Yahudiliğin Büyük Kadınlarının Kısırlık Sorunu-3

Yahudiliğin büyük kadınlarını etkileyen kısırlık sorununu incelediğimiz bu yazı dizimizin ilk iki bölümünde, önce Yahudiliğin dört annesinden üçünü, yani Sara, Rivka ve Rahel’i; ardından Rut ile eşi Boaz’ı ve Hakimler (Şoftim) Dönemi’nin kahramanlarından Şimşon’un annesi Tselefonit’i ele almıştık. Bu yazımıza, erkeklere dua etmeyi öğreten kadın peygamber Hana ile başlıyoruz.

Estreya SEVAL VALİ Kavram
28 Mart 2012 Çarşamba

Yahudiliğin Kadın Peygamberleri başlıklı yazı dizimizde Hana’nın öyküsünü enine boyuna tartışmıştık. Yine de kısa bir hatırlatma yapalım: 

Hana, Elkana adlı bir adamla evliydi. Elkana’nın Penina isminde bir karısı daha vardı. O zamanlar çokeşlilik doğaldı, sevgili okurlar. Hana’nın kısır olmasına karşın, Penina son derece doğurgandı. Elkana iyi kalpli ve dindar bir kişiydi. Her yıl bir kervan oluşturur, kutsal mekânları ziyaret ederdi. Ailenin Şilo’ya bir ziyareti sırasında Hana tek başına mabede, yani Mişkan’a gitti ve kalbini Kutsal Olan’a açtı. O’na “Orduların Efendisi” (Aşem TSevaot) diye hitap ederek bir oğul sahibi olmak için dua etti ve muradına erdiği takdirde oğlunun tüm hayatını Aşem’e adamaya söz verdi (I Şmuel 1:11). Hana ses çıkarmadan dudaklarını oynatıyor, hafifçe sallanıyordu. Olaya tanık olan Koen Gadol Eli, sarhoş olduğunu zannederek onu azarladı. Hana sarhoş değil sıkıntıda olduğunu ve Tanrı’nın Huzuru’nda içini döktüğünü, o yüzden de sesini yükseltmediğini söyledi. Bunun üzerine Eli “Selâmetle git,” dedi, “Yisrael’in Tanrısı dualarına cevap verecek.”

Hatırladınız, değil mi? Hana’nın o olaydan dokuz ay sonra bir oğlu oldu. O oğul, peygamber Şmuel’dir. Tanah, Şmuel’in adını taşıyan iki kitap içerir.

Midraş’a göre Penina’nın tam on tane evlâdı vardı. Kısırlığına rağmen kocası, Hana’yı el üstünde tuttuğu ve onu ne kadar önemsediğini göstererek, sofrada yemeklerin en iyi kısmını ona sunduğu için Hana’yı kıskanıyordu. Doğal değil mi bu? İnsandı sonuçta. Bugün de böylesi yok mu? Tora’yı zamansız kılan, içeriğinin her çağa uyarlanabilmesidir. Bu arada Tora dedim ama Tanah’tan söz ediyoruz... Dil sürçmesi mi? Hayır. Tora, Moşe’nin Beş Kitabı’ndan oluşsa da genel anlamda kullanıldığında (Tora çalışmak gibi), Tanah ve Talmud’un yanı sıra, günümüzde dinî sitelerde (kaşer olanları tabii) yayımlanan yorum ve makaleleri dahi içerir.

Kıskanan insan ne yapar? Karşısındakinin zayıf yönünün üstüne gider, canını öyle acıtmaya çalışır. Hatırlayacaksınız, Sara İmanu kendisi çocuk doğuramadığı için Mısırlı cariyesi Agar’ı Avraam’a sunmuş ve “Cariyeme gel. Belki onun yoluyla çocuğum olur” (Bereşit 16:2) demişti. Ancak Agar gebe kaldığında hemen Sara’ya saygısızlık etmeye başlamıştı (Bereşit 16:4). Penina da farklı değildi. Hana’yı sürekli aşağılıyordu.

Sağıra lanet etme. Körün önüne engel koyma. Tanrı’ndan çekin, Ben Aşem’im (Vayikra 19:14).

Hana’nın rahmi artık açılmış, Şmuel’den sonra kolayca doğurmaya başlamıştı. Ancak İlahi Adalet tıkır tıkır işliyordu. Hana bir çocuk doğurduğunda, Penina’nın iki çocuğu ölüyordu. Ürkütücü, değil mi? Hana önceden Penina’ya karşılık verebilecek durumda değildi. Hakarete uğradığında susuyordu; tıpkı kendisine okunan lanetleri duymayan sağır gibi. Ama Aşem duyuyordu!

Yine Midraş’a göre, Hana beşinci çocuğunu doğurmadan önce Penina elinde kalan son iki evlâdını da kaybetmesin diye onu affetmekle kalmadı, çocukların yaşaması için bütün kalbiyle dua etti. Ve Kutsal Olan ona şöyle cevap verdi: “Sen yaşadıkça onlar ölmeye mahkûmdu. Ama yaşamaları için dua ettiğinden, onları senin adınla çağıracak ve senin evlatların addedeceğim (Pesikta Rabati).

Şunamlı Kadın’ı hatırlıyor musunuz, sevgili okurlar? Hani peygamber Elişa’yı evinde misafir eden, adını bilmediğimiz saygın ve varlıklı kadını? Onun da çocuğu yoktu. Elişa kadına müteşekkir olduğunu bir şekilde göstermek istediğinden, neye ihtiyacı olduğunu sormuş ancak Şunamlı Kadın “Ben halkımın arasında yaşıyorum” diye cevap vermekle yetinmişti. Elişa, hizmetkârı Gehazi’ye danışmış, Gehazi de “aslında kadının çocuğu yok, kocası da yaşlı” demişti. Aftara, olayı şöyle nakleder:

“‘Çağır onu’ der Elişa. Kadın gelir ve odanın girişinde durur. Elişa, ‘Gelecek yıl bu vakitte bir oğul kucaklıyor olacaksın’ der. Kadın ‘Yapma efendim, hizmetkârını aldatma, Ey Tanrı’nın Adamı!’ diye cevap verir.”

Müjdelenen erkek çocuk gerçekten de dünyaya gelir ama birkaç yıl sonra aniden can verir. Şunamlı Kadın hiç kimseye haber vermeden Elişa’nın yanına gider ve “Efendim, ben sizden bir oğul talep ettim mi? Size beni aldatmayın demedim mi?” der. Elişa, Gehazi’ye konuşur: “Derhal âsâmı al ve hemen git. Yolda biriyle karşılaşırsan ona selâm verme. Biri sana selâm verirse, karşılık verme. Âsâmı çocuğun yüzünün üstüne koy.” Sonra birlikte Şunamlı Kadın’ın evine doğru yola koyulurlar.

Elişa, Kabalistik yöntemlerle çocuğu diriltir ve kadın gelince ona “oğlunu al” der. Kadın Elişa’nın ayaklarına kapanır. Ardından oğlunu alıp çıkar. Öykü burada sona erer. Kabala’nın başeseri Zohar’a (1:7b) göre Şunamlı kadının oğlu, Peygamber Habakuk’tur.

İzninizle konudan biraz sapacağım, sevgili okurlar. Şunamlı Kadın’ın öyküsü, Tora’nın Aftara kısmında yer alır. Aftara nedir diye soracak olursanız, Yisrael işgal altında (Elen, Roma) ya da halkının sürgünde (Babil) olduğu bazı dönemlerde, ona zulmedenler ilk iş olarak Tora öğrenmeyi ve öğretmeyi yasaklardı. Sanırsınız ki engelledikleri silahlı başkaldırı ve isyandır! Bundan da çıkarılacak güzel bir sonuç var tabii: Yahudiliği ayakta tutanın ne olduğunu, antik düşmanları gayet iyi biliyordu. Rabilerimiz o zor zamanlarda Tanah’ın Neviim (Peygamberler) Kitabı’ndan, haftalık peraşa’nın konusunu andıran başka bir bölümün okunması uygulamasını başlattı. Günümüzde Şabat duası sırasında hem peraşa, hem de aftara okunur.

Bu aftara’yı öğrendiğimde, arkadaşlarımdan birine “eski Kabalist’ler ölüleri bile diriltebilirmiş” demiştim. Bana delirmişim gibi baktıktan sonra “ben ancak gözümle gördüğüme inanırım” diye cevap vermişti. “O halde el çabukluğu marifet, bütün sihirbazların yaptığına da inanırsın, kadını testere ile ikiye kestiğini gözünle gördün ya!” diyecektim ki, susmayı tercih ettim.

Şunamlı Kadın’ın öyküsünü, Yahudiliğin Kadın Peygamberleri yazı dizisinin arasına yerleştirmiştim. Bir tanıdığım, sinagogda karşılaştığı kocam aracılığı ile bana mesaj yolladı ve “bu diriltme meselelerini mühendis oğullarına anlatamadığı için sıkıntı çektiğini, böyle konulardan hiç bahsetmemenin daha iyi olacağını düşündüğünü” söyledi. Aslında bilim adamı olmak, sinagoga gidip dua etmeye ve ihtiyaç duyulduğunda muska taşımaya engel olamadığına göre, bilimsel yoldan şıp diye açıklanamayan olaylara da inanmayı zorlaştırmamalı. İnsanın kısıtlı ve sığ aklı, Aşem’in ve O’nun peygamberlerinin yaptıklarına ermez. Bilim, dinle çatışmaz.

Bilimin Tanrı’yı anlatma şekli, din kitaplarının anlattığından çok daha yalındır. Bilim, Tanrı’yı gösterir. Bakmayı bilen, bilimde Tanrı’yı görür. Naçizane görüşüm şudur ki, “bilimsel kanıt isterim!” diye tutturanlar, genellikle bilimle ilgisi olmayanlardır; çoğu, bilimsel açıklamaları anlayacak altyapıya sahip değildir. İstisnalar, elbet ki vardır. Öte yandan, New York’taki Yeshiva University aynı zamanda rabi olan bilim adamları yetiştirir ve günümüzde yazılan en doyurucu kitapların çoğu, onların zekâsının ürünüdür.

Ama her mucizeyi bilimsel yolla açıklamaya kalkmak veya bunu beklemek inancın özü ile çatışır çünkü inanmak, Kutsal Kitaplar’da yazılı olayları, gözümüzle görmeden doğru kabul etmektir. Başka türlüsü inanmak değil, “bilmek”tir.  

Haydi, konumuza geri dönelim. Yahudiliğin Kadın Peygamberleri yazı dizimizde Hulda’nın öyküsünü incelerken, kocası Şalum’un muhtemelen zamansız bir şekilde öldüğünü yazmış ve toprağa verildiği sırada gerçekleşen şu mucizeyi anlatmıştık: “Şalum’un bedeni, orada gömülü olan Elişa’nın kemiklerine değer değmez canlanıverdi. Şalum evine ve Hulda’ya geri döndü. Bir oğulları oldu. Adını, Tanrı’nın gözünde lütuf (İbranice hen) buldu anlamına gelen, Hanamel koydular. Hanamel peygamber oldu ve Birinci Bet Amikdaş ile İkinci Bet Amikdaş arasındaki geçiş döneminde büyük rol oynadı.”

Yahudiliğin doğurganlık sorunu yaşayan büyük kadınlarının hepsini bir yazı dizisinde ele aldığımızı iddia edebilir miyiz? Tabii ki hayır. Ancak bir öyküye daha yer verebiliriz: Mihal’in farklı öyküsüne.

Mihal kimdi, sevgili okurlar? Yisrael’in ilk kralı Şaul’un kızı ve ikinci kralı David’in ilk karısıydı. David, Yeruşalayim’i ele geçirdiğinde sevinçten halkla birlikte sevinmiş ve dans etmiş, Mihal da bir kral kızına hiç yakışmayacak bir dille onu azarlamıştı (II Şmuel 6:16). Kitabın bu bölümü (perek) şöyle son bulur: “Şaul’un kızı Mihal’ın, öldüğü güne kadar çocuğu olmadı” (II Şmuel 6:23).

Buradan anlamamız gereken, kısırlığın Tanrı’nın verdiği bir ceza da olabileceği midir? Kimsenin böyle bir sonuç çıkarmamaya cüret etmesi doğru olmaz. Evet, bir ilahi ödül ve ceza sistemi vardır ama yukarıdaki dizeyi kestirme yoldan Tanrı’nın cezası şeklinde yorumlamak, en basitinden kolaya kaçmaktır. Bu yüzden aklımıza ilk gelenle yetinmek yerine biraz daha düşünmeli ve farklı sonuçlara varabilmeliyiz. Örneğin : “Bunun üzerine David yaşadığı sürece karısıyla bir daha ilişki kurmadı ve Mihal’in bu yüzden çocuğu olmadı.”  

Önceki yazıları okuduğunuz takdirde farkına varacağınız gibi, eskiden işlemiş olduğumuz konuları yeni bir bakış açısıyla yeniden ele aldık. Ve ne fark ettik? Kısırlık acısı çeken büyük kadınlar:

1) Ya kendileri; ya da onların adına bir tsadik (dürüst kişi) dua etti,

2) Hepsi bir erkek çocuk doğurdu,

3) Ve doğan çocuk, peygamber ya da en azından, Tanah’ta öne çıkan bir kişi oldu.

Vardığımız sonuç doğru mu, bir bakalım: Sara İmanu Yahudiliğin üç atasından biri sayılan Yitshak’ı dünyaya getirdi. Tora’da Sara’nın dua ettiğine dair açık bir ifade olmasa da Raşi, Agar’ın saygısızlık etmesi üzerine Sara’nın Avraam’a söylediği “Hepsi senin yüzünden” (Bereşit 16:5) sözlerini şöyle yorumlar: “Çocuk sahibi olmak için Tanrı’ya dua ettiğin zaman sadece kendini düşündün. Oysa o zaman duana beni de katmış olsaydın, şimdi ikimizin çocuğu olurdu.”

Rivka, yirmi sene boyunca çocuk doğuramadı, Yitshak ile birlikte dua ettiler ve Tanrı onlara Esav ile Yaakov’u verdi. Yaakov, Yisrael’i meydana getiren on iki kavmin babası oldu. Esav ise Edom’un, yani daha ileride Avrupa halkını meydana getirecek olan milletin atası addedilir.

Rahel, onunla birlikte dua etmediği için Yaakov’a çıkıştı. Tanrı sonunda rahmini açtı ve Yosef’i, ardından Binyamin’i doğurdu. Bu ikisi, Yaakov’un diğer on oğluyla birlikte Yahudiliğin on iki kurucu atası oldu. Yosef, 400 yıl sürecek olan Mısır esaretinden önce o topraklarda büyük bir konuma geldi. Ta ki Yosef’i tanımayan bir firavun tahta çıktı ve her şey baş aşağı gitti.

Manoah ile karısı, çocuk sahibi olmadıkları için dışlandı, neşeli vesilelere -iyi niyetle de olsa- davet edilmediler. Aşem onlara merhamet etti, meleğini gönderdi ve dünyaya Neviim’in en güçlü ve kuvvetlisi, Yisrael’i Peliştilerden kurtaran Şimşon geldi. 

Hana dua etti, Koen Gadol Eli onu kutsadı ve Şmuel doğdu. Şunamlı Kadın’ın adına Eli’nin öğrencisi Elişa dua etti ve dünyaya peygamber Habakuk geldi. Hulda zaten kadın peygamberlerden biri, kocası Şalum ise kuyulardan su çekerek bitkin yolcuların susuzluğunu gideren bir kişiydi. İkisinin de sevabı büyüktü. Şalum öldü ama bedeni Elişa’nın kemiklerine değince dirildi, sonra dünyaya peygamber Hanamel geldi. İlginç değil mi, sevgili okurlar? Eli, sonra öğrencisi Elişa ve en sonunda Elişa’nın kemikleri bile dünyaya yeni peygamberlerin gelmesine vesile oluyor.

Aşem, yarattığı insanoğlunun dualarını bekler. Dualara ihtiyacı olduğundan değil... O her şeyi bilir, her şeye gücü yeter ve her yerde bulunur. Ancak insanoğlunun, Kendisine ihtiyacı olduğunu göstermesini ister. Hiç dua etmeyenlerin bile bir gün O’na hitap etmesini bekler. Olur a, hiç dua etmemişinizdir ama başınız sıkışır ve dua etmeye ihtiyacı duyar, çekinirsiniz. Çekinmeyin çünkü Tanrı “yabancılardan haber almayı sever”.

Pesah’ın çok yaklaştığı bugünlerde, Aşem, çocuk özlemi çeken tüm kadınları hatırlasın. Amen.