Komşuda kaos

Bu ortamda geçen günlerin birinde Fransızca yayın yapan TV5’te izlediğim bir söyleşi, durumun vahametini ortaya sererken ileriki yılların puslu bir ortamda geçeceğinin sinyalini veriyordu adeta. Sorulan soru son derece basit, bir o kadar düşündürücüydü: “Geriye bakılacak olunursa Yunanistan AB’ye girmeyi hak ediyor muydu?” ve “Avrupa’da bugün gelinen noktada halk Yunanistan’ı hâlâ birlik içinde görmek istiyor muydu ?”

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
25 Mayıs 2012 Cuma

Uzunca bir zamandır Avrupa ve dünya kamuoyu Yunanistan’daki ekonomik krizi, bunun nedenlerini, alınan tedbirleri, Avrupa Topluluğunun ve üye ülkelerin tepkilerini, sokaktaki adamın feryadını takip ediyor. Durum, ekonomik göstergeleri, toplumların sosyal, siyasal ve ekonomik yapılarını adeta esir almış durumda. Atina’dan gelecek haberlerin geleceğin şekillenmesinde önemli rol oynayacağı kesin…

Bu ortamda geçen günlerin birinde Fransızca yayın yapan TV5’te izlediğim bir söyleşi, durumun vahametini ortaya sererken ileriki yılların puslu bir ortamda geçeceğinin sinyalini veriyordu adeta. Sorulan soru son derece basit, bir o kadar düşündürücüydü: “Geriye bakılacak olunursa Yunanistan AB’ye girmeyi hak ediyor muydu?” ve “Avrupa’da bugün gelinen noktada halk Yunanistan’ı hâlâ birlik içinde görmek istiyor muydu ?”

Söz alan konuşmacılardan biri, Yunanistan’ın Osmanlı idaresinden çıkması ile başlayan süreçte kendisine destek verenleri kullandığını, onların hassas hislerini sömürdüğünü ifade edince, tartışmaya odaklandım. Yunan halkı, eski Yunan medeniyetinin mirasını cömertçe kullanmıştı. Yunan uygarlığı, filozofları, bilim adamlarının öğretileri hangi günümüz toplumunu derinden etkilememişti ki?  Düşüncenin paylaşılması, alınan sosyal kararların tartışılması mı, olimpiyatlara soluk veren insani değerler mi?  Mitolojik karakterlerin dünyasında yaşananlar mı, tragedya ve komedyalarla ifade edilen mesajlar mı?

Konuşmacı, eski Yunan medeniyetinin ihtişamından etkilenen batılı ülkelerin, Yunan halkının ilk önce Osmanlıdan kopuşuna, bundan yüz yıl kadar sonra da, o zamanki adı ile Avrupa Ekonomik Topluluğuna alınmasına destek verdiklerinin altını çiziyordu. Bu belki naif ya da duygusal bir davranıştı. Cunta yönetiminden yeni kurtulan ve kimine göre Türkiye’nin tehdidi altında bulunan bir ülkenin korunması ya da kollanması durumuydu…

Şimdi o durum buharlaşmış gibi duruyor. Çekilen denizin ardından duygusallık sahile vurmuş, Avrupa’nın yöneticileri krizden çıkış yolları arıyorlar: Ortak batmamalı, kendi sosyoekonomik dengeleri bozulmamalı, politik ortam gerilmemeli.

Gelin görün ki Yunanistan’da yapılan son seçimler siyasi anarşinin çok da uzakta olmadığını kamuoyunun gözüne soktu. Bazılarına göre Yunan halkı uzun zamandır Papandreu ile Karamanlis ailelerinin güdümündeki gelenekselleşmiş partileri cezalandırdı. Sonuçlar bunu söylüyor ama cezalandırılanların gerçekten kim olduklarını iyi anlamak gerek. Her büyük toplumsal veya ekonomik krizin sonucunda olduğu gibi, bu sürecin gündelik noktasında aşırı uçların sivrilmesi yaşanıyor şimdilerde. Ve eski Grek uygarlığının hüküm sürdüğü coğrafyada şimdi bir Neo-Nazi partisi parlamentoda… Etkisini uzun süre hissettirir mi, yeniden yapılacak seçimlerde yine başarı kazanır mı? Speküle etmek doğru değil ancak tarihin bize öğrettiği, ırkçılık söyleminin, yabancı düşmanlığının bu ortamları verimli bulduğudur.

Nitekim Neo-Nazi çizgisi ile tanınan aşırı milliyetçi Altın Şafak Partisi bir yanda Yunanistan’daki Türk toplumunu hedef alırken, hemen biraz ötesinde Holokost’un olmadığı yargısına varmış. Partinin lideri Mikos Michaloliakos, seçimler sonrası Yunan Mega Televizyonuna verdiği demeçte, “gaz odalarının varlığına inanmıyorum, bu bir yalandır” anlamında beyanatlar vermiş ve inkârcılar kervanına katılmış.

Oysa Yunanistan Hitler ordularının ve SS birliklerinin istilasına uğramış, ülkede yaşayan Yahudi nüfusunun yüzde 70 kadarı toplama kamplarına gönderilmişti. 1942 yazında 46 bin civarında Selanik Yahudisi Auschwitz’e nakledilmiş ve bunların ancak 1950 kadarı hayatta kalabilmişti. Bir zamanların Sefarad merkezi Selanik’te 2000 yılı itibarı ile ancak 1.400 kadar Yahudi’nin yaşadığı tahmin ediliyordu.

Irkçılıkla, düşmanlıkla yapılmış, yapılmakta olan hataları kamufle etme, demokratik yapısı tehlikeye giren toplumların sıkça başına gelen bir durumdur. Son derece popülist bir yaklaşımdır, tehlikelidir ve dertlere deva olmaktan uzak, yeni sorunları davet eder niteliktedir. Yarınların, uygarlığa bu denli katkıda bulunmuş bir halkın torunlarının bu hataya düşmeyeceklerini göstereceğini ummak istiyorum...