Tarihi Semtlerimizdeki Yok Oluşa Dur Diyelim-5 Haliç’in unutulan Yahudileri: Hasköy ve Balat

İstanbulluları Kaybettik: Hükümsüzdür!  (...)    "Bundan 50 yıl evvel Rum dolu olan bu semtten bir gecede kendi parçamızı çıkarttık ve burayı bu hale biz getirdik. Cumbalı evinde her sabah çiçeklerini sulayan Madam Katina, yoğurtçu sokaktan geçerken evinde yemek pişiren Madam Marika, sokakta beraberce koşturan Rum ve Ermeni çocukları bir gecede tehdit ilan edilip ülkelerinden ve Tarlabaşı’ndan kaçırıldılar." (...)

Mois GABAY Köşe Yazısı
22 Şubat 2012 Çarşamba

Güneşli bir Pazar sabahında sizlerle İstanbul’un kalbi Taksim’den yola çıkarak, zaman tünelini geçip tarih yapraklarında kaybolan Haliç Yahudilerini hatırlayacağız. Sabahın erken saatlerinde Taksim Meydanı’ndayım. Yetkililer “Muhteşem Taksim” projesini hızla fırına koya dursunlar, iki travesti Tarlabaşı’na inen yokuşun başında makyajını temizliyor. Başını cama yaslamış taksiciyi, ışıklarda bekleyen hamile evsiz kadını, karşı kaldırımda travestilere heyecanla bakan otelinden yeni çıkmış Libyalı turistleri izleyerek ülkemizin en büyük tiyatro sahnesinden yavaş yavaş çıkıyorum.

Birazdan gazete haberlerinde okuyacağım bu insanları sahnede bırakarak Haliç’e doğru yol alıyorum. Yol boyunca rehabilitasyon projesi çerçevesinde bina yüzleri kapatılmış eski Tarlabaşı’yı izliyorum. Bundan 50 yıl evvel Rum dolu olan bu semtten bir gecede kendi parçamızı çıkarttık ve burayı bu hale biz getirdik. Cumbalı evinde her sabah çiçeklerini sulayan Madam Katina, yoğurtçu sokaktan geçerken evinde yemek pişiren Madam Marika, sokakta beraberce koşturan Rum ve Ermeni çocukları bir gecede tehdit ilan edilip ülkelerinden ve Tarlabaşı’ndan kaçırıldılar. Arsalar, evler müteahhit olduğunu zanneden yağmacılarca kimi zaman Amerika’ya kadar gidip sahibinden tapusunu alarak peşkeş çekildi. Yerine, günümüzün Tarlabaşı’sında yere tüküren, otobüsüyle kadınlara laf atan et avcılarını miras olarak bıraktık. Sabah sabah sinirlenerek “Kimsenin de aklına burada yaşamış olan Rumları davet ederek, hatta düzenleme öncesi onları dinleyerek tekrardan Tarlabaşı’yı yaratmak fikri gelmiyor mu?”diyorum içimden. Yeni Taksim’de, yeni Tarlabaşı veya Balat’ta sadece kendimizi düşünerek yenilediğimiz binalarla nasıl bir kültür mozaiği yaratacağız? Yoksa asıl amaç artan turizm potansiyeli ile her gün bir binayı daha otel yapıp birilerinin kesesini daha da mı zenginleştirmek? Eski İstanbul hanımefendileri, beyefendilerine yabancı muamelesi yaptığımız bir dönemde onlardan kalan izleri de tek tek siliyoruz.

Kasımpaşa, mezarlıklar, Aynalıkavak Kasrı derken nihayet Hasköy’e varıyorum.  Geçen pazartesi akşamı İhtiyarlara Yardım Derneği’ndeki devir-teslim törenine gelirken, yola daha dikkatli bakmaya çalışmıştım. Derneğe varmadan son yokuşta bir futbol sahası akşam maç yapan gençler, çoğu buraya sonradan gelen ailelerin yaşadığı kapkaranlık sokaklardaki evlerden sonra tüm ihtişamı ile eski Alliance Okulu beni karşılamıştı. O gün içimden “Acaba burada yaşayan halk Maalem Sinagogu ve İhtiyarlara Yardım Derneği hakkında ne kadar bilgiye sahip?” demiştim. Her sene düzenlenen geleneksel iftar yemeklerinin ilk seneler olduğu gibi bu sene de İhtiyarlara Yardım Derneği’nde yapılıp, Maallem Sinagogu’nun da belediye ile birlikte düzenlenecek bir projeyle Hasköy halkına tanıtılmasında bana kalırsa büyük yarar var. Hasköy ve Balat Yahudilerini tanımak, Türkiye topraklarında yaşayan Yahudi nüfusu anlamak için büyük önem taşımaktadır. Nitekim bölge halkı bu binaların neden var olduğunu öğrenince buraları da kendi kültürel parçaları olarak görüp daha da sahiplenebilir. Bir zamanlar yörenin otuz bine yaklaşan Yahudi nüfusunun önemli bir mirası Maalem Sinagogu’nun kelime anlamının “Mahallesinden gurur duyan Yahudileri” simgelediğine dair bile iddialar vardır. Tıpkı Balat Ahrida’daki gibi gemi pruvasını anımsatan “teva” bölümü, güneş motifli muhteşem kubbesi, kubbedeki manzara resimleri ile keçeci Piri Mahallesi’ndeki Maalem Sinagogu ıssız bir mahallenin ortasında yaşayan bir kültür mozaiğini temsil eder. Bu sinagogdan bahsederken çoğu şimdinin İhtiyarlar Yurdu olan  dönemin Musevi Okulu’nda okumuş Moiz Tastasa, Robert Elmas, Moris Behar, Aron Behar, Niso Papu ve Alber Eskenazi’ye de Maalem Sinagogu’nu halen dimdik ayakta tuttukları için teşekkür etmek gerekir.

Bizans Dönemi’nden beri Yahudilerin yerleşim yeri olan Hasköy ve civarı, Osmanlı döneminde önce İkinci Mehmed ardından da Eminönü Yeni Camii inşaatı sırasında yerlerinden olan Eminönü Yahudilerinin gelmesiyle bir dönem 11 Yahudi Mahallesi’nde 12 sinagogu olan büyük bir cemaatti. Bugün halen beşi Sefarad biri Karaylara ait olan sinagoglarından sadece Karay ve Maalem Sinagogları ve de İhtiyarlara Yardım Derneği’nin içindeki ibadethane duaya açıktır. Abudara ve Mayor sinagogları ise halen atölye konumundadır. Hasköy’ün sokaklarını geçip sahile indiğimde ise şimdiye kadar hep Osmanlı dönemi yapısı zannettiğim bir bina beni karşıladı. Sahilden baktığınızda Or Ahayim Hastanesi’nin tam karşı kıyısına inşa edilmiş bu yapının inşa tarihi bilinmemekle beraber 19. yüzyıl yapısı olduğu tahmin ediliyor. Bir dönem yapının altındaki tünelle Hasköy’ün içine bağlanıldığı rivayet edilen Esgher Sinagogu olan yapı 1948 yılında Suphi isimli bir beye devredilir. Bölgede gittikçe sayısı azalan cemaat ve artan tamirhane ve atölyeler ile bu bina da önce dökümhane sonra da zift deposu olur. 1960’lı yıllara gelindiğinde iyice yıkık bir hal alan yapıya dönemin muhtarı sahip çıkar ve sirke deposu, çanak çömlek atölyesi olarak da kullanılır. Bina 1983 yılında kalan dört duvarını “Mavi Haliç yenileme projesi” kapsamında yıkılacakken Anıtlar Yüksek Kurulu kararı ile yıkımına son anda vazgeçilir. 1983-2001 yılları arasında tinercilerin barındığı kimi zaman çöplerin döküldüğü bu mekân şimdilerde ise büyük bir restorasyondan geçerek kafe olarak hizmet veriyor. Mekânın restorasyonu esnasında 53 kamyon moloz çıktığını ve eskinin korunduğunu aktaran mekânın şu anki işletmecisi ise hem Osmanlı’ya olan ilgisi hem de kızının adı olarak mekâna “Safiye Sultan Kafe” adını verdiğini belirtiyor. Bu kafeye yaptığım ziyarette mekanın işletmecisi beyden cemaatin restorasyon sonrası kendilerine teşekkür ettiğini ancak mekanın asıl tarihi ile ilgili yapılacak çalışmalara ve tarihsel her türlü pano, levha ve görsele de açık olduklarını belirtti. Mekân özellikle Pazar günleri nargile kahvesi olarak bölge halkına hizmet verse de gelenlerin büyük çoğunluğu burayı halen Osmanlı döneminin bir hizmet yapısı olduğunu zannetmektedir.

Haliç kıyılarında yaptığım gezide tüm ihtişamı ile beni karşılayan eski Lengerhane binası Rahmi Koç Müzesi, eski Hasköy tersanesi ve biraz ilerdeki Miniatürk yaşayan Hasköy ve Haliç’in bugünkü durumunu daha da özetliyor. Miniatürk’teki mehter konseri sonrası bindiğim otobüste geziyi noktalıyorum. Yakın zamana kadar kendi halinde yaşayan bu bölge de yapılan yeni oteller ile yakında daha da çok turist çekeceğe benziyor. Ne yazık ki bu çekim merkezi olma özelliği birkaç örnek yapı dışında Sütlüce Kokoreççileri’nin bile modern yaşama uyup kendini değiştirmeye çalışmasını engelleyemiyor. Keşke Hasköy’deki onlarca sinagog, kilise de bölgenin tarihi yapısına uygun düzenlenip daha sağlıklı bir gelişme sağlasak diyorum içimden. Hasköy’ün mezarlıkları, sinagogları kendi haline terk edilmiş rehabilite edilmeyi bekleye dursun İstanbul’un kan kaybı her geçen gün azalan gerçek İstanbullular ile devam ediyor. İstanbulluları da tanımak için müze gezmek zorunda kalmayacağımız, kozmopolit yapısını korumayı başarmış bir İstanbul dileklerimle…