HOTEL MEINA

Hotel Meina veya savaş sonrası adıyla Hotel Victoria, Majör Gölünün kıyısındaki sayfiye kasabasının en gözde otellerinden biriydi. Gölün hemen kıyısında, karşısında karları eksik olmayan İsviçre dağları manzarasıyla tam bir dinlenme merkeziydi. Ancak başta Hotel Meina olmak üzere bu bölge, çoğumuzun bilmediği bir trajediye, Nazi döneminde İtalya’daki ilk Yahudi Soykırımı’na şahitlik etti

Metin DELEVİ Perspektif
28 Eylül 2012 Cuma

Meina, İtalya Piedmonte yöresindeki Novara Bölgesinde şirin bir sayfiye kasabasıdır. Torino’nun 100 km. kuzeydoğusunda Majör Gölü kıyısında bulunur. Majör Gölü’nün kuzeyi İsviçre’ye, güneyi ise İtalya’ya aittir. Gölün iki yakası arasındaki mesafe bir kaç yüz metredir.

Hotel Meina veya savaş sonrası adıyla Hotel Victoria, gölün kıyısında bu sayfiye kasabasının en gözde otellerinden biriydi. Gölün hemen kıyısında, karşısında karları eksik olmayan İsviçre dağları manzarasıyla tam bir dinlenme merkeziydi.

Ancak, kasabadaki modernizasyon çalışmaları nedeniyle, 3 yıl kadar önce bu otel için yıkım kararı alınmış ve geçen yıl bu yıkım  gerçekleşmiş.

Böyle bir başlık ve peşinden benzer bir girişle karşılaştığınızda tabii olarak bir tatil beldesi tanıtımı bekliyorsunuzdur.

Maalesef durum öyle değil, başta Hotel Meina olmak üzere bu bölge, çoğumuzun bilmediği bir trajediye, Nazi döneminde İtalya’daki ilk Yahudi Soykırımı’na şahitlik etmiş.

Yaz başında, Corry Guttstdat’ın “Türkiye, Yahudiler ve Holokost” kitabını okudum. İtalya’daki Türkiye Yahudileri bölümünde ( s. 463-480) bir cümle dikkatimi çekti : “Başkonsolos Nebil Ertok pek çok defa Türkiye Yahudilerinin serbest bırakılması için girişimde bulunmuş ve başarılı olmuştur.”

Şoa konusuyla çok ilgilenmeme rağmen Nebil Ertok adını ilk kez duyuyordum. Bu bölümü bir kez daha satır aralarına daha dikkat ederek tekrar okudum. Aktarılan hatıralarda, Nebil Ertok’un Türkiye asıllı Yahudilere elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştığını, gerektiğinde Nazileri tehdit bile edip Türk vatandaşı Yahudilerin çoğunun serbest kalmasını sağladığını gördüm.

Acaba Yad Vashem’in “Uluslarası Dürüst” ünvanına layık bir şahsiyetle mi karşı karşıyaydım? İnternet’te yaptığım araştırmada bulduğum bilgiler şöyleydi: “Nebil Fuat Ertok, 1941-44 yılları arasında Milano Başkonsolosu olarak görev yaptı. Birçok Türkiye asıllı Yahudi’yi Nazilerin elinden kurtardı. İtalyan kaynaklarında ismi genellikle Niebil Hertok veya Hertog olarak kullanılmaktadır”. Tabii ki bulduğum yeterli bir bilgi değildi. Aklıma, kitaptaki referanslar arasında Milano’da Şoa arşivlerinin bulunduğu CDEC’e (Centro di Documantazione Ebraica Contempoarana) başvurmak geldi.

CDEC’in yöneticisi ve kitapta da referans olarak gösterilen Bayan Liliana Picciotto’dan aldığım cevap ise aynen şöyleydi:

“Sn. Delevi,

Milano Türkiye Konsolosu Ertok’un adı bize, Türk vatandaşı ve Majör Gölü kıyısındaki Meina Otel’inin sahibi Alberto Behar’ın kızı Becky Behar tarafından verilmiştir. Behar’lar Ertok’un yakın dostu olup 1943 yılında, zor savaş günleri esnasında, kendisini Majör Gölü kıyısındaki villalarında misafir etmişlerdir. (belki de, Milano’nun bombalandığı 1942 yılından beri). Ertok’un misafir mi edildiği yoksa kiracı mı olduğu konusunda net bir bilgimiz yoktur.

Ertok, Alman Birliklerinin göl kıyısında birçok Yahudi’yi katlettiği dönemde özellikle Behar’lara çok yakın davranmış. Hotel Meina, Selanik’ten gelen birçok İtalyan pasaportlu Yahudi için hapishane olarak kullanılmış. 1943 yılı Eylül ayı ortasında bu zavallı aileler otelden çıkartılıp feci bir şekilde katledilmişler. Behar’lar ise özellikle Türkiye pasaportlu olduklarından bu olaydan sağ kurtuldular. O dönemde Türkiye tarafsız bir ülke olduğundan Avrupa’daki vatandaşları Nazilere karşı koruma altındaydılar. Anlaşıldığı kadarıyla Ertok bu olaylar esnasında Almanlarla temasa geçmiş, ancak Behar’ların sağ kalmaları Almanların o dönemdeki dış politikaları sayesinde olduğu kanaatindeyim.

Umarım bu bilgiler araştırmanıza katkıda bulunacaktır.

Saygılarımla

Liliana Picciotto”

Bu açıklama her şeyi açıklıyor görünse bile benim soruma cevap vermiyordu. Sorduğum bir kaç yerden daha olumsuz cevaplar alınca, bu araştırmamın yönünü değiştirmeye karar verdim. Artık hedefim, adı sıkça geçen Hotel Meina’da neler olup bittiğini anlamaktı.

Şimdi tarihte biraz geriye gidelim.

Yahudiler, yaklaşık 2000 yıldır İtalya’nın çeşitli bölgelerinde yaşıyorlardı. Zaman içinde bu topluma değişik ülkelerden sürülen, kovulan Yahudiler de katıldı. Zaman zaman Yahudiler Getto’larda yaşamaya mecbur bırakılsalar da genelde çok büyük sorunlar yaşanmadı. 1848 yılında birçok Avrupa ülkesinden çok önce Yahudilere resmen eşit haklar ve özgürlükler tanındı. 1920lerde başlayan Faşist akım da bu uygulamayı sürdürdü. Mussolini açıkça Yahudilere karşı her türlü hareketi yasakladı. Yahudilerle yakınlık kurdu. Hatta  Mussolini’nin metreslerinden biri, Margherita Sarfatti, Venedikli saygın bir Yahudi ailesinin kızıydı. Çok sayıda Yahudi de Faşist hareketin sempatizanı oldu. 1923 yılında Faşist parti’ye kayıtlı 700 Yahudi bulunmaktaydı. Mussolini’nin ünlü Roma Yürüyüşü’ne katılan 200 kadar Yahudi, bizzat Mussolini tarafından onurlandırılmıştı. 1933 yılında Trieste’nin Belediye Başkanı Faşist Parti üyesi Enrico Salem adlı bir sefarad Yahudi’siydi. Yine aynı dönemde Faşist Ordu’nun yüksek rütbeli komutanlarından biri Sinyor Levy adlı bir Yahudi’ydi. Görüldüğü gibi, Yahudiler İtalyan toplumuna tam anlamıyla kaynaşmış ve bütünleşmiş görünüyorlardı.

Ancak Mussolini Hitler ile müttefik olunca durumlar değişmeye başladı. 1936 yılında az bile olsa antisemittik yayınlar görülmeye başlandı. 1938 yılında ise, ilk anti-Yahudi kanunlar yayınlandı ve hemen uygulamaya geçildi. Yahudiler birçok temel haklardan mahrum edilmeye başlandı.

Tüm bu Nazi yöntemlerine rağmen İtalya’da 1943 Eylül’üne kadar Yahudilere karşı hiçbir fiziki saldırı yaşanmadı. Hatta Alman işgali altındaki Yunanistan bölgelerinde yaşayan çok sayıda Yahudi, İtalyanlar tarafından  resmi veya gayri resmi yollarla önce İtalya denetimindeki Atina’ya oradan da İtalya’ya kaçırıldı. Yunanistan’da yaşayan İtalyan pasaportlu Yahudiler ise yine İtalyan yetkililer tarafından sorunsuzca İtalya’ya taşındı. Ancak Temmuz 1943te durum değişti.

Temmuz 1943’te Sicilya’nın müttefikler tarafından kurtarılmasından sonra faşist rejim çöktü. 23 Temmuz’da Mussolini görevden alındı ve tutuklandı. Kral, Mareşal Badoglio’yu başbakan atadı. Almanlar bu oldu-bittiye karşı kayıtsız kalmadı. 1 Ağustos’tan itibaren İtalya’yı kuzeyden işgal etmeye başladı. Bağımsız İtalya Hükümeti 8 Eylül’de müttefiklerle ateşkes anlaşması imzaladı. Almanlar için kabul edilemez olan bu anlaşma sonrası Alman Ordusu İtalya denetimindeki Fransa, Yugoslavya ve Yunanistan bölgelerini işgal etti. Mussolini Alman askerleri tarafından kurtarıldı, Kuzey ve Orta İtalya’yı kapsayan “İtalya Sosyal Cumhuriyeti” kuruldu. Başına Mussolini getirildi.

Artık İtalyan Yahudileri için Nazi ölüm çarkları önünde hiçbir engel kalmamıştı.

Şimdi 8 Eylül 1943 tarihine geri dönüp, başta Hotel Meina’nın sahibi Behar ailesinin o zamanlar 14 yaşında olan kızı Becky Behar ve diğer görgü tanıklarının anlatımıyla bu trajedinin detaylarını görelim.

İtalyan Yahudileri 8 Eylül’de imzalanan ateşkes antlaşmasını büyük coşkuyla karşıladı. Ancak Hotel Meina’da kalmakta olan Selanik’ten kaçmış Yahudiler, daha önce yaşadıklarına dayanarak, haberi ihtiyatla karşıladılar. Almanların bu olaya seyirci kalması mümkün değildi. Nitekim korktukları başlarına geldi.

11 Eylül 1943 sabahı, Albay Kruegel komutasında, doğu cephesinden dönmekte olan bir komando birliği, SS Leibstandarte Adolf Hitler ( Adolf Hitler özel koruma birliği) birliği Majör Gölü bölgesine geldi ve Baveno köyündeki Beaurivage oteline yerleşti. 15 Eylül günü bu birlik Hotel Meina’ya baskın düzenledi. Otel misafirleri arasında bulunan 16 Selanik Yahudi’sini otelin 4. katındaki bir odaya hapsetti ve bu kata tüm giriş çıkışları yasakladı. Otelin sahibi Alberto Behar Türk pasaportunu göstermesine rağmen sorgulanmak üzere Baveno’ya götürüldü. Ancak Milano Başkonsolosu Nebil Ertok’un girişimleriyle  (bazı kaynaklara göre bu girişimlere ilaveten ödenen fidyenin de katkısı olmuş) Alberto Behar 17 Eylül’de otele geri götürüldü. Behar ailesine, dışarı çıkmamak kaydıyla, otel içinde serbest dolaşma izni verildi. Ancak otelin 420 numaralı odasında hapsedilenlere odadan çıkış ve başkalarıyla görüşme izni verilmedi. Hatta aralarında çocuklar olmasına rağmen 1-2 gün yiyecek ve su verilmedi. Nihayet 3. gün odaya odaya gıda ve içecek götürülmesine izin verildi.

22 Eylül gecesi Albay Krueger otele gelerek hapis tutulanlardan 12 kişiyi sorgulamak üzere bilinmeyen bir yere götürdü.

Bir sonraki sabah köyde ve otelde korkunç bir söylenti dolaşmaya başladı. Gölde çok sayıda ceset bulunmuş ve karaya çıkartılmıştı. Bazıları bu cesetleri teşhis etmişti: bunlar Hotel Meina’nın tutsaklarıydı. Hepsi kurşun ve süngü darbeleriyle feci şekilde öldürülmüş sonra da boyunlarına bir taş bağlanıp göle atılmıştı. 23 Eylül gecesi otelde kalan aralarında 2 çocuğun da bulunduğu 4 tutsak aynı şekilde götürüldü ve diğerleriyle aynı kaderi paylaştı.

Bu olaydan 2-3 gün sonra otele gelen Milano Başkonsolosu Nebil Ertok, Türkiye’nin kısa bir süre sonra Müttefikler safında savaşa girebileceğini ve bu durumda Türk Pasaportu korumasının kalkabileceğini söyleyerek Behar ailesine en kısa sürede kaçmalarını tavsiye etti. Kısa bir süre sonra da, Behar ailesi direnişçilerin de yardımıyla bir kayıkla gölün İsviçre yakasına kaçtılar ve böylece sağ kalmayı başardılar.

‘Diyalog’ dergisinden alınmıştır.

devam edecek...