Gelsen daha iyi olur

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
15 Şubat 2012 Çarşamba

Hatırlarsanız U2’nun insan hakları ihlalleri yüzünden Türkiye’yi boykot ettiğine inanılırdı hep. Daha sonra 2010 sonbaharında ülkemize gelmeye ikna oldular. Baş müzakereci sıfatıyla Egemen Bağış ikna etmeyi başardı. Dolmabahçe Sarayı’nda devlet büyükleriyle görüşme ayarlandı. Hatta Boğaz Köprüsü trafiğe kapatılarak grubun 45 dakikalık bir yürüyüş yapmasına izin verildi. Grubun solisti Bono çok mutlu oldu, insan hakları ihlalleri ile ilgili söylediklerini bir daha ağzına almadı. Belki de siyasi demeçleri, o güne kadar ciddiyetle yaklaşılacak bir teklif almamış olmasından kaynaklanıyordu. Pahalı sahne gösterisi için yeterli alt yapı sağlansaydı belki de yıllar önce kalkıp gelecekti. Zira geldiğinde evvelce boykot ettiği durumda gözle görülür bir iyileşme olmamıştı. Sanırım ticari endişeleri karşılanınca sanatçı olduklarını hatırladılar ve vermek istedikleri mesajları sanat yoluyla vermenin doğru yol olduğuna kani oldular. Böylece ben dahil onlara hayran olan binlerce müzik severle buluşabildiler.

Onların buraya getirilme öyküsünü tuhaf buluyorum. İşin gurur meselesi yapılıp halkın kaynaklarından ve diplomasiden destek alınarak Selamsız Bandosu misali abartılı karşılamalarla mutluluk portresi çizdiğimize inanıyorum. Ticari alt yapı sağlansaydı yeterliydi.

 Aynı şekilde Paul Auster’ın da gelmeme kararı ile ilgili yapılan tepkileri aşırı buluyorum. Paul Auster Brooklyn’de yaşayan bir romancı. Kitapları dünyada ve Türkiye’de çok satıyor. Sadık bir okuyucusu olmasam da okuduğum romanlarından çok zevk alırım. Sunset Park adlı romanında babanın oğluna kararlarını sorgulamadan ulaşma çabasını çok güzel anlatır. Timbuktu, sevecen ve yarı gizemli bir köpeğin gözünden anlatılan bir roman. Kısacası Auster’in siyasi bir söylemi yok. Aktivist değil. Türkiye’ye gelmemesinden üzüntü duyabilecek olanlar Auster’i sevenlerdir, okurlarıdır. Aldığı daveti reddederken verdiği demeci muhatap almanın yanlış olduğunu düşünmüyorum. Hemen inkâr, hemen çıkışma... Cüneyt Özdemir Radikal’de bununla ilgili güzel bir laf etti: “İnkâr bizim resmi siyaset enstrümanımız. Büyümeyen çocuklar gibi inkârı tercih ediyoruz” dedi.

Bana kalırsa öncelikle her sanatçı, gitmeyi veya gitmemeyi düşündüğü ülkeler konusunda hürdür. Ancak gelmesinin sanatseverlere faydası olduğunu düşünüyorsak, kendi meslek grubundan ileri gelenlerin konuyu ele almasında ve davette ısrar edilmesinde daha yapıcı bir tavır görüyorum. Örneğin doksanlarda Fin yönetmen Aki Kaurismaki, Avrupa Filmleri Festivali için Ankara’ya davet edildiğinde Türkiye demokratik bir ülke olmadığı için gelmeyeceği cevabını yuvarlamıştı. Bunun üzerine festival yöneticileri ona diplomatik incelikte bir mektup yazarak kısaca  “Finlandiya’dan şikâyet edeceğine gel durumu gözlerinle gör, kimin kim olduğunu anla, demokratik mücadeleye destek ver, örnek ol” demişlerdi.

Kısacası, sözüne dikkat edilen kişi ve kurumların rahatsız edici açıklamalarda bulunmasına engel olamayız. Ancak onları dikkate alarak cevap üretirken asıl kimliğimizi tanıtma fırsatı yakalarız. Diplomasinin birinci koşulu tepkilerin doğru muhatap tarafından doğru dozda verilmesi.  Tepkinin  az veya fazla kaçmaması için.  Eksik kalması durumunda hedefi bulamayan gülünç bir eyleme dönüşüyor. Doz aşımında ise, diğer tarafa tekrar cevap ve saldırı hakkı doğuruyor... Sanatçıların rahatça üretmeye devam etmelerinin herkese faydası olduğuna inandığımdan onlara sert çıkışılmamasını tercih ediyorum...