Bu hafta ağımıza takılanlar

<p> Trakya Olayları... Biliyor musunuz? Hatırlıyor musunuz? Ortaya çıkan manzara, İstanbul’da 1955 yılında yaşanacak olan Rumlara, Ermenilere yönelik 6-7 Eylül’den çok daha vahimdi.Ama yaşananları kimse görmedi. Duymadı. Bilmedi. Yaşanan acıların üstü hızla örtüldü. Tarih bile tanık olmadı yaşanan drama. HASAN CEMAL </p>

İzak BARON Diğer
18 Temmuz 2012 Çarşamba

 

YAHUDİLERE DUYULAN BU NEFRET, BU ÜLKEYİ BİLENLER İÇİN, “BİR AVUÇ ÖĞRENCİNİN HEZEYANI” DEYİP GEÇİLEMEYECEK VE SADECE YAHUDİLER İLE SINIRLI BİR DURUMU DA İFADE ETMİYOR

Sosyoloji bölümü öğrencilerine bu dönem verdiğim “sinema sosyolojisi” dersinin bütünleme sınavında sorduğum bir soru ve bu soruya karşılık olarak verilen yanıtlar, beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Sınavda öğrencilerimden, ‘The Great Dictator/Büyük Diktatör’ (1940) filminde Charlie Chaplin’in Hitler’e atfen canlandırdığı Diktatör Adenoid Hynkel’in ağzından söylediği, “İnsanların Yahudilere karşı duydukları öfke açlıklarını unutturabilir” cümlesinin sosyolojik analizini yapmalarını istedim.

Bu soruya karşılık olarak kimi öğrencilerce metne dökülmüş cümlelerden bazıları şöyle: “Yahudiler, acımasız, kötü, toplumun huzurunu bozan bir millet oldukları için sürekli bir öfkeye maruz kalıyorlar”, “Yahudiler, kendileri dışında tüm insanları reddederler ve küçük görürler”, “Yahudiler, insanlara zulüm etmekte, onları köle olarak kullanıp, mahzenlere kapatmakta, ekmeklerini ellerinden almakta”, “suçsuz günahsız çocukları öldürüp, kadınların ırzına geçmekteler”, “Yahudiler, erkek egemenliğinin hâkim olduğu, ırksal ayrımcılıkların bulunduğu bir topluluk” vs… Kâğıtlarda fikri desteğini İslâm’dan alanlar da yoğunlukta, mesela birisi bazı hadislerde “bir tek Yahudi var olduğu sürece insanlığın huzur bulamayacağını” söylüyor. Bir diğeri, “Allah’ın merhametinden yoksun tek millet” olduklarını ekliyor. Bir başkası “İslâm’da barışta ve savaşta Yahudilerden dost olunmayacağını”n altını çiziyor.

Böylelikle bir sınav kâğıdına rahatlıkla yazılan bu utanç verici yorumlar uzayıp gidiyor. Tabii ki Yahudilere duyulan bu nefret, bu ülkeyi bilenler için, “bir avuç öğrencinin hezeyanı” deyip geçilemeyecek ve sadece Yahudiler ile sınırlı bir durumu da ifade etmiyor. Bu öğrencilerin bunları nerede, hangi yollarla ve kimlerden öğrendiği, “hoşgörü” başlı başına sıkıntılı bir kavram olsa da, İslam’ın barış, diyalog ve kardeşlik söylemlerine neler olduğu, bu simülasyon dünyasında zaten biliniyor. Fakat “nefret suçu” diye bir suç varken, acaba “helal” tüketim ürünlerinden sonra şimdi de “helal” bir ırkçılıkla mı karşı karşıyayız?

Yavuz Çobanoğlu

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1093427&CategoryID=42

 

HİÇ OLMAZSA, ÖNCE ŞU SURİYE’Yİ VE İSRAİL’İ HALLEDELİM

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Suriye’den sonra son balans ayarını da çekti.

Bu defa hedefte Rusya var.

“Suriye politikasını değiştirmezse, Rusya’yı izole etmek lazım” demiş.

İster misiniz şimdi bir stratejik adım daha atıp, Rusya’nın muhalifleri için de bir askeri kamp kursun.

Arkasından, “Bizim sorunumuz Putin’le, Rus halkıyla değil” demeçleri versin.

Bir de “Rusya’nın dostları toplantısı” düzenledi mi...

Buyur bir savaş daha kapımızda...

Saymadım, Rusya’yla kaçıncısı olacak? 19’uncu mu yoksa 20’nci mi...

Birilerinin Dışişleri Bakanı’na dur deme zamanı geldi.

Biz söylüyoruz, dinlemiyor.

Sözünü dinleyeceği makul bir insan bulup, ona rica etmeliyiz.

Demeliyiz ki:

Yeter kardeşim, yeter artık.

Vazgeç şu dünyayı, yazdığın kitaba uydurma sevdasından...

Bu ülkenin sırtından, stratejik teorilerini sağlama hevesini bırak.

Gençlik hayallerimi, ideolojik hülyalarımı gerçekleştireceğim diye, Türkiye’nin kaderi ile oynamaktan vazgeç.

Hiç olmazsa, önce şu Suriye’yi ve İsrail’i halledelim.

Sonra evvel Allah Rusya’ya da bakarız...

Ertuğrul Özkök

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20957424.asp

 

AZINLIKLARIN HAŞERAT MUAMELESİ GÖRMEKTEN DEKORATİF BİR UNSURA DÖNÜŞMESİNİ BÜYÜK BİR İLERLEME OLARAK SUNUYORUZ

Bu ülkede yıllarca azınlıklara haşerat muamelesi yapıldı, kimi tehcirle, kimi mübadeleyle, kimi asimilasyon politikalarıyla yerlerinden edildi.

Bu ayıptan ebediyen kurtulmak yerine şimdi kalkmış insanları zenginlik diyerek kandırmaya çalışıyoruz.

Azınlıkların haşerat muamelesi görmekten dekoratif bir unsura dönüşmesini büyük bir ilerleme olarak sunuyoruz.

Allah aşkına yeter!

Bırakalım artık şu zenginlik klişesini.

Biraz da hakları konuşalım.

Kim kendisini nasıl istiyorsa öyle tarif eder.

Devletin işi tarif değil, tarife uygun hizmet sunmak.

Dede isteyene dede, imam isteyene imam, papaz isteyene papaz.

İsteyen camiye gider, isteyen cemevine.

İsteyen Kürtçe savunma yapar, isteyen Türkçe.

Ne zenginlik bu ne de lüks.

HAK.

İnanmıyorsan şu zenginlik aynasında bir de sen kendine bak!

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1093800&Yazar=EYUP-CAN&CategoryID=97

 

İSRAİL, HAMAS VE İNTİFADA HAREKETİ KARŞISINDA ARAFAT’I TERCİH ETTİ

1989’da halkoyuyla değil de Konsey tarafından başkan seçilmesi, 1990’da 61 yaşındayken 27 yaşında bir Filistinli Hıristiyan’la evlenmesi ve Oslo görüşmelerine hazırlık amacıyla İsrail ile iletişime geçmesi, Filistinlilerin bir kısmı tarafından onaylanmamıştı. Bu durum, Arafat’ın giderek Filistin’in bütününü temsil eden kimliğini tartışmalı hale getirmişti.

Oslo anlaşması gereğince Arafat Gazze’ye yerleşti ve burada Filistin Ulusal Yönetimi’nin başkanı, başbakanı, meclis başkanı ve başkumandanı oldu. Kurduğu polis teşkilatıyla da muhaliflerini denetim altında tutmaya çalıştı. Hamas’ın neden Gazze’de yeşerdiği ve güçlendiği sorusu sorulduğunda, belki İsrail’den önce FKÖ’ye ve Arafat’a bakmak gerekiyor; zira bu uygulamalar İsrail’in arayıp da bulamadığı bir imkan sağlamıştı.

İsrail, uzun yıllar boyunca Arafat’ı siyasi muhatap olarak değil, direniş örgütü lideri olarak gördü. Hatta FKÖ’nün mücadelesini bölmek için ‘dindar’ Filistinlilerin ayrı örgüt kurmalarına ve FKÖ’yü bölmelerine yardım bile etti. Ancak Arafat’ın bu kesimleri hasım görmesi, İsrail’in de desteklediği grupları denetleyemez hale gelmesi sonrasında Arafat giderek İsrail nezdinde siyasi muhatap haline geldi. Kısacası İsrail, Hamas ve İntifada hareketi karşısında Arafat’ı tercih etti; İslami direniş hareketinin teminatı olarak gördü.

Beril Dedeoğlu

http://stargazete.com/yazar/beril-dedeoglu/dunya/arafat-olduruldu-mu/yazi-635643

 

6-7 EYLÜL’DEN DAHA VAHİM BİR POGROM NASIL, NEDEN KARANLIĞA GÖMÜLDÜ?

Trakya Olayları...  Biliyor musunuz?  Hatırlıyor musunuz?

1934 yılının 21 Haziran günü başladı. Yahudilere dönük bir ‘pogrom’du. Türkiye Cumhuriyeti’nin Yahudi vatandaşlarını Trakya’dan kaçırtmayı hedef alan ‘boykot’tu. İki hafta sürdü.

Ortaya çıkan manzara, İstanbul’da 1955 yılında yaşanacak olan Rumlara, Ermenilere yönelik 6-7 Eylül’den çok daha vahimdi.  Ama yaşananları kimse görmedi.  Duymadı. Bilmedi.

Yaşanan acıların üstü hızla örtüldü. Tarih bile tanık olmadı yaşanan drama.

Ta ki Rıfat Bali’nin Trakya Olayları isimli kitabı yayımlanana kadar...

Bu satırlar AGOS’tan.

Gazetenin 29 Haziran 2012 tarihli sayısında Serdar Korucu’nun yazar Rıfat Bali’yle yaptığı konuşmadan özetledim.  Niye bilmiyoruz Trakya Olayları’nı? 6-7 Eylül’den daha vahim bir pogrom nasıl, neden karanlığa gömüldü?  Yahudiler neden konuşmadı? Basın niçin yazmadı?

Acıların üstü niye örtüldü?  Ben 1960’larda siyasal bilimler okudum Mülkiye’de. Hocalarım bana neden söz etmediler Trakya Olayları’ndan?

Farkındayım.

Çok sıradan satırları alt alta diziyorum. Kim bilir kaç kez yazdım bu konuyu. Ama yazmakla değişmiyor.  Değişmeyenlerin başında devlet geliyor. Kendi vatandaşlarını yalanda yaşatmak isteyen ‘devlet’i bu açıdan bir türlü değiştiremiyoruz.

Bu devlete damgasını vurmuş olan İttihat Terakki zihniyeti Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana torna tezgâhından çıkmış bir devlet ve toplum düzeni yaratmaya çalıştı bu ülkede.

Hasan Cemal

http://siyaset.milliyet.com.tr/ak-parti-ittihat-terakki-den-kemalizm-e-/siyaset/siyasetyazardetay/13.07.2012/1566415/default.htm

 

İSRAİL'İN YALNIZLIK PSİKOLOJİSİNE KAPILMASI TÜRKİYE İLE BARIŞMAK İÇİN BİR SEBEP OLABİLİR

Mofaz'dan Türkiye ile ilgili olumlu ifade duymak pek de sürpriz değil. Filistin ile barışı savunan Kadima Partisi liderinin Türkiye'ye sıcak bakan biri olduğu eskiden beri biliniyor.

Ancak alçak koltukta ağırladığı büyükelçimizle kendi basınına şov yapan Ayalon'un, aşırı sağcı Lieberman'ın ve Davos'ta yediği fırçayı hazmedemeyen Peres'in yaklaşımları hakikaten insanı düşünmeye sevkeden gelişmeler.

Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik ve askeri ilişkiler asgari seviyede. Ticaret ise devam ediyor. Yangın yerine dönen Ortadoğu'da iki ülke arasında bir müttefiklik söz konusu değil. Yeniden yapılanan bölgede eski ortaklıkların kurulması hangisine daha çok menfaat sağlar? İsrail'e mi yoksa Türkiye'ye mi? Bu sorunun yanıtı önemli.

 Mısır'da Müslüman Kardeşler iktidarı her ne kadar askeri vesayetin baskısında olsa da İsrail için ürkütücü bir durum. Aynı şekilde Tunus'ta da benzer görüş iktidarda, Libya'da da bugün yarın olacaklar. Müslüman Kardeşler İsrail ve Batı için öyle büyük tehdit ki, bu korku yüzünden Suriye'deki rejim bir türlü yıkılamadı.

İsrail'i endişelendiren iktidar yapılarının ağır aksak olsa da kurulmaya başlandığı bu Arap ülkelerinin hepsinin Türkiye ile arası eskisinden bile daha düzgün. Kaldı kı Mısır da, Tunus da, Libya da Türkiye'yi örnek alıyorlar.

 İsrail'in yalnızlık psikolojisine kapılması Türkiye ile barışmak için bir sebep olabilir. Hatta tıpkı Mavi Marmara gibi Suriye'nin uluslararası sahada Türkiye'ye yönelik saldırısı İsrail'in savunmasını güçlendirmiş olabilir. Sebep her neyse niyet barışmak ise bunun şartı belli. Tazminat ve resmi özür. İsrail'in mevcut hükümeti bunu yapmadı yapmaz. Yapsalar kendi halklarına ne diyecekler? Seçmenlerine karşı küçük düşeceklerdi, ülke savunması olarak adlandırdıkları saldırıların gayrı meşru olduğunu kabul edeceklerdi. Ancak İsrail'de 2013 yılında seçim var. Yeni bir hükümet ve yeni bir Başbakan gelirse bu şartlar neden yerine getirilmesin?

Taha Dağlı

http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/07/13/israil-neden-barismak-istiyor

 

CUMHURİYET SONRASI İSTANBUL’U GETTOŞLAŞTIRMA ARZUSU, TAMI TAMINA NAZİ İDEOLOJİSİNİN ZİHİNLERE KAZDIĞI BİR ÖRGÜN ÖRETİDEN İBARETTİR

İslami muhafzakârların, Osmanlı kültürel mirasi ile barışabilmesinin tek çözümü olarak ilerleyen yıllarda bu semti sözde “Türkleştirme ve Müslümanlaştırma” gayreti ile planlanan asab bozucu işler, esasen Osmanlı’nın son 200 yıllık kent kültürünü inkâr etmekle ilgiliydi.

Ne ironidir ki, Beyoğlu’na bahşedilen “sıradışı” kimliği kazandıran konsolosluklar, yabancı okullar ve büyük çoğunluğu Katolik ve Protestan olan kiliselerin hiçbirisi, yerli azınlıklara ait değildi. Bu bağlamda bir kolonyal estetik çok daha baskındı. Sonraki yıllarda bu imgeyi İstanbullu azınlıklarla özdeşleştirmek, başka bir stratejinin, İstanbul’u “Berlinleştirme” anlayışının sonucuydu.

Halbuki Beyoğlu’ndaki yabancı unsurları kaldırdığınızda bu semtin sokaklarının Samatya, Kadıköy ya da Balat’tan hiçbir farkı olmadığını görmek zor değil. Cumhuriyet sonrası kurumsallaşan azınlık imgesi ve bu imgeyi sürekli olarak bir noktada “toplama, izole etme, ayrıştırma” gayreti sonucunda, Beyoğlu kendisini salt azınlıklarla anılırken buldu. Böylelikle sahipsizleştirildi ve yeniden ve YENİDEN fethedilmeyi daima hak etti.

Gayrimüslimler kuşkusuz vardı ve gayet tabii belli semtlerde yoğunlaşmışlardı. Ancak 80 sene önceye kadar İstanbul nüfusunun neredeyse yarısını meydana getiren “azınlıklarla” o günkü ilişkiler şu an olduğu gibi bir “yabancılaşma” potasında erimediği için, bu şehirde sanıldığı gibi kalın duvarlar hiçbir zaman örülmedi. O nedenle Sarıyer’den, Fatih’e, Moda’dan, Kuzguncuk’a, Kartal’dan, Bakırköy’e kadar kentin tüm köşelerinde azınlıklar yaşadı. Üstelik Haliç ve Boğaz kıyılarında yaşayan ailelerin çok büyük bir bölümü de “Türk Evi” kategorisindeki o ahşap yapılarda ikamet ettiler. Müslüman burjuvazi ise Beyoğlu ve Nişantaşı çevresindeki “Rum Evlerinde”.

Bilimsel veriler malum “mahalle fantazmasının” hangi ideolojilerden türediğini bugün daha net kanıtlıyor. Cumhuriyet sonrası İstanbul’u gettoşlaştırma arzusu, tamı tamına Nazi ideolojisinin zihinlere kazdığı bir örgün öretiden ibarettir.

Tayfun Serttaş

http://www.istanbulist.net/bilesenler/koseyazilari/yazi.php?yazi_no=935

 

Netten okumalar

 

MAVİ MARMARA ÖNCESİ VE SONRASI TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ – ALPER TUNGA ÖZKESKİN

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=3626

 

GÖLGEDEN GÜNIŞIĞINA – ALİ MURAT HAMARAT

Almanya tarihi denince akla Naziler, İkinci Dünya Savaşı ve Yahudi soykırımı gelir. Peki Almanya formasını giymiş iki Yahudi futbolcu olduğunu biliyor muydunuz? Bu iki oyuncunun da öyküsü hazin, birisininki çok daha hazin.

Almanya’da Yahudiler birçok konuda olduğu gibi futbolda da öncü olmuşlardı. Walther Bensemann Karlsruhe’yi kurmuş, Bayern Münih’in ve Almanya Futbol Federasyonu’nun doğmasında rol oynamış, Almanya’nın bir numaralı futbol yayını olan Kicker’e imza atmıştı.

Futbolun mutfağında bu gelişmeler yaşanırken Karlsruhe’de top oynayan iki Yahudi vardı: Gottfried Fuchs ve Julius Hirsch. Hirsch’in babası Berthold Almanya ile Fransa arasındaki savaşa katılmış, oğullarına Alman milliyetçiliğini aşılamıştı. Achern’de 1892’de doğan Hirsch ile Karlsruhe’de doğan Fuchs’un yolları Karlsruhe’de kesişmişti. On yedisinde takıma dahil olan Hirsch bir Pazar günü hocası William Townley tarafından sol açıkta sahaya sürüldüğünde o kadar iyi oynamıştı ki İngiliz teknik adam gençteki cevheri hemen fark edip onu ‘ihtiyar’larla oynatmaya başlamıştı. Kendisinden üç yaş büyük olan Fuchs ise takımın yıldızıydı.

http://www.yazihaneden.com/2012/07/golgeden-gunisigina/

 

KERKÜK YAHUDİLERİ: KENDİLERİ GİTTİ, HATIRLARI KALDI – ABDULLAH SABAH

http://kirkuknow.com/turkmen/index.php/2012/07/kerkuk-yahudileri-kendileri-gitti-hatirlari-kaldi/

 

ARMİKO, TUZLU BALIK VE MUSTACHUDOS

http://www.greekturkish.com/turkish/armiko-tuzlu-balik-ve-mustachudos/

 

METİN ARDİTİ & 'LE TURQUETTO' – UĞUR HÜKÜM

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ugur-hukum/metin-arditi-le-turquetto-57041

 

YÜKSELEN TREND 'TANIMADIĞINDAN NEFRET ETMEK'

http://www.aksam.com.tr/yukselen-trend-tanimadigindan-nefret-etmek--127401h.html

 

AKİL ADAM PİLLİNG TALAT PAŞA İMZALI SAHTE BELGE Mİ ÜRETTİ

http://www.odatv.com/n.php?n=akil-adam-pilling-talat-pasa-imzali-sahte-belge-mi-uretti-1507121200

 

ORTA DOĞU’NUN ANLATILMAMIŞ EN BÜYÜK HİKAYESİ - RON PROSOR (İSRAİL’İN BM BÜYÜKELÇİSİ) - ÇEVİRİ: AVRAM CERASİ

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/4058.htm

 

FRANSA GEÇMİŞİYLE YÜZLEŞİYOR – KAYHAN KARACA

Fransa, tarihinin kara sayfalarından biri olan “Vel d’Hiv Baskını”yla yüzleşmeye devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkede iktidarda olan Vichy rejiminin on binlerce Fransız Yahudisini kitlesel baskın operasyonlarla toplayıp Nazi Almanyası’na teslim etmesi tartışmalı biçimde anılmaya başlandı. Yeni açıklanan bir kamuoyu araştırması gençlerin yüzde 60’ından fazlasının olaylardan haberdar olmadığını ortaya çıkardı.

http://www.dw.de/dw/article/0,,16101053,00.html

 

YASAKLANMAYI HAKEDEN BİR KİTAP OLABİLİR Mİ? – ELİF ŞAFAK

http://www.haberturk.com/yazarlar/elif-safak/759050-yasaklanmayi-hak-eden-bir-kitap-olabilir-mi

 

SURIYE'DEN YAHUDİLERİN KAÇIRILIŞ ÖYKÜSÜ – HAROLD TROPER

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/4059.htm

 

Netten dinleyin

 

LOS CAMİNOS DE SİRKEDJİ / CLAUDİA HENİG

http://www.youtube.com/watch?v=-T7v8KX_V74

 

PORLA TU PUERTA YO PASİ (SEFARAD)-GÜLPEMBE-SERAP TAMAY

http://www.youtube.com/watch?v=jTmHQTKDWiA

 

LADİNO: LA KAZA DE SOL 1999

http://www.youtube.com/watch?v=eVl5P1TJjaw&feature=share