Konuşmadan bir garip sohbet

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
16 Temmuz 2012 Pazartesi

Genelde hepimizin hissettiği gibi, dişçi koltuğundan ‘tırsarım’ ama korkunun ecele faydası olmadığı gibi bir şey olmasın diye ‘o kadar çok korkarım ki’ kendimi sık sık o koltukta bulurum. Ancak bir maruzatım var; daha önce sizlere belirttiğim gibi imalatçı firma olan annem ve babam malzemeden çaldıkları için dişlerim peynir kıvamında; muhallebi yesem dişim kırılacak, o kadar yani. İşte bu sebep ile yaklaşık her on senede bir dişlerimi baştan yaptırırım. Her yeni dişçi, bir öncekinin yaptığını beğenmeyerek, tüm dolguların, tedavilerin çok kötü yapıldığını, hepsini sökmek gerektiğini, çoğunun zaten çatladığını, üstten iyi görünseler bile alttan alttan çürüdüğünü söylerler… Elden ne gelir, diploma onlarda… Akşamları yatarken ‘bir bardak su’ içerisinde dişlerimi görmek için yaşım müsait olmadığından, çaresiz dediklerini yerine getiririm. Bu kadar ile bitse iyi, bana akla gelmedik işkenceleri uygulamaları için ufak bir daire fiyatını gözden çıkartırım… ‘Mazoşizim’ bu olsa gerek. Öyle iki ucu çiçekli değnek ki, gitsen bi türlüüüüü, gitmesen günü gelip de yıldızları saydığında zaten gideceksin, ağrıdan boşu boşuna çektiklerin de çabası. Hani derler ya seve seve…

İşte yine böyle bir dönemdi; son bakımın üzerinden bayağı bir zaman geçmiş olacak ki, su içsem dişlerim sızlıyor. Uzun bir psikolojik hazırlık döneminden sonra “tamam gidiyorum” dedim. Atalarımızın sözlerine güvenirim, ne demişler? Pahalı ise vardır bir hikmeti… Eşlerin en iyisi ve de aynı zamanda mükemmel bir iş bitirici olan sebeb-i hayatım bana uygun bir diş hekimini buldu, bulmakla kalmadı, randevuyu da aldı… Hayır! Biliyorum başıma gelecekleri; ağzımın içi İstanbul sokakları gibi çukur, delik birbirine karışmış. Eşlerin en iyisi, “Niye böyle kötü düşünüyorsun, belki de hiçbir şeyin yoktur. Evrene kötü dilekler yollama, sonra başına gelir,” diyor. Sanki evrenin benden başka işi yok, sabah akşam beni dinliyor, dinlemekle kalmıyor, ağzımdan çıkan olumsuzlukları not alıp günü geldiğinde biiiir bir yerine getiriyor… Bırakalım bu işleri diyeceğim ama ya evren buralardaysa!

Randevu günü eşlerin en iyisi yanımda, unuturum cayarım filan, bir gün öncesinden cep telefonuma mesaj; yarın saat onda, buluşalım kordonda. Kapıda galoşlarımızı giyiyoruz, hijyen 10 numara. İçeride üç hemşire, umarım maaşlarının hepsini benden çıkartmayı düşünmüyorlar.

İşkence odasına doğru yürürken stres diz boyu. Sonunda kendimi dişçi koltuğunun o ‘rahat’ ortamında buluverdim. Önce sosyalleşiyoruz, hem de inanmayacaksınız blek böri kullanmadan, ilkel çağlarda olduğu gibi, sanırım sohbet deniliyordu o zamanlar. Hoş geldiniz, beş gittiniz… Bu sırada steril edilmiş işkence aletleri hemşireler takımı tarafından biiiir bir tezgaha konuluyor. Stres biraz daha yükseliyor. Hemşirelerin biri manasızca gülümsüyor bana, kurbanlık koyunun önünde bıçağını bileyen kasap misali… Tabii siz değilsiniz birazdan ve de haftalar boyu dişinde matkap çalışacak olan. Önce, hafiften bir caz sesi geliyor ‘sör-raund’ sistemden sonra ‘tavandaki ekranda’ tedavi sonrası ödeyeceklerim ile artık nereye gidemeyeceğimin fotoğrafları geçmeye başlıyor. Assolistler en son gelir, doktorumuz geliyor ve başlıyor: “Arkamıza yaslanalım, bir bakalım neler var,” diyor. “Açalım” diyor açıyorum. “Relax” diyorum kendi kendime. “Tecavüz kaçınılmaz ise bari zevkine var.” Bu arada evren yanı başımda, sebebi hayatım uyarmıştı beni, ama dinleyen kim… Noolucak şimdi? Duydu galiba söylediklerimi, sol omzumdan kulağıma eğiliyor, “duyduuuum” diyor… “Hooop” diyorum tamam bir şeyler söyledim ama… Hani, yani, o kadar da yüksek sesle söylememiştim… Kem küm… Anlaşılan evrenin bugünlerde işi yok benle uğraşıyor. Bu sırada diş hekimim son olarak ‘kolonoskopi’de gördüğüm ameliyat eldivenlerini takıyor, son derece mükemmel gülüşü ile bana bakıp, ellerini ovuşturup ağzıma…

Malumunuz insan sosyal olmayı sever, diğer kreatürlerde olmayan bir özelliğe sahiptir. ‘Konuşmak’, başka işleri olmasa da, sırf sohbet etmek için bir araya gelirler. Hatta orada olmayanlar hakkında konuşmaya bayılan bir varlıktır insanoğlu. “Kim yaptı bu dişleri?” diyor sevgili doktorum. Hemşirenin tükürük emen vantuzu, doktorun ucu sivri ön araştırma matkabı ve minik aynası ağzımın içinde. Ne desem? “ahi – haahi” diyorum göz, kaş hareketleri ile de anlam katıyorum sözlerime. “Hımmm” diyor anlamış gibi, bunların hepsi gitmiş, hepsi gitmiş. Sağ – sol – üst- alt üç numara kaninlerden sonra hepsi gitmiş. “agiih gih ve de gah” diye cevaplıyorum. Dedim ya; sohbeti ben de severim. “Oooo, bu ne hal? 20 yaş dişlerini hiç fırçalamamışsınız” diyor, hemşire hanım. ‘Çene’ demesi ile şükür ağzımdaki takım taklavat geçici bir süre için çıkıyor. Hemşire porselen bir çene getiriyor üzerinde muazzam ve dahi muntazam dişler, şov için bir diş fırçası alıyor, “bakınız efendim,” diyor. Çenemi sağa sola oynatarak yerine yerleştirmeye çalışırken. Fırçayı usta bir ressam edası ile alttan üste doğru kaldırarak porselenin dişlerini fırçalıyor. “Böyle yapacaksınız,” diyor. Dikkatlice izliyorum sanki uygulayacakmışım gibi. Biliyorum aslında, kendimi tanırım. Bunu yaparsam kesin uyurum fırçalama bitmeden. Porselen çene gidiyor, “açalım” diyor, açıyorum. “Oof off offf bu ne! Her yer diş taşı olmuş, bir seansta da bitmez bunları temizlemek.” Anlıyorum, benim tedavim bittikten sonra dünya turuna çıkacak, bütçeyi doğrultuyor. Gereken ne ise yapılacak manasında “hiii aaag” diye cevaplıyorum. Gözlerimi kapatıyorum “evet” manasında. “Dün akşamki maçı seyrettin mi?” diyor, çenemin derinliklerine uyuşturucu iğneyi yaparken, tüm vücudum kas-katı kasılmış, saçlar diken diken, koltuğun kenar kollarını sım-sıkı kavramışken… “hiaaagh” şeklinde ben de maçı yorumluyorum, devam ediyor “Hollanda bastırdı Danimarka kazandı,” diyor, süper sonik “gıcık” bir ses ve inanılmaz bir sürat ile dönen matkabı ile deriiin bir çukur kazarken. Dizimden sırtıma kadar koltuk ile temasım kesilmiş durumdayım, “Acı var mı acı?” diye soruyor. Yoo acımıyor, ama ya acırsa diye bir türlü ‘relax’ olamıyorum. ‘Evren’ de buralarda zaten, çok rahat görürse, gönderiverir ‘bi doz ağrı’ sonra naaparım?

Evet, sevgili dostlar, üç ay sürdü bu süreç, konuşmadan sohbet etmeyi, ağız açıkken dil ayna muhalefeti ile arkalarda hapis edilmişken ağzımın içinde bir sürü teknik cihaz varken diş hekimimle ‘dedikodu’ bile yapmayı öğrenmiş bulunmaktayım. Beni gördüğünüzde gülümsememi isteyin, artık bembeyaz, sağlıklı bir gülüşe sahibim. Diş hekimim? Uzuuun bir dünya turuna çıkmış, bir aydan önce dönmezmiş…

Sevgiyle kalın.