İsrail’de Holokost Kurtulanı bir Müslüman

8 çocuk 31 torun sahibi İsrailli Müslüman kadın Leila Jabarin, ailesinden 52 yıl gizlediği bir gerçeği nihayet açıkladı. Asıl adı Helen Brashatsky’di ve Auschwitz’de doğmuştu

Nelly BAROKAS Kültür
25 Nisan 2012 Çarşamba

Leila Jabarin, Auschwitz Ölüm Kampı’nda doğmuş Yahudi bir Holokost Kurtulanı olduğuna ilişkin sırrı, Müslüman çocuklarından ve torunlarından 50 yılı aşkın bir zaman sakladı. Aile onun Yahudilikten Müslümanlığa geçmiş olduğunu biliyordu ancak Holokost ile ilişkisinden haberdar değildi.

Asıl adı Helen Brashatsky olan Jabarin, Nisan ayının ikinci haftası nihayet ailesine Avrupa Yahudiliği’nin yok edilmesinin simgesi haline gelmiş Auschwitz’de doğduğunun öyküsünü anlattı.

70 yaşındaki bu kadının ismi Leila olduğu halde, çok uzun yıllardır yaşadığı İsrail’in kuzeyindeki Arap köyünde onu ilk oğluna atfen  “Raja’nın annesi” anlamına gelen Arapça “Umm Raja” diye çağırmaktalar. Her Yahudi çocuğunda olduğu gibi Leila’nın da bir İbrani adı var: Leah… Ancak kendisi Helen’i tercih ediyor.

İsrail Devleti’nin kurulduğu 1948 Mayıs’ından az önce bu topraklara annesi ve babası ile geldiğinde Helen 6 yaşındaydı.

Yugoslavya’dan kalkan ve Yahudi göçmenleri taşıyan bir gemi ile Hayfa kentine ulaşmışlar, ancak İngilizlerin kenti bombardımana tutması yüzünden gemi, yolcuları ile birlikte bir hafta kadar kentin açıklarında demir atmak zorunda kalmıştı. Annesi Macar, babası Rus olan Leila’nın ebeveynleri, yaşamakta oldukları Yugoslavya’dan iki oğulları ile birlikte 1941 yılında Auschwitz’e gönderildiler.

Auschwitz’e gönderildiklerinde annesi Leila’ya hamileydi. Doğumu gerçekleştiren Auschwitz’deki Hıristiyan doktor dünyaya gelen bebeği havluların arasına, ailenin diğer fertlerini de kamptaki evinin bodrum katında üç yıl boyunca gizledi. Anne evde hizmetçi, baba da bahçıvan olarak çalıştılar.

“Holokost’u anma  gününde

annem her  zaman ağlar”

“Annemle babam geceleri bodrum katına yatmaya geliyorlardı. Annem bize Nazilerin çocukları nasıl öldürdüklerini anlatıyor, doktor sayesinde hayatta olduğumuzu söylüyordu” sözleri ile Auschwitz’teki yaşamını anlatan Leila, annesinin çocuklarını tuzlu sıcak suya batırılmış kuru ekmekle beslemeye çalıştığını söylüyor.

Cümlelerini yarı İbranice, yarı Arapça kuran Leila, Auschwitz’i ziyaret etmeyi arzu ettiğini ancak dört kez kalp krizi geçirdiği için böyle bir heyecan yaşamaya hazır olmadığını ifade ediyor. O Macarca konuşuyor, biraz Yidiş, biraz da Rusça biliyor.

Aile ölüm kampının özgürlüğe kavuşmasından 3 yıl sonra Kutsal Topraklara göç etti. İlkin Hayfa’nın 20km kadar güneyinde bulunan Atlit göçmen kampına yerleştiler. İki yıl sonra önce Holon, sonra da Tel Aviv yakınında Ramat Gan’a geçtiler.

On yıl sonra, Helen Brashatsky’nin henüz 17 yaşındayken âşık olduğu Arap genci Ahmed Jabarin’e kaçıp, Umm al-Fahm’e yerleşmesi, ailesi ile tüm ilişkilerinin kopmasına neden oldu. Ailesi iki yıl kadar onunla konuşmadı, sonuçta durumu kabullenmek zorunda kaldı.

Oğlu 18 yaşına gelip de askeri görevini yapması için orduya çağrılınca Helen’in annesi kızına din değiştirip İslam’a geçmesini önerdi. Leila; “Oğlumu askere gönderseydim, ardından kızımı da göndermek zorunda kalacaktım. Müslümanlarda bir kızın evinden uzakta askeri bir kampta görev yapması kabul edilemez bir durumdur” sözleri ile açıklama getirmekte.

Leila ailesine yaşamının tüm gerçeklerini anlatmadı. 52 yıl süresince Auschwitz’de doğduğunu ailesinden gizledi. Onun ifadesine göre doğru zamanı bekledi. Doğru zaman, Holokost Anma Günü’nden birkaç gün önce İsrail Sosyal Servisi’nden bir görevlinin Leila’nın geçmişini konuşmak üzere kapısını çalması ile belirlenmiş oldu.

“Her yıl Holokostu Anma Günü’nde tek başıma yas tutar ağlarım. Hissettiklerimi sözcüklerle anlatmam çok zor” diyen Leila’nın aile fertleri annelerinin yaptığı açıklamadan oldukça etkilenmiş durumdalar. 33 yaşındaki oğlu Nader Jabarin bu açıklama ile yıllarca kafasını kurcalayan birçok sorunun yanıtını bulmuş.

Nader Jabarin; “Annem her yıl Holokost’u Anma Günü’nde İsrail televizyonundan tüm törenleri ilgili programları izler, bütün gün ağlardı. Bizler hiçbir zaman bunun sebebini anlayamamıştık. O günlerde evden çıkıp onu yalnız bırakmayı alışkanlık haline getirmiştik. Bu uzun soluklu sırrını bizlere anlatması hem onu, hem tüm aileyi rahatlattı. Onu artık çok daha iyi anlıyoruz” sözleri ile ailenin duygularını dile getirdi.