Kom il fo ‘ebeveyn’

 

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
11 Nisan 2012 Çarşamba

Geçen haftalarda üniversite seçme ve yerleştirme sınavı 1. basamağı yapıldı ve pek çok “rey del mundo” ile birlikte ebeveynlerin de 1. etap kâbusu bitti.  Doğduğu günden başlayan 12 sene süren sınava hazırlık tantanası birkaç saat içerisinde ya hep ya hiç şeklinde bitti… Kimileri iki sınav stresine katılmayı hak edecek,  kimileri akademik açıdan yolun sonuna gelmiş olacak ve bir tekstilcinin yanına (aile şirketine girmeden önce) çırak olarak girecek,  kimileri bir sene daha azap çekmeyi göze alıp dershaneye başlayacak… Bazıları da zor şartlar(!)  altında ‘yurt dışı’ eğitim yolunu seçecekler... Babam da sormuştu bana “Evladım üniversiteyi Türkiye’de kazanamazsan Los Anceles’e mi gidersin, Nü York’a mı?” Sonuç ne olursa olsun biz ebeveynler için sonuç değişmiyor… Her durumda son 18 senedir yaptığımız gibi ödemeye devam ediyoruz.  

Geçenlerdeki imtihan döneminde, sınava birkaç hafta kala başlayan, “aman çocuğum imtihana girecek streslidir, ne yapsa yeridir” adını verdiğimiz kritik dönemde, seve seve tüm hayatımızı onlara göre ayarladık. Hayır, aslında normal zamanda hiç bir zaman öyle yapmaz ve çocuklarımıza her daim sözümüzü geçiririz, zaten onlar da bir dediğimizi iki etmezler… Ama bu özel bir durum, o bakımdan… Onlara göre yemek yedik, onlara göre yattık, onlar uyurken evde tam sessizliği sağladık, sevdikleri yemekleri pişirdik, sevmediklerini pişirmedik… Ders çalıştıklarında evde çıt bile çıkarmadık… Bir kaşık suda boğmayı hayal ettiğimizde dahi, “haklı olabilirsin paşam, doğrudur hanumika kızım… Hiç bu açıdan bakmayı akıl etmemiştim… Bravo, tebrik ederim ben nasıl oldu da düşünemedim” diyerek ‘marmelat de kaza’ların son dönemeçte strese girmelerini önledik dedim ya, bizler de kom il fo ‘ebeveynler’ olduk… Tabii ki bu kolay olmuyor… Başarı için terlemek, zorluk çekmek, emek harcamak şart… Para harcamak şap-şart.  Mesela ben “çocuğum sınava giriyor ne yapmalıyım?” adını verdiğimiz gece kursunu müteakip, eşimle birlikte 8 hafta sonu süren “motivasyon arttırmanın yolları” kestirmeleri ve örneklerle anlatıldığı “muhteşem çocuklar” kursunu bitirdik… Hem de dereceyle…  Sonuçta öğrendik ki ebeveynler olarak bizler “haddimizi bilmeliyiz”. Ortada daha ikinci ve de üçüncü basamak imtihanlar olduğu için bu sınavdan sonra içinizden geldiği gibi davranma hayalinizi bir süre daha ertelememiz gerekli, yoksa çocukla uğraştığınız yetmiyormuş gibi bir de sebeb-i hayatınızın, çocuğa böyle bir dönemde ne kadar yanlış davrandığınız hususundaki konferans dizisi ile karşı karşıya kalabilirsiniz…

Sınav çıkışı asıl dert başlar… Oğlum nasıl geçti imtihan? Gibi basit ve tek bilinmeyenli soruya; “iyi geçti baba, Türkçeden 3 boş, filandan 2 boş bıraktım, birkaç da yanlışım var, barajı aşarım” derse günah mı olur? Olsa gerek ki bir türlü cevap alamayız. Herhalde bu kadar sıkıntıyı çeken bizler sınavın nasıl geçtiğini ilk ağızdan öğrenmek hakkını nereden buluyoruz ki acaba? Öyle her imtihandan sonra; nasıl geçti, kaç soru yaptın, yanlışın kaç tane, boş bıraktın mı gibi abes ve gereksiz sorular sormamayı öğrendik. Ne yapmalıymışız peki? Onu da öğrendik; sınav çıkışında onları merakla kapıda bekleyen tiplerden olmak çocuğun pisi-kolojisi üzerinde baskı yarattığından; asla ve de katiyen uygulanacak bir davranış değil. (Senin pisi-kolojin? Sırası mı şimdi?) Onun yerine hiiiiç merak etmemiş ‘kuuul’ ebeveyn olarak çocuğunun daha önceden talimat verdiği ‘kebapçı’da heyecansız ve de meraksız bakışlar ile bekleyeceksin… Eğitimli ‘kom il fo’ ebeveynler böyle yapar. Çocuk gelince meraktan çatlamak üzere olsan da “kriket oynamak için ne kadar da  güzel bir gün” şeklinde imtihan ile alakasız bir konu açarak  çocuğun imtihan stresini üzerinden atmasına yardımcı olacaksın... Sebeb-i hayatınız da size cevap verecek “Mordehay bak ne diyeceğim? Öğleden sonra blum-berkler ve ays- berglerle polo oynamaya gidelim mi?” şeklinde ‘from eyir from water’ konulardan hoş beş edeceksiniz. En sonunda başarılı sınav çocuğu ebeveyni nasıl olunur kurslarda öğrendiğiniz üzere; girdiği imtihanın hayattaki en önemli şey olmadığı mesajının açık ve net bir şekilde gizlendiği soruyu soracaksınız: “eeee oğlum naaaptın bugün?” Sınavdan bahsederse ne ala, bahsetmez ise, daha önceden konuşulmuş ve de ayarladığınız kankasının var ise görl-frenk veya boy-frenkinin telefonunu bekleyeceksiniz sabırsızlıkla. Telefon gelince de bir taraftan kebabınızı yerken bir taraftan da “seni asla dinlemiyorum ki” suratınızı takınacaksınız… Nedense konuşmalar gizemli geçecektir… Kurslardaki bilgileri kullanmamın tam sırası… Marmelat de kaza telefondaki ile sohbette: “o sorunun doğru cevabı karekökünün sinüs çarpımının kotanjant pi ye bölünmesi değil miydi? Yok be! O kadar yapmadım, oha! Valla mı? Yapma yaaaa” (siz içiniz kemire durun daha) A- acaba daha mı çok yaptı? B- adyo; daha mı az… C-telefondaki arkadaşı kaç soru yaptı ki? D- boş bırakılan sorulardan mı bahsediliyor, yoksa doğru yapılanlardan mı? E- hiçbiri F- hepsi… Olmadı son bir taktiğimiz daha var, telefon konuşmasının sonunda, bir önceki yazdan samimiyet kurduğunuz, arkadaş aranır ve tüm sorular rahatça sorulur, sonuca ulaşılır…

Bizim ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz bizler çocukken bizlere büyüklerinin yanında öyle zırt pırt konuşulmaz diye susmayı öğrettiler, devir değişti. Biz çocuklarımıza öğretmenler ile birlik olup büyüklerinin yanında zırt pırt konuşmayı öğrettik, soru sormayı, doğru bildiklerini savunmayı ve tartışmayı öğrettik… Sonra devir yine değişti bu defa çocuklarımız yine bize; çocukların yanında zırt pırt konuşulamayacağını, çok soru sorulmaması gerektiğini, öyle her konuda onlarla tartışamayacağımızı, kısacası “susmayı” öğrettiler… Dedim ya biz “kom il fo nesil ebeveynleriz.” Derdimizi anlatabileceğimiz tek ve son bir şansımız kaldı; o da torunlar… Bakalım onlardan ne öğreneceğiz…

Sevgiyle kalın…