“Sen sadece çek, o gelir”

Fotoğraf Sanatçısı Beril Gülcan ve konuşan fotoğraflar

Yaşam
10 Ekim 2012 Çarşamba

Lian PENSO

 

Hayat hızlı akarken sadece parmaklarımızın arasına sıkışan minik makinedeki bir tuşa basmak hayatı dondurur aslında. Fotoğraflar bana her zaman konuşmuştur, o zamana, o aileye, o mekâna, o gülümsemeye dair birçok bilgi vermiştir. Beril Gülcan’la röportajımı yaparken, şöyle hissettim;  Önemli olan fotoğraflardan yansıyan sesler. Sadece bakmak değil görmek. İşte gözün işlevi...

Bize kendini tanıtır mısın?

Üniversiteye başlarken fotoğrafçılık okuyacağımı bilmeden yola çıktım. Türkiye’de bir yıl turizm, İngiltere’de bir yıl medya eğitimi aldıktan sonra Miami’de iletişim okumaya karar verdim. Ama hiçbirinde mesleki açıdan kendimde bir gelecek göremedim. Türkiye’ye geri döndükten sonra fotoğraf sanatçısı Serkan Şedele ile çalışmaya başladığımda hedeflerim yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Dört sene çalıştıktan sonra, bu işin eğitimini almaya ve New York’ta fotoğrafçılık okumaya karar verdim.

Fotoğraf çekmeye ne zaman başladın ve yeteneğini nasıl keşfettin?

Aslında her zaman fotoğraf çekmeyi seven biriydim; arkadaşlarım hep güzel fotoğraf çektiğimi söylerdi. Serkan Şedele ile çalışırken, prodüksiyon bölümünde çalışıyordum. Fotoğrafçının portfolyoları bende dururdu. Model seçimi, ekip, makyaj, kısacası tüm prodüksiyon bendeydi. Yolum bütün gün fotoğraf bakmaktan geçiyordu.

Bu işin beni ne kadar mutlu ettiğini keşfettikten sonra New York’ta ICP (International Center of Photography)’de gerçek mesleğimi  olacak fotoğrafçılığa dönüş yapmaya  karar verdim.

Mezun olduktan sonra New York’ta çeşitli fotoğrafçılara asistanlık yaparak, stajımı tamamladım.

Kendini keşfedebilmek ve bunu hayata uygulayabilmek mutluluğun ve başarının en büyük adımı diye düşünüyorum.

En çok ne tür fotoğraf çekmeyi seviyorsun?

En çok insanları çekmeyi seviyorum. Bunun için de portre fotoğrafçılığını seçtim. İnsanın en doğal halini, insan vücudundaki detayları çekmeyi seviyorum. Örneğin: bedendeki çilleri. Belki de ailemizde kızıllık olduğundan buna ilgi duydum. Çiller konusunda biraz saplantım var.

Bu konuyla ilgili ilk fotoğrafı kuzenimi çekerek başladım. Bir gün önümde oturuyordu ve üzerine çok kuvvetli bir güneş ışığı geliyordu; sırtındaki çillerin nasıl bir kontrastta çıkacağını çekmeden görüyordum. Çok yakınlaşmam gerekiyordu bu detayı almak için ve elimde olan en yakın lensi kullanıp çillerin belirginleştiği fotoğrafı çektim. Sonra serinin devamı geldi…

Photoshop yapmayı, çok pürüzsüz görüntüyü sevmiyorum; doğallığı yakalamayı seviyorum. İnsanın kendi özünü almaya çalışıyorum aslında. Bana onu anlatan makyajı, saçı değil. Tamamen gözünün içinden yansıyan duyguları, duygusuzluğu... Bu bir hissiyat, işte ben de bunu yakalayıp anı çekmeyi seviyorum.

Hangi anları yakalamak hoşuna gidiyor?

Bence her anın önemi var, bunun için de bir fotoğrafçının yanında küçük de olsa bir makine olması gerekiyor diye düşünüyorum.

Mesela ben bir organizasyonda fotoğraf çekmeyi sevmiyorum, düğün, dernek, doğum fotoğrafları hiç bana göre değil. New York’ta ilk işim doğum fotoğrafçılığıydı, 5-6 ay yapıp bıraktım. Çektiğim fotoğraflar belgesel gibiydi. Ama anne çocuk o mutlu tablo olamıyordu. O anın kutlanması değildi benim aradığım duygu. Daha farklı, insanın bire bir kendisiyle olmanın duygusu diyebilirim, ya da başkalarıyla ilişkileri üzerine. Mesela daha ileriki yaşlardaki anne kız, anne oğul ve kardeşler arasındaki ilişkiyi konu alan ‘Between You and Me’ adlı bir projem oldu. Şimdi de kadın ve erkek ilişkisini fotoğraflamak projelerim arasında.

Stüdyondan bahseder misin? Nasıl karar verdin bir stüdyo açmaya ve ne tarz çekimler yapıyorsun?

Haylini kurduğum stüdyomu nihayet geçtiğimiz nisan ayında New York’ta açtım. Bana bağlı çalışan altı fotoğrafçım ile birlikte bir sergi hazırlayıp açılışımızı gerçekleştirdik. Hayatımın en heyecanlı ve güzel günlerinden biriydi diyebilirim.

Ne tarz çekimler yaptığıma gelince, portre ağırlıklı çekiyorum. Bünyemdeki fotoğrafçılar ise, ürün çekimi, moda, gibi konularda çok başarılılar.

Mica Studios fotoğraf sanatının her konusunu barındırıyor.

En sevdiğin fotoğrafın…

Şimdilik en sevdiğim fotoğrafım ‘Between You and Me’ adlı projede yer alıyor.

Hikâyesine gelirsek;  bir fotoğrafçının yanında asistanlık yapıyordum. Günün birinde projemden ona bahsedince bana bir anne - kızın evinin adresini verdi. Bu anne-kıza gittiğimde, kediler, köpekler beni karşıladı; küçücük evin içine çok az ışık giriyordu; projem için ise doğal ışık kullanmak durumdaydım. Bu nedenle çekimleri yaparken zorlanacaktım. Fakat kırmızı duvar; duvarın üzerinde kendi yazdıkları yazılar çok enteresandı; çünkü hayatları benimkinden çok farklıydı, etkilenmiştim. Ancak, çekimden çıktığımda fotoğraflarım evin karışıklığı, pisliği, ışıksızlığından dolayı bir türlü içime sinmemişti. Analog çektiğim için fotoğrafları hemen göremiyorum, filmi yıkatıp taratmam gerekiyor, bu da işin diğer heyecanlı kısımlarından biri benim için… Fotoğrafı tarattığımda “bu olmuş, hem de tam istediğim gibi! doğal ve duygu yüklü,” dedim. Çünkü insanların hayatını anlatıyordu. 

Peki, Türkiye’de bu projelerini ilerletmek istiyor musun?

Aslında New York’ta yaşıyorum ve stüdyom orada, ama makinem olduğu sürece tabiî ki evrensel bir şekilde projelerimi devam ettirebiliyorum. İleride portfolyomu geliştirip Türkiye’de de galerilere, sergilere getirmek istiyorum. Eski çalıştığım yerden çok güzel bir çevrem var; hala irtibatımız kopmadı. Türkiye’de de fotoğraflarımı sergilemeyi düşünüyorum...

Analog film çektiğini söyledin, bu dijital dünyada bunu nasıl koruyorsun?

Okulun bana kazandırdığı bir artıdır bu. Film çekmekten kesinlikle kopamıyorum. Hissi, kalitesi, bekleme anı beni heyecanlandırıyor. Öğretilenin yüzde 90’ı sanatsal düşünce tarzıdır, gerisi tekniktir. Derslerde öğrenciyi zorluyorlar,  haftalık, aylık konular şeklinde sınıfa on adet fotoğraf getiriliyor ve eleştiri derslerinde tamamıyla psikolojik bir kurguya giriliyor. Hocamız sokakta çektiğim adamdan bana annem, babam, kardeşim hakkında yorumlar yapıyordu. Konu bulmaya itiyor hep bu konuşmalar. Hatta eğitimim bitince nasıl konu bulacağım diye korktum. Ama hocam şöyle dedi: “Sen sadece çek, o gelir.” Fotoğrafları önüne koyup ne ilgini çekiyorsa ona yoğunlaş.

Senin ruh halin ve fotoğraflar…

Kesinlikle yansıyor; ama çok mutsuzken çok mutlu bir fotoğraf da çekebilirim. O anı sevmeme de bağlı, kadraj önemli, karşımdakinin hissine de.

Son olarak fotoğrafa meraklı olanlara tavsiyen nedir?

Bol bol fotoğraf incelesinler, belgesel seyretsinler. Eski filmlerde çok güzel kareler var ve ben bunlardan aklıma bir şeyler getirmesi adına çok yararlanıyorum. Onlardan ilham alabilirler. Aynı zamanda maalesef ki günümüzde artık Photoshop’u çok iyi öğrenmek gerekiyor.