayıf ve boşluklar barındıran senaryosu filmin inandırıcılığını zedeliyor. Fazla tekrarlanan sualtı çekimleri abartılı kamera oyunları, filmin mizanseninin yumuşak karnı. Başroldeki Monica Bellucci’nin varlığıyla büyük beklenti ve merak uyandıran “Gergedan Mevsimi”ne yazık ki yarım bir başarı olduğu için, yarattığı beklentiyi karşılamaktan uzak.

İran’ın önemli oyuncularından biriyken devrimden önce ABD’ye geçip ömrünü sürgünde geçiren Behruz Vossoughi bu filmle 35 yıl aradan sonra kameranın karşısına geçiyor.

Monica Bellucci bilinen rahatlığıyla İran’lı acılı kadını başarıyla canlandırıyor Yılmaz Erdoğan, ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filminden sonra, karanlık tip Akbar’da iyi bir dram aktörü olduğunu kanıtlıyor.

Sahel’in gençliğini canlandıran ‘Caner Cindoruk’ / kader kurbanı fahişe de Beren Saat, rollerinin hakkını veriyorlar. Belçim Bilgin, Ghobadi’nin kendisine fazla geveze bir rol yazmasının sıkıntısını yaşıyor.

Ghobadi gerçek dekorları (bilhassa finaldeki Boğaz’ın Garipçe köyünü) çok iyi kullanıyor. Bu yarım başarı her şeye rağmen izlenmeyi hak ediyor.

“Rhino Season / Gergedan Mevsimi” Yön ve Sen: Bahman Ghobadi

Gör: Touraj Aslani, Müzik: Kayhan Kalkor Oyuncular: Behruz Vossoughi, Monica Bellucci, Yılmaz Erdoğan, Beren Saat, Belçim Bilgin, Caner Cindoruk, Arash Labaf, Ahmet Mümtaz Taylan