Bu hafta ağımıza takılanlar

Arap yöneticiler etnik, dini ve kabile kavgalarının ne kadar kötü olduğunu bildikleri için, sürekli ilgiyi İsrail’e yönlendirdi. Arap kitleleri de gerçek sorunlarını unutarak İsrail karşıtı kışkırtmalarla meşgul oldu. Arap dünyasında bilinmeyen ancak hayal edilen Yahudi devleti Ortadoğu’nun günahlarını temizlemek için kullanıldı. Birçok insan bu konudan geçimini sağladı ve kariyer sahibi oldu. GUY BECHOR

İzak BARON Diğer
15 Şubat 2012 Çarşamba

 BİZ TÜRKİYE’DE ‘DİNDAR BİR NESİL YETİŞTİRMEYİ’ TARTIŞIRKEN İSRAİL’E DE KULAK VERİN İSTEDİM

Başlangıçta İsrail’in aklı başında hükümetleri ve siyasetçileri bile vaat edilmiş kutsal toprak diyerek zorla Filistin yönetimine bağlı bulunan Hebron’un bir bölgesini işgal eden yerleşimcilere karşıydı. Fakat fanatizm yerleşimciler gibi İsrail siyasetini de esir aldı. Öyle ki bugün İsrail Milli Eğitim Bakanı onca kutsal mekân varken sırf yerleşimcilerin oylarını alabilmek için öğrencilere Hebron’a yürüyüş turları düzenletiyor.

Dahası öğrencilerin ikiye bölünmüş şehirde güvenlik sorunu yaşayabileceğini düşündüğü için öğrencilerin önce yerleşimcileri koruyan İsrail Güvenlik Teşkilatı’nı ziyaret etmesini ve dahi bu hayli ‘kültürel turu’ askerlerin rehberliğinde yapmasını istiyor.

Okulda öğrencilere Yahudi Düşüncesi dersi veren Ofra Goldberg bile bu duruma isyan ediyor: “Hebron’da asla yaşamamış ama orada gömülü bulunan kutsal kişilerle bağ kurmaktan bahsediyor Bakan. Oysa Yahudi tarihi açısından Hz. İbrahim’le bağı en kuvvetli olan şehir Beer Sheva. Öğrencileri birlikte yaşamanın sembolü olan ve İbrahimi geleneği en çok temsil eden Beer Sheva gibi bir şehre götürmek yerine neden Hebron’a fanatiklerin yaşadığı ölü bir şehre götürmek istiyor bakanlık? Yeni nesle aktaracağımız değer ne? Yahudi kimliğini çokkültürlü, yaratıcı şehirler yerine ölümü ve ölüleri kutsayan fanatikler üzerine mi inşa edeceğiz?”

Dedim ya hayli sert ve uzun bir tartışma İsrail’de yaşanan. Konu ne eğitim turu ne de kültür. Eğitimin endoktrinasyonu aslında tartışılan. Hangi ideolojik görüş şekillendirecek yeni nesilleri? Biz Türkiye’de ‘dindar bir nesil yetiştirmeyi’ tartışırken İsrail’e de kulak verin istedim. Maksadım İsrail’le Türkiye’yi birebir kıyaslamak değil…

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1077972&Yazar=EYUP-CAN&CategoryID=98

İDDİA EDİLENİN AKSİNE GÜÇLÜ BİR YAHUDİ KARŞITLIĞININ OLDUĞU TÜRKİYE’DE, HOLOKOST KURBANLARININ DEVLET TARAFINDAN ANILMASI, ZAMANLA GENİŞ KİTLELER ÜZERİNDE OLUMLU ETKİ GÖSTERECEKTİR MUHAKKAK

27 Ocak Yahudi Soykırımı’nı Anma Günü’nde, iki yıldır, devlet ricali, İstanbul’da Yahudi toplumunun düzenlediği törende temsil ediliyor. İki yıldır, Neve Şalom Sinagogu’nda, başta İstanbul Valisi ve Dışişleri Bakanlığı temsilcisi olmak üzere Türk yetkililer, insanlık tarihindeki en büyük kara lekelerden biri olan Şoah’ın kurbanlarını anıyor, benzer acıların tekrarlanmaması dileklerinde bulunuyor, bu yolda Türkiye devletinin gösterdiği çabaları anlatıyorlar.

Örneğin bu yılki törende, Dışişleri’ni temsilen bir konuşma yapan büyükelçi Ertan Tezgör, Türkiye devletinin, Nazi toplama kamplarından en büyüğü olan Auschwitz-Birkenau Müzesi Vakfı tarafından oluşturulan uluslararası fona katkıda bulunduğunu, Holokost’un anılması ve araştırılması konusundaki hükümetler arası faaliyetlere katıldığını, Claude Lanzmann’ın Şoah belgeselinin TRT’de yayımlanacağını vurguladı. Tezgör, “Bu katkılarımız ve katılımlarımız, insan tahayyülünün almakta zorlandığı Şoah’ın bir daha tekrarlanmaması için hatırasının yaşatılması amacını gütmektedir” sözleriyle, yeni nesillerin yaşananları ilk ağızdan öğrenmeleri için çaba gösterdiklerine dikkat çekti.

Buraya kadar anlatılanlar, kesinlikle olması gerekendir, sonuna kadar doğrudur. Geç atılmış adımlardır ama yine de desteklenmelidir. İddia edilenin aksine güçlü bir Yahudi karşıtlığının olduğu Türkiye’de, Holokost kurbanlarının devlet tarafından anılması, zamanla geniş kitleler üzerinde olumlu etki gösterecektir muhakkak.

Rober Koptaş

http://www.agos.com.tr/makale/soahi-unutmamak-85

KOMPLO TUTKUSU, SORUNLARIN REEL SEBEPLERİNİN ARAŞTIRILMASINI ENGELLEYEREK KORKUNÇ HATALARA YOL AÇABİLİR

Komplo tutkusu insanda metot fikrini ve veri araştırma ihtiyacını öldürür. Zihnimizdeki bir komplo şablonunu zihnimizin dışındaki karmaşık olaylara etiket gibi yapıştırırız. Çok karmaşık iktisadi, siyasi, kültürel ve diplomatik sorunlar bir siyasi hırsız-polis oyununa döner! Hitler’in “beynelmilel Yahudi”si, Stalin’in “emperyalizm”i bunun uç örnekleridir.

Hitler’e göre Alman Yahudileri Almanya’nın kanını emiyordu! Halbuki Almanya’nın sanayi devrimi yapmasında buyük katkıları olmuştu.

Stalin’e göre Rusya’da akıl almak yaygınlıktaki iş kazalarını emperyalist ajanlar yaptırıyordu! Halbuki asıl sebep sefalet ve bitkinlik şartlarında çalıştırılan işçilerin aşırı yorgunluğu ve iş kazalarını önleyecek teknik önlemlerin yokluğuydu.

Komplo tutkusu, sorunların reel sebeplerinin araştırılmasını engelleyerek korkunç hatalara yol açabilir.

Taha Akyol

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19868293.asp

ARAP DÜNYASI TARAFINDAN BİLİNMEYEN ANCAK HAYAL EDİLEN YAHUDİ DEVLETİ ORTADOĞU’NUN GÜNAHLARINI TEMİZLEMEK İÇİN KULLANILDI

Yaklaşık 100 sene boyunca Arap İsrail uzlaşmazlığının Ortadoğu’daki tüm sorunların anası olduğu hiç tartışmasız bir şekilde kabul edildi. Bu sorun çözüldüğü takdirde, dünya bütün bölgeye bir anda barış geleceğini düşündü. Bu çatışma hakkında birçok araştırma yapıldı. Fakat bir anda “Arap Baharı” ortaya çıktı ve pek de hoşa gitmeyecek olan gerçek ortaya çıktı: Bölgenin gerçek sorunlarıyla karşılaştırıldığında, Filistin- İsrail sorunun son derece önemsiz ve etkisi de son derece sınırlı bir olgu. Hatta bu sorun,  bazı çevrelerin kendi çıkarları temelinde yükselen hayali bir çatışma oldu.

Seneler boyunca Arap ülkelerinin yöneticileri kendi ülkelerindeki etnik, dini, bölgesel ve kabile kavgalarının ne kadar kötü bir durumda olduğunu bildikleri için, sürekli olarak ilgiyi İsrail’in üzerine yönlendirdiler. Ve Arap halk kitleleri de gerçek sorunlarını unutarak İsrail karşıtı kışkırtmalarla meşgul oldu.

Arap dünyası tarafından bilinmeyen ancak hayal edilen Yahudi devleti Ortadoğu’nun günahlarını temizlemek için kullanıldı. Birçok insan bu konu üzerinden geçimlerini sağladı, ünlendi ve bu konu üzerinden bir kariyer sahibi oldu.

Guy Bechor

http://israilblogu.com/2012/02/10/simdi-filistinlileri-kim-dusunuyor/

"NE DERSENİZ DEYİN, İSTERSENİZ 'KATLİAM', İSTERSENİZ DE 'SOYKIRIM' ANLAMINA GELEN KELİMELER KULLANIN AMA SADECE BİZE MAHSUS OLAN 'HOLOCAUST' SÖZÜNÜ AĞZINIZA ALMAYIN"

Aslı eski Yunanca'da "tamamen yanmış" demek olan ve koyun yahut keçi gibi hayvanların tanrılara yakılarak sunulmasını ifade eden "holokaustos" sözünden gelen "holocaust" kelimesi sonraları "soykırım" ve "toplu öldürmeler" demek olmuş, 1960'lardan itibaren de sadece İkinci Dünya Savaşı yıllarında Naziler'in yaptığı Yahudi katliamı için kullanılmıştı. Bu terimi, yani "holocaust" sözünü İsrail de benimsemiş, hattâ benimsemekten de öte özelleştirmiş ve sadece Yahudi soykırımını ifade ettiğini söyleyerek diğer milletler ve gruplar için kullanılmasına neredeyse yarım asırdan bu yana hep karşı çıkmıştı.

Batı dillerinde, meselâ İngilizce de bu kavramı çağrıştıran ama vurgu bakımından "holocaust" kadar güçlü olmayan "massacre", "carnage" yahut "slaughter" gibi başka kelimeler de vardır. Bunlar bizim "mezâlim", "kıtâl" veya "soykırım" dediğimiz kavramların karşılığıdır. İbranice’de de "holocaust" karşılığı olarak bugün "shoah" kelimesi kullanılır...

...

Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, işte bunu söylüyor. "Afrika'da, Asya'da ve Balkanlar'da yaşanan çekişmeler ve katliamlar için 'Holocaust' sözünün kullanılmasına İsrail'in kuruluşundan bu yana karşı çıktık. Yahudiler'in İkinci Dünya Savaşı'nda yaşadıkları trajedi, diğer trajedilerin mukayese edilemeyecek kadar ötesindedir" diyor. Yani "Ne derseniz deyin, isterseniz 'katliam', isterseniz de 'soykırım' anlamına gelen kelimeler kullanın ama sadece bize mahsus olan 'holocaust' sözünü ağzınıza almayın" demek istiyor.

Murat Bardakçı

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/714494-israil-ne-dedi

HER AZINLIK GRUP GİBİ BU KİTLEYİ OLUŞTURAN BİREYLERİN ÇOĞUNLUKTAKİLERE ORANLA DAHA YÜKSEK DÜZEYDE DAYANIŞMA GÖSTERMESİ SON DERECE DOĞAL VE İNSANİ

İbranilik, Sabetayistlik iddiaları neden bizde bu kadar çok prim yapıyor? Gerçi bu tür “komplo kuramlarına” tam inanan sayısı pek az. İddialar pek de yabana atılmayacak isimlerden geliyor öte yandan. Ve yine öte yandan tam inanmasa da birçok kişi,”acaba” diyor, “var bir şeyler” diyor. O tür haberler, yazılar görece çok okunuyor. Bir bölüm insansa bu tür çalışmalara hayli tepkili.

...

Her komplo teorisi ilgi çeker. Buradan yola çıkarak her komplo teorisini küçümseyemeyiz öte yandan. Ahmet Aydın hocadan duyduğum bir savunuyla, “Dünyada tıp tümüyle komplolar üstüneyse, bunu ortaya koymak komploculuk mu oluyor?” Evet, bir komplo kuramı bir gerçeklik parçasına dayanıyorsa, o zaman çok daha kalıcı hale gelebiliyor.

Yahudilik, İbranilik meselesinde komplo kuramlarına dayanak teşkil edecek böyle bir küçük gerçeklik parçası yok, aksine büyük bir gerçeklik parçası bulunuyor bana göre.

...

Bu etnik ve dinsel grup dünyanın bir azınlığı. Her azınlık grup gibi bu kitleyi oluşturan bireylerin çoğunluktakilere oranla daha yüksek düzeyde dayanışma göstermesi son derece doğal ve insani. Birçok azınlık grup gibi dünyanın hemen her yerinde katliamlara maruz bırakılmışlar, aşağılanmışlar, tecrit edilmişler, ezilmişler. Onlar da binlerce yıl içinde buna karşı refleksler geliştirmişler. Kendilerine karşı ortaya konulan ırkçı saldırılara karşı oluşturdukları kültür de ırkçı, gerici olabilir. İbrani kültüründe böyle birçok olumsuz yan var elbette kanımca. Ama bunu da doğal karşılamak gerekir. Sürekli savunma durumunda bırakılan bir grup saldırdığında pek acımasız davranabilir.

Kaan Arslanoğlu

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kaan-arslanoglu/marx-yahudi-olmasaydi-51426

ÇEŞİTLİ KİTAPLARIM, ŞİİRLERİM, ROMANLARIM VS. OLSAYDI, ÜSTELİK YAHUDİ KÖKENLİ BİRİ OLARAK, ADIM DA ŞÖYLE EN AFİLİSİNDEN ‘MATE CUDZYNOWSKİ’ OLSUN MESELA; BİR DE İNGİLİZCE BAŞTA OLMAK ÜZERE, ÇEŞİTLİ DİLLERDE BASILSAYDI ÜRETTİKLERİM, BEN SİZDEN DAHA “ÜNLÜ” VE DAHA “KABUL GÖREN” BİRİ Mİ OLURDUM?

Her azınlık gibi, binlerce yıldır aşağılanan, dışlanan, ezilen bir “dünya azınlığı” olan Yahudi kitlesine mensup bireylerin, diğer insanlara göre kendi aralarında yüksek oranda bir dayanışma sergilediklerini söylüyorsunuz. Güzel, devam ediyorsunuz, önermenizi desteklemek için Kuhn’a başvuruyorsunuz; ortaya atılan paradigmaların kabulünde, ortaya atanların “milliyeti bile” “önemli rol” oynuyorlar. Ardından da peşin bir hükme varıyorsunuz. Yazılarınızı, kitaplarınızı kendi isminizle değil de “Kohen Leonard” adıyla yazsaydınız, on misli ilgi göreceğinizi iddia ediyorsunuz. Peki, İbranilik savlarına abuk sabuk damgası vurmadan soruyorum. Her ne kadar kastettiğiniz, sahip olduğu nitelikten bağımsız olarak bir eserin (kitap, yazı, beste, roman vs.) Yahudi bir ‘author’ (yazar, besteci, romancı vs.) adı ile yabancı dillere, özellikle de İngilizceye çevrildiğinde, söz konusu eserin Batı entelijansiyasında uyandıracağı büyük etki ise de aynı mantıkla şunları söyleyebilir miyiz? Örneğin, ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, solcu-Marksist bir yazar olsaydım? Çeşitli kitaplarım, şiirlerim, romanlarım vs. olsaydı, üstelik Yahudi kökenli biri olarak, adım da şöyle en afilisinden ‘Mate Cudzynowski’ olsun mesela; bir de İngilizce başta olmak üzere, çeşitli dillerde basılsaydı ürettiklerim, ben sizden daha “ünlü” ve daha “kabul gören” biri mi olurdum? Bu soruya, “evet” der gibi bir haliniz var doğrusu. Kim bilir, belki de öyle olurdu. Varsayımdan devam edersek, “abuk sabuk” şeyler yazan biri de olsam, sırf Yahudi kökenli bir yazar olduğum için, yazdıklarımın niteliğinden bağımsız olarak öne çıkardım belki, olamaz mı? Olabilir. Bu konuda samimiyim gerçekten. Etyen Mahçupyan ne kadar “değerli” ise Türkiye ve dünya Marksizmi için, ‘Cudzynowski’ de o kadar değerli olurdu. Bunun gibi tekil örnekler veya varsayımlar uzatılabilir. Batıda veya Türkiye'de birileri çıkıp, bu tür örneklere büyük değerler atfedebilirler gerçekten de. Ancak çubuğu Marx ve Engels'e bükersek, olmaz. İşler karışır o zaman. Batılı “entelektüeller”i unutun bir anlık; dünya işçi sınıfı hareketi, komünist ve işçi partileri gücenmez mi, ‘Engels Yahudi olmadığı için Marx’ın yerinde değildi, aksi takdirde, gör bak nasıl değişirdi işler’ yollu şeyler söylersek?

...

Özetle, Sabetayizm ve soy sop tartışmalarında çubuğu tersine bükmenin sakıncalarından bahsediyorsunuz. Amacınızın Yalçın Küçük eleştirisi yapmak olmadığını ekliyorsunuz, ancak Engels, Yahudi olmadığı için Marx’ın yerini alamadı, ya da onun peşinde koştu anlamı çıkarılabilecek şeyler söylüyorsunuz. “Başarı üstüne bir ansiklopedi yazılacaksa, yirmi cildi başarıya götüren kişilik etmenleri üstüne olmalıdır. Etnik köken etmenleri burada tek ciltlik yer tutar.” Bunları siz söylüyorsunuz, çok da güzel söylüyorsunuz. Ancak bunları söylerken Marx’ı, hele ki Engels ile kıyaslayıp, “Yahudi düşünürler neden daha kolay popülerleşiyor” derseniz, bahsettiğiniz o çubuğu siz de tersine bükmüş olursunuz. Madem popülerleşme olgusundan bahsettik. Bir örnek de ben vermek istiyorum. Şu an Real Madrid futbol kulübünün teknik direktörlüğünü yapmakta olan Jose Mourinho'ya bakalım. Pek çok insan tarafından hoş karşılanmayan karakteri bir yana, Portekizli futbol adamının kariyeri başarılarla dolu. Bu, onu 'ultra-popüler' yapmaya yeter de artar bile. Bildiğim kadarı ile Yahudi kökenli değil, yine de bir araştırma yapılabilir. Mourinho’yu diğerlerinden ayıran şey, futbolculuktan ve/veya futbolun içinden gelmemesine rağmen sahip olduğu başarılardır. Futbolculuk geçmişinin olmadığına dair eleştiriler yapıldığı hatırlatılınca şöyle cevap veriyor Mourinho: “…Teknik direktör olmak için önce futbolcu olmak gerektiğini söylüyorlar. Peki, jokey olmak için de önce at mı olmak gerekiyor?...” Bu örnekten yola çıkarsak, nasıl Marx olmak için önce Yahudi olmak gerekmiyorsa, Engels olmak için de önce Yahudi olmamak gerekmiyor. Ne Engels'in Marx olması gerekiyor ne de Marx'ın Engels olması...

Reşat Bilici

http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/kaan-beye-mektup-sorular-ve-famous-blue-raincoat-resat-bilici-haberi-51469

BAŞBAKAN PAUL AUSTER’A, “SEN, GAZZE’YE BAK!” DİYOR. GAZZE İLE TÜRKİYE DEMOKRASİSİNİN İLİŞKİSİ NE?

1967 yılının temmuz-ağustos aylarında, Arap-İsrail 6 Gün Savaşı (Haziran 1967) hakkında “Savaş ve Barış” adlı uzun bir şiir yazmıştım. Bu şiir “Kiraz Zamanı” adlı kitabımda yayınlanmıştı. Şiir aslında 6 Gün Savaşı’nı değil, Ortadoğu tarihinin geleceğini, bugününü, yarınını anlatıyor(du). 2011’in ocak ayında Lübnan’ı, kasım ayında İsrail’i dolaşırken bu şiirin yaptığı kehaneti düşündüm, nasıl oluyor bu iş? Nasıl olduğunu André Malraux biliyordu. Onun haklı olduğunu günümüzün siyasetçileri, siyaset bilimcileri, ekonomistleri, cafcaflı uzmanları, gerçekler ve sorunlar karşısında uğradıkları bozgunlarla, her gün doğrulamakta ve kanıtlamakta.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı da aynı durumda. Öyle olmasaydı Paul Auster’a “Sen kim oluyorsun be adam!” diye çıkışır mıydı?

Paul Auster, Can Yayınları’nda çalıştığım dönemde (1989-1996) Türkiye’ye seve seve gelebileceğini yazmıştı. İsrail’e gideceğini (geleceğini) dönüşte bize uğrayabileceğini söylüyordu. Bir terslik oldu, ne İsrail’e gitti, ne de Türkiye’ye geldi. 2012 yılında antidemokratik yasaların egemen olduğu Türkiye’de gazeteciler ve yazarlar hapiste olduğu için gelmek istemediğini söylüyor. Üstelik Türkiye’ye herhangi bir dış müdahalenin yapılmasını tavsiye etmiyor. Sadece, “Ben bu koşullarda Türkiye’ye gelemem!” diyor. Başbakan Paul Auster’a, “Sen, Gazze’ye bak!” diyor. Gazze ile Türkiye demokrasisinin ilişkisi ne? İsrail Başbakanı, “Sen Gazze’yi bırak, kendi ülkene bak!” derse, ne cevap verecek bizimki?

Başbakan sık sık, demokrasi ve insan haklarına göndermeler yapıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasında, milli eğitimle ilgili yasalarda, hükümetin “dindar gençlik” yetiştirmek gibi bir görevi mi var? “Fikri hür, vicdanı hür vatandaşlar yetiştirmek” çağdaş bir devletin görevi olabilir (ki olmalıdır). Cumhuriyet’in laik birey yetiştirme programı ile iktidardaki bir partinin dindar gençlik yetiştirme tasarısı aynı şey değildir. Anayasa’ya göre: Birincisi meşru, ikincisi gayrimeşrudur. Fikri ve vicdanı ipotekli nesiller yetiştirmek ancak selefi toplum mühendisliğinin amacı olabilir. Sonu Araplaşmak olur!

Başbakan, Paul Auster ile ilgili olarak da “Hapiste yatan gazeteciler ve yazarlar yüzünden Türkiye’ye gelmeyi reddediyormuş. Ah biz sana çok muhtaçtık, niye gelmedin? Aman gel. Gelsen ne olur, gelmesen ne olur yahu? Türkiye itibar mı kaybeder?” demiş.

Fikri ve vicdanı ipotekli bir ülke, hapse tıktığı gazeteci ve yazarlar için elbette utanç duymaz. Demokrasinin bulunmadığı bir yerde, fikir ve vicdanın da hiçbir itibarı olamaz.

Dindarlığın, evrensel demokrasi, evrensel düşünce ve evrensel vicdan ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Dindarlık, etik ve ahlak bağlamında, bir erdem (fazilet) değildir!

Özdemir İnce

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19899884.asp

YAHUDİ DÜŞMANI KORKAN BİR İNSANDIR

Evet, Kuzey Kıbrıs’ta çok çok az sayıda da olsa Yahudi gerçekten de var. Ama bu sizin söylediğinizin veya ima ettiğinizin tam aksine tüm ülkenin, özellikle Girnelilerin iyi bildiği bir konudur. Girne’de yalnızca Yahudi işadamları yok. Aynı zamanda bir de hahamları var. Adı Hillel Azimov. Ne gizlenerek yaşıyor ne de Kıbrıslı Türklerden kaçıyor. Tam tersi Cumhurbaşkanımız Mehmet Ali Talat ile fotoğraf çektiriyor, evinde ayinler düzenliyor, Kıbrıslı Türklerin sıcaklığından ve saygısından çok da memnun (isteyenler www.chabad.org sayfasından daha ayrıntılı bilgi alabilirler).

Ülkemizde, polisimizde, askerimizde, insanlarımızda Yahudi düşmanlığına benzeyen bir şey dahi olmadığını söylüyor. Yahudiler talihsiz bir halk. İsa’nın mesihliğine inanmayarak onu öldürüp bu nedenle de ülkelerinden kovulan, dünyanın dört bir yanına savrulan Yahudiler hayatta kalabilmek için her alanda başarılı olmayı kendilerine hedef seçmişlerdir. Çok eski bir uygarlığın torunları olarak da spor dışında her alanda oldukça başarılıdırlar. Bu başarıları ise kendine iç ve dış düşman bulmadan yaşayamayanların eşsiz ilham kaynağıdır.

...

Jean-Paul Sartre diyor ki: «Yahudi düşmanı korkan bir insandır. Hayır, Yahudilerden değil tabii ki. O, kendinden korkuyor, kendi vicdanından ve kendi içgüdülerinden korkuyor, özgürlükten ve sorumluluktan korkuyor, yalnızlıktan ve değişimden korkuyor, toplumdan ve dünyadan korkuyor. O herşeyden korkuyor ama yalnızca Yahudilerden korkmuyor».

Ulaş Gökçe

http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/72791/PageName/KIBRIS_HABERLERI

Netten okumalar

LİVANELİ’DE GİZLİ TARİH MAVİ ALAY DRAMI – NAZIM ALPMAN

Serenad’ın ana gövdesinde “Struma Faciası” yer alıyor. 2. Dünya Savaşı sırasında Romanya’nın Köstence limanından aldığı 669 Yahudi yolcusunu Filistin’e götürmek üzere Karadeniz’e açılan Struma adlı gemi motorları arızalandığı için, bir süre İstanbul’da Sarayburnu’nda bekletiliyor. Kimsenin inmesine izin verilmiyor. Arızalı gemi römorkörle çekilerek Karadeniz’e sürükleniyor, Şile açıklarında da kaderine bırakılıyor. Struma orada batırılıyor.

http://birgun.net/writer_index.php?category_code=1187090394&news_code=1328521962&year=2012&month=02&day=06

DENİZALTININ 95’LİK ÇINARI – NAZIM ALPMAN

Talihsiz Yahudi mültecileri izleyen gözler arasında bir Türk denizaltısı ve bir grup Türk denizaltıcı da bulunuyordu. Osman Nuri Karayel, o ekibin içinde yer alan tarihi şahsiyetlerden biri olarak hayatta kalan son tanık olma özelliğini taşıyor. Struma gemisinin Karadeniz’e çekilişi ve kaba dalgalı denizde kaderiyle baş başa bırakılmasını sadece “izlemekle” görevlendirilmişlerdi. Talihsiz geminin zavallı yolcuları içinde hiç filika bulunmayan gemiden kurtulamadılar.

Osman Nuri Karayel, bu acı olayı yıllar boyu ailesi içinde sayısız defalar anlatmıştı. Artık hatırlamak bile istemiyordu. Kendisine kalsa, denizaltısıyla su yüzüne çıkıp Karadeniz’de çırpınan insanları birer ikişer toplayabilirdi. Ama o bir astsubaydı. Geminin subayları, komutanı vardı. Daha önemlisiyse dönemin hükümetinin verilmiş bir kararı bulunuyordu: Türkiye kendisini 2. Dünya Savaşı’nın içine sürükleyebilecek bütün yardım, destek, izin, görmezden gelme,  gibi eylemlerden uzak duracaktı! Bu yüzden de Struma Faciası’nı sadece seyretti. Bu insanlık ayıbını seyreden Türkiye’nin “tarafsız gözleri”nden biri olarak Osman Nuri Karayel, çaresizliğin ne demek olduğunu öğrenmişti bu acı olayla birlikte…

http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1293458115&year=2010&month=12&day=27

İZEL ROZENTAL İLE 'AYNI KALEMLER, FARKLI ÇİZGİLER' ÜZERİNE

http://www.euractiv.com.tr/kultur-ve-sanat/interview/izel-rozental-ile-ayni-kalemler-farkli-cizgiler-uzerine-023980

İSRAİL İLE ARAMIZ GERÇEKTE NE KADAR KÖTÜ? – PROF DR ÜMİT ÖZDAĞ

http://www.internetajans.com/prof-dr-umit-ozdag/israil-ile-aramiz-gercekte-ne-kadar-kotu-kose-yazisi-3400y.html

BU “ASILACAK ADAM” JOHN DEMJANJUK’UN ÖYKÜSÜ…

http://www.tersninja.com/bu-asilacak-nazi-john-demjanjukun-oykusu

İSRAİL EDEBİYATINI TANIMAK İÇİN – DOĞAN HIZLAN

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19904953.asp

Ladino / Seyredin

CANCIONES SEFARDIES DE SALONIKA

http://www.youtube.com/watch?v=DPPZWKTaxqo&feature=youtube_gdata_player

Netten dinledin/seyredin

RESMİ TARİHİN İTİNAYLA YOK SAYDIĞI SAYFALAR – AYŞE HÜR

http://acikradyo.com/default.aspx?_mv=a&aid=29463&cat=100

İSRAİLLİLERİN KIŞ AYLARINA BAKIŞLARINI ÖZETLEYEN ÜÇ ŞARKI

http://israilblogu.com/2012/02/02/israillilerin-kis-aylarina-bakislarini-ozetleyen-uc-sarki/