Paris'e aşk mektubu

Avrupa’nın en çok sevilen Amerikalı yönetmeni Woody Allen’in Paris güzellemesi “Paris’te Gece Yarısı” sanatçının en fazla gişe yapan filmi oldu. 76 yaşında, formundan üretkenliğinden hiçbir şey kaybetmeyen, yılda bir film yapma kararlılığını sürdüren W. Allen, bizlere Amerikalı nişanlı bir çiftin Paris serüvenini anlatıyor.

Viktor APALAÇİ
5 Ekim 2011 Çarşamba

1920’lerde Paris’te yaşamayı seçmiş ressam, heykeltıraş, edebiyatçı, sinema yönetmenlerinden oluşan renkli ve zengin bir karakter resmi geçidi ile bir “Zamanda Yolculuğa” çıkıyoruz. Bu keyiften kendinizi mahrum etmeyiniz.

Avrupa’nın en sevilen Amerikalı yönetmeni olan Woody Allen’in Paris güzellemesi “Paris’te Gece Yarısı / Midnight in Paris”, dünyanın bu en romantik şehrinin kartpostal tadındaki 5 dakikalık açılış sekansıyla başlıyor.

New York Yahudi mizahının bu rakipsiz temsilcisinin, 76 yaşında, formundan, üretkenliğinden hiçbir şey kaybetmeden, her yıl bir film yapma kararlılığını sürdürmesi çok olumlu.

43. filmi olan “Paris’te Gece Yarısı” sanatçının en fazla gişe yapan eseri oldu. Son Cannes Film Festivali’nin açılışını yapan film, festivalin direktörü Thierry Frémaux tarafından“Paris için yazılmış görkemli bir aşk mektubu” olarak nitelendirildi.

W. Allen daha önce “Kahire’nin Mor Gülü” ve “Alice”te yaptığı gibi, bu filmde de fantezi türünü günümüzün acı gerçeklerine karşı bir sığınak olarak kullanmayı seçiyor.

İşleri pek yolunda gitmeyen genç bir Hollywood senaristinin nişanlısıyla yaptıkları Paris gezisini anlatan filmde, Woody Allen’e yakın temalar, romantizm, seks, küçük sahtekarlıklar, riyakârlıklar, ihanetler, her zamanki gibi başrolde.

Film, Paris aşığı senaristin, nişanlısını yanına almadan, saat 12’yi vurduktan sonra çıktığı Paris yolculuklarında gerçekleşen fantastik maceraları anlatıyor. Nişanlısı İnez’in (Rachel McAdams) gösterişçi arkadaşı Paul (Michal Sheen) ile dansa gitmesiyle, senarist Gil (Owen Wilson) kendini Paris sokaklarını atıyor.

Çanlar gece yarısını çalınca, yanında duran gizemli antika arabadaki, 1920’lerin kıyafetlerini giymiş, şampanya içen yolcular kendisini davet ediyor.

KÜLTÜREL VE ARTİSTİK ZENGİNLİĞİYLE PARİS

W. Allen hayal gücünü doludizgin bıraktığı filmde, 2. Dünya Savaşı sonrası Paris’e yerleşmiş sanatçı kuşağını konuk ediyor. Paris’te yaşamayı seçmiş ressam, heykeltıraş, edebiyatçı, sinema yönetmenlerinden oluşan renkli ve zengin bir karakter resmi geçidi ile film hareketleniyor.

Salvator Dali’din Ernest Hemingway’e, Zelda ve Scott Fitzgerald’den Pablo Picasso’ya, Luis Bunuel’den Toulouse Lautrec’e, Paris aşığı sanatçılara, W. Allen eşsiz mizah gücü ve zeki diyaloglar eşliğinde saygı duruşunda bulunuyor.

Cannes’daki basın konferansında Allen “Mega kentler benim esin kaynaklarım, onlar yaratıcılık açısından çok kışkırtıcıdır. Kentler filmlerimin kahramanları gibidir. New York’ta hayatını kurmamış olsaydım tercihim Paris olurdu. Bu iki kent dünyanın en güzelleri” diyordu.

19. ve 20. yüzyılların sanat dünyasının merkezi olmuş Paris kentine, Cole Porter, T. S. Eliot, Henri Matisse, Edgar Degas, Gertude Stein, Josephine Baker gibi sanatçıların şahsında bir saygı duruşunda bulunan W. Allen, bu filminde bir “Zamanda Yolculuğa” çıkıyor.

Muzip gevezeliği, zeka dolu diyaloglar eşliğinde insan ilişkilerindeki komikliği gözlemlerimize seren sanatçının bu son filmi 1920’lerin Paris’ine nostaljik bir güzelleme.

İzlenmeyi keyif veren “Paris’te Gece Yarısı”nın kahramanı, Hollywood’ta yaratıcılık krizine giren, eski roman yazarı, yeni senarist Gil, hayalperest senarist Gil, bir yerde W. Allen’in alter-ego’su.

W. ALLEN’İN ALTER EGO’SU

Daha önce Coen Kardeşler, 1991’de Cannes’da Altın Palmiye kazanan filmleri “Barton Fink”te, senaryosunu tamamlayabilmek için taşradaki bir otele kapanan, yaratıcılık esin kaynağını kaybetmiş Hollywood senaristinin (John Turturo) öyküsünü anlatmışlardı. Psikolojik sorunlu, sürekli huzursuz, mutluluğu yakalamakta zorlanan, iyi niyetli Gil rolünde (Wilson kardeşlerin en sevimlisi) Owen Wilson, W. Allen’in gençlik halini anımsatıyor.

1966 tarihli “Everyone Says I Love You”da birkaç sahnesini çektiği Paris’a görkemli bir dönüş yapan sanatçı, “Paris’te Gece Yarısı”nın basit konusuna rağmen, iyimserliğiyle izleyicisini büyülüyor. Baştan sona hakim olan bu iyimser atmosfer, filmindeki zaman yolculuğuna inandırıcılık katıyor.

“Paris’te Gece Yarısı” nörotik kahramanlarıyla W. Allen’in ana temalarını tekrarlıyor: tarihe ve sanata olan bağlılığımız, hayattan zevk alma becerimiz.

Kariyeri boyunca kendine has hiciv yüklü, hafif ve neşeli üslubuyla, aşk, yaşam ve ölümle ilgili görüşleriyle, W. Allen hayat dersleri vermeyi sürdürüyor. W. Allen Amerikan burjuvasını acımasızca eleştirirken, Amerikan toplumunun geçmişe sığınma huyunu hicvediyor.

Filmin, ünlülerden oluşan müthiş bir oyuncu kadrosu var. Paris’e yerleşmeye çalışan, Picasso’nun metresi Adrianna’ya gönül veren Hollywood’lu senarist Gil’i Owen Wilson, bilinen yumuşak oyunu ve rahatlığı ile başarıyla canlandırıyor. Yıldızı hızla yükselen Rachel McAdams, kendinden emin, ukala, antipatik bir rolde İngiliz Michael Sheen, metres Adriana’da sımsıcak ve sevecen Marion Cotillard, Dali’yi canlandıran Adrian Brody, güngörmüş edebiyatçıda Kathy Bates öne çıkıyorlar.

Parisli turist rehberinde (Sarkozy’nin eşi) Carla Bruni- Sarkozy mankenlikten gelmiş olmanın rahatlığıyla, filme renk katıyor.