Paris’te sinema günleri

Fransa’daki vizyon filmleri arasında bir gezinti

Viktor APALAÇİ Sanat
3 Ekim 2012 Çarşamba

Leyleği havada görüp 10 günlük Paris seyahatimin ardından dört günlüğüne Selanik’e gidince, vizyon filmlerine iki hafta ara verdim. Bu yazımda Paris’te izlemiş olduğum dokuz filmden, Fransa’da afişlere çıkan vizyon filmlerinden bahsedeceğim. Tabii baş köşeye Raphaele Moussafir’in romanından alınma “Du Vent Dans Les Mollets” filmini oturtacağım.

Son Cannes Film Festivali’nin iki galibi, Michael Haneke’nin Altın Palmiyeli başyapıtı “Aşk/Amour” ile Jüri Ödüllü Matteo Garrone’nin  “Gerçek / Reality”si, Yabancı Film dalında Oscar adayı, Kanadalı Philippe Falardeau’nun müthiş “Monsieur Lazhar”ı, Patrice Leconte’un görkemli çizgi filmi “İntihar Mağazası / Le Magazin des Suicides”i afişlerin gözdeleri.

Gelecek Programların en iddialı filmleri ise, 90’lık usta Alain Resnais’nin “Daha Hiçbir Şey Görmediniz / Vous N’Avez Encore Rien Vu”sü ile ünlü Fransız komedyenleri biraraya getiren futbol konulu “Les Seigneurs”ü.

MÜTHİŞ BİR SÜRPRİZ

Soyadı, Saint - Joseph’ten arkadaşım İzmirli Ari Misafir ile aynı olduğu için dikkatimi çeken, Raphaele Moussafir romanından alınma “Du Vent dans des Mollets” filmi benim için hoş bir sürpriz oldu. İzlediklerim arasında en çok beğendiğim bu film, yazarın 2007 yılında sahnelenen tiyatro oyununda başrolü oynadığı, aynı adlı romanından alınmış. Yönetmeni Carine Tardieu ile, yazar – senaristi Moussafir ile başrolleri paylaşan Agnes Jaoui ve iki çocuk oyuncusuyla, mükemmel bir kadın filmi izlemiş oldum. 1980’li yılların taşrasında geçen konusuyla film, Auschwitz’den kurtulan bir baba, sorunlu bir anne ve dokuz yaşındaki depresif ve mutsuz kız çocuklarından oluşan bir ailenin hayatını anlatıyor.

Comedie Française’in (Sarkozy’yi de oynamış) fetiş oyuncusu Denis Podalydes’in canlandırdığı sinik babasının ve kendisini aşırı ilgisiyle boğan annesinin (Agnes Jaoui) yanındaki hayatından memnun olmayan Rachel’in tek arkadaşı, annesi – babası ayrı yaşayan bir sınıf arkadaşıdır.

Çocuk dünyasına odaklanan romanlarıyla tanınan Raphaele Moussafir, iki kız arkadaşın renkli dünyasını, yalnız yaşayan bir annenin (İsabelle Carre) çocuğunun arkadaşının evli babasıyla yakınlaşmasını mizah yüklü bir dille anlatıyor.

Komedi ile başlayıp kara mizaha dönüşen film müthiş dramatik finaliyle öne çıkıyor. Londra’da başlattığı, Barselona’da sürdürdüğü Avrupa şehirleri turunun son durağı Roma’da çevirdiği son filmi “Roma’ya Sevgilerle” geçen hafta bizde de vizyona girdiği için Paris’te izlerken çok keyif aldığım bu filmi önümüzdeki haftaki yazıma bırakıyorum.

ENTELLEKTÜEL FRANSIZ

FİLMLERİ

Bizde vizyon şansı bulamadıkları için Frankofon sinefillerin ancak festivallerden izleyebildikleri Fransız filmlerini, seyahatlerimde kuyumcu titizliğiyle seçerim.

Türk izleyicileri tarafından pek tanınmayan tiyatro ve sinema oyunusu Jean – Pierre Bacri’nin başrolünü oynadığı “Hortense’i Ara / Cherchez Hortense” aykırı içeriği ile, zeki diyaloglarıyla, entelektüel bir ortamda geçen çizgi dışı konusuyla kaliteli bir film. Üniversitede Çin medeniyeti profesörü olarak görev yapan Bacri, tiyatro yönetmeni kaprisli karısı (Kristin Scott Thomas), yüksek dereceli ve saygın bir hakim olan bencil babası (Claude Riche), hayatına karışan bir göçmen kadın (İsabelle Carre) ve mutsuz oğlu arasında sıkışıp kalmıştır. Karısının sahneye koymakta  olduğu oyunun genç ve yakışıklı aktörüyle kendisini aldatması, Fransa’da oturma izni peşindeki göçmen kadınla yakınlaşması, babasıyla hiçbir zaman yakın ve sıcak ilişkiler kuramadığını anlamasıyla hayatı alt üst olur.

Pascal Bonitzer’in mükemmel bir sinema diliyle yönettiği film, oyuncu kadrosunun olağanüstü performansı ve edebi diyaloglarıyla öne çıkıyor.

Cannes 2012’de Yönetmenlerin 15 Günü bölümünün galibi “Baştan Al / Camille Redoutable” Fransa’nın çok sevilen oyuncu – yönetmeni Neomi Lvovsky’nin 6. yönetmenlik denemesi. Filmekimi programında da yer alan bu müstesna film, 40’lı yaşlarını sürdüren evli bir kadının (bugünkü haliyle) 16 yaşına dönüşünü ilginç bir sinematografi eşliğinde anlatıyor. Yasmina Khadra’nın ırmak romanından alınan “Gündüzün Geceye Borcu / Ce Que Le Jour Doit A La Nuit” 1930’lardan günümüze kadar, Cezayir’de geçen konusuyla, Cezayir halkının kurtuluş mücadelesine odaklanıyor. Toprak ağalarının mahsülünü yaktığı talihsiz bir çiftçi ailesinin oğlu olan Younes’in ağzından anlatılan film, üç saatlik uzunluğuna rağmen eksilmeyen bir ilgiyle izleniyor.

BİR DRAM, BİR POLİSİYE

Üniversite hocası bir profesör ile saygın bir hakim olan babası arasındaki çatışmayı anlatan “Hortense Ara”dan sonra anne – oğul sorunlarını işleyen “İlkbaharda Birkaç Saat / Quelques Heures de Printemps”i izlemek ilginç oldu. Stephane Brise’nin yönettiği, hepisten yeni çıkmış, 48 yaşındaki işsiz, bekar bir adamın (Vincent Lindon) kanser hastası annesi (Helene Vincent) ile kedi – köpek gibi dalaşmalarını anlatan film, ötenazi konusuna odaklanıyor. Sevgilisine (Emmanuelle Seigner) de kötü davranan, sevme özürlü genç adam, ötenazi kararı alan annesinin tercihine sagyı gösteriyor. Fransız kadın ötenazinin serbest olduğu İsviçre’ye geçip ölümü seçiyor.

66 yaşındaki aktör – yönetmen İtalyan Michele Placido, “Nöbetçi / Le Guetteur” de azılı bir çetenin peşine düşen tecrübeli bir polisin insan avını anlatıyor. Mensup olduğu çetenin soygun yaptığı yerlerdeki yüksek bir binadan, soyguna müdahele eden polislere ateş eden keskin bir nişancının (Mathieu Kassovitz), kendisini yakalamaya ömrünü adamış bir dedektif (Daniel Auteuil) ile mücadelesi, nefes kesen bir tempoda anlatıyor.