Sahne Büyüsü : Tiyatro Festivalinde Ostermeier’in Hamlet’i

´To be, or not to be, that is the question...’ Almanca’da kulağa nasıl geliyor?

Erdoğan MİTRANİ Sanat
8 Haziran 2012 Cuma

1968 yılında Soltau’da doğan, tüm Avrupa’da övgüyle ve beğeniyle karşılanan Nora, Hedda Gabler, Bir Yaz Gecesi Rüyası ve Othello oyunlarını sahnelemiş olan, çağdaş tiyatronun çok sayıda uluslararası ödül kazanmış önemli isimlerinden, Thomas Ostermeier, 1992 – 1996 yılları arasında Berlin’deki Ernst Busch Sahne Sanatları Okulunda yönetmenlik eğitimi almış. 1996 – 1999 yılları arasında Berlin’deki Deutsches Theater’de sanat yönetmenliği yapmış. 1999 Eylül’ünden beri Schaubühne’de sanat yönetimi üyesi ve daimi yönetmen.

Bu yıl Tiyatro Festivalindeki en iddialı yapım, Ostermeier’in çarpıcı bir yorumla sahneye koyduğu, ortak yapımcılığını Atina Hellenic Festival ile Avignon Festivallerinin yaptığı Hamlet

Paranoyadan gerçeğe

Hamlet’in annesi, babasının anlaşılamayan bir hastalıktan ölümünün üzerinden henüz bir ay geçmişken, daha yatağı bile soğumadan, kocasının kardeşiyle evlenmiştir. Babanın hayaleti oğlunu, kendisini zehirleyen, karısını ve tahtını gasp eden üvey babasından intikam almaya zorlamaktadır. Bu hayalet gerçek midir? Yoksa bir düş ya da Hamlet’in kuşkularının ete kemiğe bürünmüş hali midir? Şüphelerine kesin kanıtlar arayan Hamlet, planlarını gizlemek için deli numarası yapar, fakat dürüstlüğü sarayın hileli oyunlarının içine girmesine engel olduğu için, giderek gerçeklikle ilişkisini yitirmeye başlar ve delilik numarası yerini gerçek bir deliliğe bırakır. Paranoyası, arkadaşlarını hatta sevgilisi Ophelia’yı, üvey babasının casusları olarak görmesine sebep olacak, yanlışlıkla Ophelia’nın babası Polonius’u öldürmesi ile de olaylar trajik sona doğru gelişmeye başlayacaktır...

Ostermeier, yüzyıllardır oynanmakta olan bu tragedyaya günümüz izleyicisinin beğenisine daha yakın farklı bir dramatürji ve görselliği ön plana alan yepyeni bir yorumla yaklaşmış.

Hamlet’in, sahne tasarımcısı Jan Pappelbaum, ışık tasarımcısı Erich Schneider ve video sorumlusu Sébastien Dupouey tarafından oluşturulan dünyasında, sahne tüm derinliği ile seyirciye açılarak, sarayı simgeleyen ve raylar üzerinde en dipten en öne kadar kolayca yürütülebilen asıl sahnenin önünde toprak kaplı büyük bir alan oluşturulmuş ve en önüne de, tabutunu içine alıp kapandığında da, saray gelip üzerini örttüğünde de, hep orada, hep izleyicinin burnunun dibinde, cinayetin, ihanetin ve ölümün simgesi olarak kalmaya devam edecek olan açık bir mezar oturtulmuş.

Mekânın aşırı derinliğine rağmen oyunculuk seyirciden koparılmamış, hatta oyuncuların kimi zaman kendi yüzlerine, kimi zaman da diğer oyunculara yönelttikleri bir kameranın çektiği görüntülerin arka plana aksettirmesiyle önemli sahnelerin en ufak ayrıntısı bile izleyiciye dev görüntülerle verilmiş.

Marius von Mayenburg’un dramatürji çalışması Shakespeare’in bu en uzun oyununa değişik ve tempolu bir kurgu getirmiş: Hamlet’in, 3. perde 1.sahnedeki ünlü tiradının ilk cümlesiyle, To be, or not to be, that is the question... başlayan bu yorumda cümle bir leitmotiv gibi, 165 dakika boyunca hiç ara vermeden oynanan oyunda birkaç kez daha karşımıza çıkacak ve oyunun yaşamı ve ölümü sorgulayan temasını vurgulayacaktır.

Ostermeier- Mayenburg ikilisi, iktidarı koruma savaşının bir kuşku labirentine dönüştürdüğü, cinayet, ihanet, entrika ve cinselliğin kol gezdiği kokuşmuş bir siyasi yapı olarak Shakespeare’in yirmiden fazla oyuncuyla kurduğu Danimarka Kraliyet Sarayının karabasan gibi atmosferini sadece beş kişiye emanet etmiş. Herkesin birbirine sahte bir saygı ve sevgi ile yaklaştığı sarayın görünen yüzü ile herkesin birbirinin ayağını kaydırmak için bin bir entrika çevirdiği gerçek yüzü arasındaki karşıtlık, özellikle aynı oyuncuya zıt karakterler yüklenerek vurgulanmış: Gerçek dost Horatio – güvenilmez dost Guildenstern (Sebastian Schwarz),dürüst Laertes – bir başka güvenilmez Rosencrantz (Stefan Stern), anne Gertrude – sevgili Ophelia (Judith Rosmair), işgüzar ve münasebetsiz Polonius – haberci Osric (Robert Beyer), katil kral Claudius – kurbanının hayaleti (Urs Jucker).

Hamlet, Shakespeare’in yaratmış olduğu trajik kahramanlar arasında iç dünyası en zengin, en karmaşık olanıdır. Bu yüzden zamanın ötesinde, dünün, bugünün ve yarının insanı olarak dört yüz yıldır bıkmadan usanmadan farklı yorumlarla sahneye konmuştur. Büyük oyuncu-yönetmen Laurence Olivier, sinemaya da uyarladığı ünlü Hamlet’inde, Oidipus kompleksinin neredeyse ensest seviyesinde tavana vurduğu bir Danimarka Prensi portresi çizmiş, (1948) pek sevmediğim hatta biraz latan eşcinsel bulduğum bu yoruma karşın, bir başka ünlü İngiliz, Kenneth Branagh, Olivier gibi hem yönettiği hem oynadığı dört saatlik filminde, klasik mekân ve oyunculuklara, ancak kuşkuculuğu ve atacağı her adımı inceden inceye düşünmesiyle karşımıza çok daha modern bir Hamlet çıkarmıştır. Bu güçlü, gerektiğinde hırçın, ancak emin olamadığında harekete geçmekten çekinen çağdaş Hamlet yorumlarının en ünlüsü, oyunun tüm zamanların en iyi sinema uyarlaması sayılabilen, Grigori Kozintsev’in Boris Pasternak’ın çevirisinden yola çıkarak senaryosunu yazdığı ve yönettiği filmidir. Başrolündeki Innokenti Smoktunovsky’nin olağanüstü performansı kadar, siyah-beyaz sinemaskop görüntüleri ve devasa bir pelerinle tüm o geniş ekranı kaplayan hayaletin, tüm salonu gümbürdetmesi beklenirken, başka bir dünyadan gelen bir fısıltıyla konuşması aradan geçen yarım yüzyılı aşkın zamandan sonra bile kolay unutulur değildir.

Türk Hamletler

Hamlet, bizim sahnelerimize de sık sık misafir olmuştur. Şehir Tiyatrolarının on küsur farklı prodüksiyonunun en ünlüsü 1959’da Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu ve Actors Studio’dan gelen gencecik bir Engin Cezzar’ın canlandırdığı Hamlet’tir. O güne kadar Hamlet’i canlandıran en genç oyuncu olan24 yaşındaki Cezzar, bir rekor daha kırarak o güne kadar bu karakteri en uzun oynayan ikinci oyuncu da olmuştu. Oyunun bir yıl sonraki sahnelenmesinde, Kozintsev’in filminin dublajında Ophelia’yı büyük bir duyarlılıkla seslendirmiş olan Ayla Algan bu kez Hamlet’in az sayıdaki kadın yorumcularından biri olarak karşımıza çıkmıştı.

Shakespeare’in büyük tragedyaları arasında soytarı karakteri olmayan tek oyun Hamlet’tir; çünkü Hamlet, aynı zamanda oyunun soytarısıdır da. 1994’de Müge Gürman, Hamlet’in bu ikiliğini, bu zıtlığını aynı anda sahnede yer alan, kimi zaman birinin başladığı cümleyi diğeri bitiren, kimi zaman da aynı sözcükleri beraberce söyleyen, soytarı tarafını Charlie Chaplin giysili Zafer Algöz’ün, feminen tarafını da kadın çorabı ve robdöşambrı ile Uğur Polat’ın canlandırdığı iki oyuncuya oynatarak çok başarılı bir deneysel çalışma yapmıştı.

Ostermeier’in Hamlet’ine dönersek, yönetmenkarakterin bu iki farklı yüzünü,daha çok kılık/kimlik değiştirerek vermeyi amaçlıyor. En büyük kozu da Lars Eidinger’in olağanüstü yorumu. Oyun boyunca her an sahnede olan,sahnelemenin tüm yükünü taşıyan, Eidinger, dakikalarca ayakta alkışlanmayı hak eden müthiş bir performans sergiliyor.

Ancak, her biri tiyatro dersi olabilecek onca parlak buluşa, müthiş görselliğine ve sahnedeki altı kişinin her türlü övgünün üstündeki oyunculuğuna rağmen, bu Hamlet, kanımca izleyici ile -en azından benimle- yeterli empatiyi kuramıyor. Ostermeier, kahramanının traji-komik karakterinde ipin ucunu iyice kaçırıyor ve komik tarafa fazla yoğunlaşıyor. Bu noktada yönetmenin, felsefi ve dramatik yapısının tüm gelişmişliğine karşın mizah duygusundan yoksun ‘Alman’ tarafı ciddi bir handikap olarak ortaya çıkıyor ve Hamlet’in trajik/komik olması gereken gülünç yönü çoklukla kaba saba güldürüye kaçıyor. Ve Danimarka’nın ‘hüzünlü’ prensi hüznünü yitirdikçe, video enstalasyonu ile ne kadar yaklaşırsa yaklaşsın, izleyiciden yavaş yavaş kopmaya başlıyor. Bu Hamlet’e, özellikle  Eidinger’in yorumuna hayran olmamak mümkün değil ama sempati duyabilmek... O biraz zor işte.

Sonuç: Çok etkileyici, çok parlak, ancak, örneğin başka bir Alman kökenli topluluğun, Münchner Kammerspiele’nin, iki yıl önce Andreas Kriegenburg’un yönetmenliğinde sahnelemiş olduğu, Kafka’nın Dava’sındaki gibi trajik olaylarla atbaşı giden o kapkara mizah duygusundan tamamen yoksun bir yorum. Bu sebeple de yazık ki onun gibi nefes kesici, onun gibi üzerinden on yıllar bile geçse unutulmayacak cinsten bir yorum değil.