Galata’nın önemi ve özelliği

7 Ekim 2012 Yahudi Kültürü Avrupa Günü dolayısıyla bir kez daha bu tarihi semtle ilgili birkaç satır yazma gereği ve isteği duydum. Kısa bir aradan sonra (sanırım sonuncusu 2009’daydı), bu etkinliklerin tekrar gündeme gelmesi gerçekten sevindirici...

Coya DELEVİ Toplum
28 Eylül 2012 Cuma

Sergiler, konser, konferanslar ve panellerle Yahudi Kültürü ile bir kez daha ‘tanışıklığımızı’ tazeleyecek, ayrıca folklorik geleneğimizin tarihi miraslarından, ‘Sefarad Düğünü’, ‘Sefarad Yemekleri’ ile hoş vakit geçirecek, “Geçmiş zaman olur ki!” diyeceğiz. Bu arada Fest Travel’in, “Yahudi Kültür Mirası Gezisi” için de zaman ayırmanızı anımsatırım.

Galata... Sevgi dolu bir ortamda geçen çocukluğum...2. Dünya Savaşının getirdiği tüm sıkıntılar, yokluklar ve endişelere rağmen, mutlu bir çocukluk... İlk ve orta tahsil, ergenlik, gençlik yıllarım...  Ve o yılları izleyen, yani yuva kurduğum, anneliği tattığım ilk dönem hep burada geçti. Belki de ben, bundan ötürü bu semti özel buluyor ve tarafsız olamıyorum.

Yazıma yukarıdaki başlığı atarken bir an, acaba ‘benim için’ demem mi icap eder düşüncesi geçti aklımdan. Çünkü Galata’nın önemini, cazibesini anlamak ve onu sevmek için burada yaşamış olmak gerektiğini düşünürdüm hep. Oysa şimdi, yabancıların gözünde de Galata’nın önem kazandığı su götürmez bir gerçek. Moda sektörünün, tasarımcıların, kafe-restoran işletmecilerinin yeni gözdesi, yabancı turistlerin çekim alanı oldu.

Bir süredir, ‘Galatamoda’ sloganıyla, kentimizin en şık Moda Festivali tertipleniyor. Fırsat buldukça, eski semtimi ziyaret ediyorum, yeniden onu keşfedercesine... Yazılarım için, söyleşiler yapıyor, bir nevi ‘malzeme’ topluyorum. Burasını ‘Spesiyal’ bulanların ortak kanısı bu: “Tabii İstanbul’da tarihi birçok mekan var ama, hiç birini Galata’yla kıyaslıyamıyoruz. Burayı yeni, yeni tanıyor, bu tarihi ve kozmopolit semtin değerini keşfediyoruz”.

Doğrudur, ilk bakışta Galata, sade, gösterişsiz hatta mütevazi ve alçak gönüllü bile görünebilir bir yabancının gözüne… Oysa o, “Binbir Gece” gibi sayısız öyküler, masallar anlatır. Pera’ya, Şişhane, Balat, Hasköy’e, Kuzguncuk, Taksim, Şişli veya Nişantaş’a uzanan öyküler... Bu tarihi semtle ilgili çok anılar anlatıldı. Hâlâ da gün ışığına çıkmayı bekleyen nice öyküler vardır kuşkusuz. Özellikle de benim... Son günlerde, bunları toparlamanın, kâğıda aktarmanın heyecanı ve telaşı içindeyim.

Galata, tarihi boyunca hep canlı, hareketli ve özellikle Yahudi toplumu için önemli olmuştur. Öyle ki bazı kaynaklar burayı ‘Getto’ olarak tanımlamıştır. Kuşkusuz, Balat, Hasköy, Kuzguncuk’ta olduğu gibi Galata’da geniş bir Yahudi toplumu yerleşmişti. Bu, bir ölçüde, sanırım ‘bir arada yaşama geleneği’nin doğal sonucu olabilir. Gene de Getto tanımlaması yoruma açık bir ifadedir diye düşünüyorum.

Günümüze gelince... Burası bir ölçüde de olsa, tarihi dokusunu, geçmişini, kültürünün bir bölümünü, ‘nostaljisini’ korumakta… Belki bu durum semtin çekiciliğine katkıda bulunmaktaysa da, Galata yeni görümüyle de dikkat çekmeyi başarıyor. ‘Modern Görünüm’ tabirini kullanmak istemiyorum. Kanımca, çok ‘modern’ bir Galata nostaljik ve tarihi semt olmaktan uzaklaşabilir. Bu vasıflarını yitirmeden, günümüze adapte olmayı seçen bir Galata demek daha uygun olur sanırım.

Galata’nın gizemli cazibesini geç de olsa keşfeden sanatkârlar, moda tasarımcıları burayı buluşma, çalışma mekânı olarak seçtiler. Hatta bir kısmı buraya yerleşti, yani evleri de burada... Çocukluğumun geçtiği sokaklar hızlı bir değişim içinde… Moda Festivali boyunca, Kule’nin etrafındaki standlarda, en şık kreasyonları bulmak mümkün oldu. Kafeler, restoranlar her an, yerli, yabancı turistlerle dolu… Umarım, bunca yoğun aktivite, alışılagelmiş komşuluk ve mahalle kavramlarının kaybolmasına neden olmaz...

Bu aşamada, özetlemek gerekirse diyebilirim ki Galata, eski veya yeni, güzel ya da çirkin, temiz veya değil (niye olmasın?), bugünü ve tarihsel geçmişi, farklı kültürel ve dinsel dokularıyla yaşamını sürdürmektedir. Tıpkı bir “MİNYATÜR İSTANBUL” gibi... Galata bir değişim içinde olmakla birlikte, yabancıların ilgi ve merak odağının tarihi dokusu olduğu yadsınamaz. Bunu, semte sık, sık yaptığım ziyaretlerimde saptama fırsatını buldum,  restoranlarda, kafelerde ya da Kule’ye çıkmak için uzun kuyruklar oluşturmuş kalabalık turist grupları gördüm. Boğaziçi ve Haliç arasında bir geçit olması yanı sıra, Galata’nın (Karaköy) liman olarak avantajlı konumu, onu belirli sektörler için çekici kılmıştır. Zamanla, bankacıların, ticaret ve finans sektörünün favori semti olmuştur. Ve bu olgu yeni değildir, çok eskilere dayanmaktadır.   

13. yy.da Bizanslılar, özellikle Cenevizli ve Venedikli olmak üzere Italyan tüccarlara ayrıcalıklar tanımıştı. Konstantinople’ye ticaret amacı (ya da bahanesi) ile gelen Cenevizliler, o dönem Bizansta süregelen çalkantılı ortamdan yararlanarak, Galata’da kendi ‘KOLONİ’ lerini kurup etrafını surlarla çevirdiler. Az da olsa, kalıntıları günümüzde de görmek mümkün. 1348 de inşa ettikleri Galata Kulesi zaman içinde geçirdiği deprem ve yangınlar sonucu sayısız restorasyon geçirdiyse de, günümüzde tamamıyla yenilenerek, yalnızca Galata’nın değil, İstanbul’un ünlü bir turistik mekanı olarak hizmet vermektedir.

Kimilerince Galata’nın bir bölümü gibi tanımlanan Şişhane ve biraz yukarısında Altıncı Daire olarak tanıdığımız bölge... Burası sanki Pera’ya (Beyoğlu) komşu ve aynı zamanda Kuledibinin bir uzantısı gibi... 19.y.y sonlarından beri Beyoğlu, kentin en medeni semti kabul edilmiş ve özerk, yani otonom bir Belediye olarak “Altıncı Daire” adını almış. Ne hoş rastlantı! Bu günlerde, 1857de kurulan “Özerk Beyoğlu Belediyesi’nin 155.ci yılı… “Beyoğlu 2012” sloganıyla çeşitli yayınlar, etkinlikler planlanmakta…

Bu bölgenin önemini vurgularcasına, elan Şişhane’de, Galata’yı Taksim, Şişli, Levent ve daha da ötesine bağlayan Metro istasyonu var. Yazımın sonunda, Galata Kulesi ve civarının, birçok kez “Yahudi Kültürü Avrupa Günü” kutlamalarının mekânı seçilmiş olduğunu anımsatmak isterim. Böyle bir seçimin, Galata’nın önemini, özelliğini tescil ettiği ve bunun derin bir anlam taşıdığı da bir gerçek.