Sözler cephanelerden daha güçlüdür

Nazizim, Hitler’i lider, kahraman, eşsiz biri haline getirirken en önemli araç olarak propagandayı kullanmıştı. Sinema ve filmler ise bu propagandanın kullanıldığı en sık kullanıldığı mecra oldu.

Rita ENDER Perspektif
29 Ağustos 2012 Çarşamba

Tevrat’ın en çok alıntı yapılan sözlerinden biri: “Elokim Bara et HaAdam”dır. Yani “Her insan Tanrı’nın görüntüsünden yaratılmıştır.”

Nazizm, ardında bıraktığı diğer tüm yıkımlardan ayrı olarak; bu sözü, buna olan inancı da yıkmaya kalkmıştır. Hitler’i, ‘her insan’ kategorisinden çıkarmış ve onu birilerinin gözünde ve yüreğinde lider, kahraman, tek, eşsiz ve benzersiz kılmıştır. Bunu yaparken, propagandayı en önemli yöntemlerden biri olarak benimsemiş; bu yolda sinemayı ciddi şekilde kullanmıştır.

Hitler ve Nazi rejiminin propaganda yöntemleri, sinema ve filmleri üzerine, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Serra Akyüz ile söyleştik…

 Propaganda nedir, nasıl bir şeydir? Ne zaman ortaya çıkmıştır?

Propaganda için en ayırıcı tarih I. Dünya Savaşı’dır. Bu savaşın öncesinde propaganda, bir mesajı, bir fikri, anlatılmak istenen bir şeyi, birey veya kitleleri etkilemek amacıyla, iletişim araçlarını kullanarak onlara iletmektir. Yani, savaş öncesi böyle daha nötr bir anlamı var. Fakat I. Dünya Savaşı ile propaganda, bir savaş aracı olarak kullanılmaya başlanıyor. Liderler, yöneticiler, Albert Camus’nun dediği gibi sözlerin cephanelerden daha güçlü olacağını, propaganda aracılığı ile savaş kazanabileceklerini görüyorlar.

Her propagandada bulunan temel özellikler nelerdir?

Bir kere, propaganda, bilgiyi ve doğruyu halka, kamuoyuna ihtiyacı olduğu kadar verir. Eğer çıkarlara aykırı buluyorsa hiç vermez veya sınırlandırarak verir. Bunun haricinde, propaganda, yoktan var etmez. Bir toplumda var olmayan bir fikri var etmez, toplumda zaten paylaşılan, katılınan bir mesajı doğru kanalize eder. Doğru insanları, doğru sloganlarla ve doğru yöntemlerle harekete geçirir. Ve amacı doğrultusunda, normal bir kitleyi, bir şey talep eden kritik bir kitle haline çevirir.

Bu, bana biraz reklamları çağrıştırıyor… Kişinin sevmediği halde bitter çikolata yemek istemesi gibi…

Evet, bence de tam olarak reklamcılık. Propagandanın en büyük taktiklerinden biri sade, akılda kalıcı, yapışkan sloganlar kullanmak. Mesela Alman propagandasında gördüğümüz gibi: “Ein Volk, ein Reich, ein Führer” ( Bir halk, bir krallık, bir Führer- lider)  Bu slogan, yayılmak istenen ideolojinin tamamen özünü temsil ediyor. Bununla beraber Hitler’in konuşmalarında, ‘baştan çıkarmak kâfi’ gibi bir tavrı var. Tartışma yaratmıyor, teyit edilmek istiyor. Mesela, “barış ister misiniz?” diye soruyor ve tabii ki kitleler “evet!” diye bağırıyor. O konuşmalarında belirtiyor, buyuruyor ama aslında siyasi olarak hiçbir şey söylemiyor. Sosyal-toplumsal bir projeden,  bir plandan bahsetmiyor, bir siyasi gelecek vaat etmiyor. Ülkenin o an içinde bulunduğu büyük resmi vermiyor, hiçbir veri vermiyor. Fakat o kadar heyecanlandırıcı ve o kadar tutkulu konuşuyor ki; anlattığı her şey kitlesine ulaşıyor.

Hitler’in propaganda yönteminin kendine özgü başka yanları var mı?

Hitler bir sinema aşığı ve propagandasında sinemayı da kullanmış. Partinin Propaganda Bakanı Joseph Goebbels ile sinemanın kitleleri çok etkilediğine karar vermişler ve bunu ciddi anlamda kullanmışlar. Goebbels ile Hitler’in ayrıldığı, anlaşamadığı nokta, kitlelere hitap şekli. Hitler, Gustave Le Bon’dan, onun eseri ‘Kitleler Psikolojisi’nden çok etkilenmiş ve bundan kendine şöyle bir prensip çıkartmış: Propaganda da fikrinizi iyi argümante etmeniz çok bir şey ifade etmez, önemli olan etkileyici olmak, vurucu konuşmak ve baştan çıkartmaktır. Bu basitleştirilmiş bir iletişim yöntemidir ve bu sayede Hitler hedeflediği ‘basit halk kitlelerine’, ‘sade vatandaşa’ ulaşmıştır. O, propagandası ile entelektüel Alman halkına hitap etmemiştir ve hep belirli ana temalar üzerinde durmuştur. Örneğin, bireyin karşısında milletin vurgulanması, millet veya cemaatin bireyden önce gelmesi fikri, kendine Yahudiler gibi düşmanlar belirlemesi, lider kültü…

Temalardan biri ile bireyin karşısında milletin kutsanması, Hitler’in kendi varlığı ve kendini koyduğu yer çelişiyor. Bu durum o dönemde, birileri tarafından hiç sorgulanmış mı?

Orada şöyle bir anlayış var sanki: Bir birey öne çıkacaksa o Führer olacak! Alman propagandası tamamen Hitler’in o her şeye muktedir, tanrısal figürü etrafında şekillenmiş. Bununla ilgili şöyle bir anekdot da var: Nürnberg’de, 6. Nazi Kongresi düzenleniyor. Çok şenlikli geçen, Ari Alman ırkını yüceltecek tüm sembollerle, gamalı haçlarla bezeli bir kongre bu. Kongrede Hitler’i, onun çekirdek kadrosundan biri olan Rudolf Hess takdim ediyor ve diyor ki: “Siz Almanya’sınız Führer’im. Siz karar verirsiniz, halk karar verir. Siz konuşursunuz halk konuşur. Hitler Almanya’dır, Almanya Hitler’dir.” Yani bu kadar, bu derece Führer ile özdeşleşmiş durumda.

Hitler sinemayı nasıl kullanmış? Kendisini tek başına kanaat önderi olarak gösteren filmler mi yoksa Nazi ideolojisini öne çıkaran filmler mi yoğunlukta?

Hitler propaganda için sinemayı iki türde kullanıyor. Bir, haber filmleri (newsreels). Bu haftalık haber filmlerinin, 1938’den sonra sinemalarda yayınlanması zorunlu hale getiriliyor. Sinemada her seans öncesinde halka bu haber filmleri izletiliyor. Ciddi şekilde üzerinde emek harcanan filmler bunlar. Herhangi bir haber bülteni gibi düşünmemek lazım bunları. Görüntüler üzerinde, kurgu üzerinde tıpkı bir sinema filmi gibi emek sarf edilmiş. İkinci tür filmlerse gerek kurgu, gerek belgesel nitelikte olan propaganda filmleri. Çok büyük prodüksiyon işleri, parti doğrudan destekliyor, tabii bu o sırada açık şekilde söylenmiyor.  Çok ileri teknikler kullanılıyor; metrelerce raylar döşeniyor, çok özel asansörlü sistemler kuruluyor… “Hiçbir masraftan kaçınılmıyor” ve sembollere dayanılıyor. Örneğin Leni Riefenstahl’ın filmlerinden biri olan, ‘İradenin Zaferi’ (Triumph des Willens). Tüm semboller; bayraklar, flamalar, haçlar kullanılıyor ve film hep Hitler’in etrafında dönüyor: Hitler’in halkı selamlaması, Hitler’in gençlerle konuşması, Hitler’in askerlerle buluşması, halkın Hitler’e hayranlığı, Hitler’in gökten bir tanrı gibi uçaktan inişi…

Bir dönem Hitler özellikle karanlık ve ters açıdan görüntüleniyormuş. Neden?

Evet, Ellen Gibbels, Hitler’in 1941 yılından itibaren olan görüntülerini inceliyor çünkü o yıldan sonra Hitler’in ekranda çok fazla gözükmek istemediğini fark ediyor. Hitler’de Parkinson hastalığı semptomları gözlemliyor ve ekranda gözükmek istememesini buna bağlıyor.

Hitler çizgi filmlerin kahramanı da olmuş…

Evet, savaş döneminde ve savaş sonrasında kullanılmış. Buna ilk rastladığımda, bunu etik anlamda değil elbet ama teknik anlamda çok dâhiyane bulmuştum. Propaganda aracı olarak çizgi film kullanımının iki önemli noktası var: Birincisi, çizgi filmleri yetişkinler izler ama ilk hedef kitlesi çocuklardır. Bu yolla, her rejimin yetiştirmek istediği, kendine amade etmek istediği o genç dimağlara doğrudan ulaşılır. İkincisi, büyüklerin filtre koymadan izlemesi. Çizgi film bizim için basit bir şeydir, oturur öööyle izlersiniz. Hitler üzerine çekilmiş bir belgeselde propaganda öğeleri olabileceğini bilirsiniz, hangi taraf yapıyorsa oraya doğru sizi etkilemek isteyeceğini düşünebilirsiniz ama çizgi film öyle değildir. “Altı üstü çizgi film” dersiniz ve bu gardınızı indirip, mesajları, sembolleri içselleştirmenize sebep olur. Savunmasız kalırsınız.

Savunmasız bıraktıkları için, bu filmlerin yönetmenleri kendilerini savunmak durumda kaldılar mı? Nazi yargılamalarında sinemacılar da sanık oldular mı?

Bilmiyorum. Fakat mahkeme nezdinde mi bilmiyorum ama Leni Riefenstahl’ın en sık tekrarladığı savunmalarından biri şuydu: “Ben partiden biri değilim, partinin üyesi olmadım, partiden destek almadım. Ben sanatımı icra ettim. Hitler beni çok iyi bir yönetmen olduğum için seçti.” 

 

KUTU

Nazi rejimi yargılanmaları bittikten ve hesaplaşmaları başladıktan sonra çekilen filmlerde propaganda yapıldı mı? O filmlerle Nazi karşıtı propaganda yapılıyor mu?

İki dönem filmleri arasında ben bir fark görüyorum. Nazi propagandası yapan filmler, kör göze parmak gibi, pür propagandaydı. Fakat bugünden rejime bakılıp yapılanlarda, bir iç hesaplaşmaya müsaade edildiğini görüyorum. Örneğin, o dönemki Alman halkının tutumu üzerine düşünülüyor. “Nasıl fark etmediniz?” veya “Fark ettiniz de neden tepki göstermediniz?” deniyor. Riefenstahl bu yüzden de sorgulanıyor. Dönemin birçok sanatçısı, Bertolt Brecht, Marlene Dietrich Nazi döneminde Almanya’yı terk ediyor. Riefenstahl’a, sen neden terk etmedin, terk etmedin üstüne bir de neden bu filmi çektin diye soruyorlar. Fakat bugünden bakıldığında, bugün yapılan ‘Taking Sides’ (Taraf Tutmak),  ‘The Wave’ (Tehlikeli Oyun) gibi filmlerde Nazi rejimi değil ama insanların içine girdikleri psikoloji artık sadece reddedilmiyor. Gerçekten sorgulanıyor…