Festivalin ilk filmleri

Onur ödüllerinin verildiği Açılış Galası görkemliydi. Terence Davies’in festivalin açılışını yapan “Aşkın Karanlık Yüzü” fazla teatral idi. Festivalin ilk üç gününün filmleri ziyadesiyle doyurucuydu ve programın zenginliğinin kanıtıydı.

Viktor APALAÇİ
4 Nisan 2012 Çarşamba

Toplumsal sorunlara değinen Fransız Ursula Meir’in “Yukarıdaki Çocuk”u, emekliliğe ayrılan yedi İngilizin Hindistan’daki yeni hayatlarını anlatan “Marigold Oteli”, bir sanat hırsızının öyküsü Norveç filmi “Kafa Avcıları”, efsanevi bir klasiğin etkileyici yorumu olan Altın Aslan Ödüllü “Faust”, alışılmış Holokost fimlerine yeni bir boyut katan “Karanlıkta Kalanlar” ilk üç günün öne çıkan filmleriydi.

31. İstanbul Film Festivali’nin ilk konukları iki İngiliz yönetmen oldu:   TERENCE DAVİES ve JOHN MADDEN

31. İstanbul Film Festivali 30 Mart Cuma gecesi Lütfi Kırdar’da düzenlenen açılış töreniyle başladı. NTV’den canlı yayınlanan törenin ardından, festivalin Onur Ödülü’nü almak üzere İstanbul’a gelen Terence Davies’in “Aşkın Karanlık Yüzü / The Deep Blue Sea” filmi gösterildi.

2008’de çektiği Liverpool güzellemesi “Zaman ve Şehre Dair / Of Time and the City”nin ardından İngiliz usta, merakla beklenen yeni filmiyle, gözünü Londra’ya çevirip, Terence Rattigan’ın 1950’lerde geçen romantik tiyatro oyununu beyaz perdeye uyarlıyor.

Görselliğiyle çarpıcı, duygusal açıdan insanın içine işleyen, “Uzak Sesler Durgun Yaşamlar” (1988), “The House of Mirth” (2000) gibi filmlere imza atmış yönetmen, bizlere bu kez bir yasak aşk öyküsü anlatıyor.

Yüksek mahkeme hakimi, ruhsuz Sör William Collyer’in güzel karısı Hester (Rachel Weisz), Londra’da ayrıcalıklı bir yaşam sürmektedir. Bir gün herkesi şaşkına çevirerek evliliğini ardında bırakır ve tutkuyla aşık olduğu eski ordu pilotu, karizmatik Freddie Page’in yanına taşınır.

Şeytanla aşkın karanlık yüzü arasında sıkışıp kalan Hester neyi ya da kimi seçmelidir? Terence Davies, on bir yıl aradan sonra çektiği bu ilk kurmaca film; yasak aşk, bastırılan arzular ve yalnızlık korkusu üzerine benzersiz bir inceleme.

2. Dünya Savaşı sonrası hâlâ yaralarını tam olarak sarmamış Londra’sında, eski moda bir melodramı anlatan Terence Rattigan’ın tiyatro oyununu, adaşı Davies teatral bir anlatımla sinemaya taşıyor.

Karşılıksız aşkı kadar toplumun ahlak kuralları içinde sıkışmış hassas ve akıllı kadının çaresizliğini, tecrübeli yönetmen, bastırılmış duygular, sınıfsal dayatmalar eşliğinde bir kırık aşk öyküsü formatında anlatıyor.

Kişisel hatıralarla şehirlerin hatıralarını bir araya getiren filmleriyle tanınan Terence Davies 31 Mart Cumartesi günü Salon’da “Belirsizliğin Keyfi ve Tehlikeleri” başlıklı bir sinema dersi verdi. “Belirsizliğin keyfi ve tehlikeleri, size gösterilen (ya da şiir ve müzik söz konusu olduğunda, size okutulan ve dinletilen) şeylerin gelecekte bir gün, bir anlatı problemini çözmek için ortaya çıkarılacak iki anlamı vardır” diyen usta yönetmen, sinema dersinde bu temel fikirden yola çıkarak sinemaya yönelik düşüncelerini paylaştı.

FESTİVALDE HIZLI BAŞLANGIÇ

40 yaşındaki Fransız kadın yönetmen Ursula Meir “Yukarıdaki Çocuk / L’Enfant d’en Haut” adlı toplumsal sorunlara değinen filmiyle festivalin ilk gününe damgasını vurdu.

İsviçre’nin ünlü bir kayak merkezinin eteklerinde yaşayan on iki yaşındaki Simon, kızkardeşiyle birlikte yaşadığı endüstriyel bölgeden, hergün teleferikle yukarıdaki zengin kayak merkezine çıkmaktadır. Deneyimli ve gözü pek bir hırsız olan Simon, büyük bir maharetle turistlerden çaldığı kayak malzemelerini yok pahasına aşağıdaki çocuk müşterilerine satmaktadır.

Simon işi abartınca ablasıyla ilişkileri bu durumdan etkilenecek, kardeşler uzun zamandır kaçındıkları bir gerçekle yüzyüze geleceklerdir. Film bu sürpriz ile bambaşka bir kulvara giriyor.

31. Festivalin ikinci önemli konuğu, 1998’de “Aşık Shakespeare” ile Oscar kazanan İngiliz yönetmen John Madden idi. Madden, Avrupa’da yeni vizyona giren son filmi “Marigold Oteli’nde Hayatımın Tatili / The Best Exotic Marigold Hotel”i takdim etmek üzere İstanbul’a geldi.

Sempatik yönetmen “Projeksiyon öncesi filmlerimden bahsetmekten hoşlanmam. Filmin sonunda birşeyler tartışmak veya üstüme birşeyler atmak istiyorsanız, ben burada olacağım” dedi.

80’li yaşlarını sürdüren yedi İngiliz oyuncunun başrollerini üstlediği film, yaşam, yeni ilişkiler, değişimi ve önyargıları kırmanın faydaları üzerine.

Emekliliğe ayrılan yedi İngiliz’in, daha hesaplı ve görünürde daha egzotik bir ülke olan Hindistan’a taşınmalarını anlatan film, bu dar gelirli emeklilerin yeni bir hayata adapte olmada yaşadıklarını mizahi bir dille anlatıyor. Judi Dench, Tom Wilkinson, Maggie Smith, Bill Nighy gibi eski tüfekler filmi sürüklüyor.

Morten Tyldom’un “Kafa Avcıları / Headhunters”i, Norveç’in en başarılı insan kaynakları uzmanı “beyin avcısı” Roger’in ikinci işi olan sanat eseri hırsızlığını anlatıyor. Müthiş bir gerilim temposu içinde, aynı kadının peşinde olan iki becerikli erkeğin nefesleri kesen mücadelesini izledik. Aksiyondan hoşlananlara bu çizgidışı Norveç film ilaç gibi geldi.

DEVLET GÖREVİ

Geçen yıl Cannes’da politik sinemanın gövde gösterisine soyunan Fransa, müthiş bir politik film olan “Bakan / L’exencice de l’Etat” ile Belirli Bir Bakış bölümünün FİPRESCİ Ödülü’nü kazanmıştı. Senaryo yazarı – yönetmen Pierre Schoeller, Dardanne Kardeşler’in yapımcılığında, derin bir politik entrikanın iç yüzünü inceliyor.

Gazete manşetlerinden yola çıkarak Schoeller, içinde politik mesajlar içeren, görevleri ile özel hayatı arasında sıkışan bir politikacının şahsında, son derece güçlü bir film yapmış. Asıl karşılığı “Devlet Görevi” olan “L’Exencice de l’Etat” liberal sağcı bir hükümette ulaştırma olarak görev yapan bir politikacının hayatının kısa bir dönemine odaklanıyor.

“400 kişiyle ilişkim var ama dertleşecek kimsem yok” diye yakınan bakanın çevresinde birbirlerine sürekli çelme atan, engel çıkaran devlet görevlileri var. Gerçek olaylardan kurgulanmış senaryo, devlet yönetiminde, samimiyet ve görev arzusuyla hizmet etmeye çalışanları, çarkları arasında ezen acımasız bir sistemi gözlere sererken, acımasızca eleştiriyor.

Hız, iktidar çekişmeleri, kaos, ekonomik kriz, acil durumlar... Filmde, günahı ve sevabıyla, insani zaafları ve meziyetleriyle, iyi çizilmiş Ulaştırma Bakanı’nı (Dardanne’lerin ve Bruno Dumout’un fetiş oyuncusu) Olivier Gourmet canlandırıyor. Bu yalnız adamın danışmanı, üst düzey devlet memuru, görev adamı Gilles’de, Fransız sinemasının kaliteli karakter oyuncusu Michel Blanc harikalar yaratıyor.

“POLİS”İN PEDOFİLİ İLE SAVAŞI

Senaryo yazarı  yönetmen – oyuncu Maiwenn “Polis / Polisse” ile geçen yıl Cannes’da Jüri Ödülü’nü kazandı. Fransızca “yumuşak ten” (peau lisse) ve polisi birleştiren bir kelime oyununu başlığına taşıyan “Polisse”, çocuk tacizi, pedofili ve ensestle mücadele eden, Fransız polisindeki bölümünün öyküsünü anlatıyor.

Belgesel tadındaki, bol kahramanlı, bol olaylı, nefis karakter tahlilleri içeren zengin senaryolu filmin ana hatlarını sosyal duyarlılık, mizah ve aksiyon çiziyor.

Tacize uğramalarına rağmen seslerini duyurmaktan korkan çocuklar, pedofil kocalarını koruyan eşler, filmde gerçekçi ve inandırıcı bir tonla işlenmiş. “Paris Çocuk Koruma Birimi”ndeki polislerin, meslek aşkı uğruna, özel hayatlarında ailelerini ihmal etmeleri, sık sık boşanmaları renkli örneklerle dile getirilmiş.

Maiwenn’in canlandırdığı çekingen fotoğrafçı Melissa, İçişleri Bakanlığı tarafından birimin faaliyetlerini belgelemesi görevi verildiğinde ekibe katılır ve onun sayesinde toplumun kabuslarını birinci elden gözlemleriz. Filmin çok geniş ve müthiş oyuncu kadrosunda, senaryo yapılımına katkısı bulunan Emmanuelle Bercot öne çıkıyor.