BİR GEZİ GÜNCESİ: KRAKOV – AUSCHWITZ-5 ‘Şoa yorgunluğuna’ yenilmemek için

65-70 yıl önce yaşanmış olayları tekrar tekrar anlatmak niye? Artık yetmez mi? Bu konuda beyaz bir sayfa açmanın zamanı gelmedi mi? Tüm bu sorulara cevabım HAYIR. Holokost uzmanı Yehuda Bauer’in deyimiyle ‘Şoa Yorgunluğu’na yenilirsek, yaşanan bu korkunç olayları nasıl hatırlayacağız, nasıl hatırlatacağız? Unutursak yeni insanlık suçlarına zemin hazırlamış olmaz mıyız?

Metin DELEVİ Perspektif
21 Aralık 2011 Çarşamba

Auschwitz ziyaretimizin ikinci gününde öğleden sonraya Karantina kampından başlıyoruz. Bu barakalara, ’ölüm baraka’larına çalışamayacak durumda olan kadınlar gaz odalarına gitme sıralarını beklemek üzere getirilirmiş. Anneler bloğu denilen 28 numaralı blokta, kampta doğum yapmış anneler tutulur, bahçesinde de bebekler öldürülür veya kobay olarak doktorlara teslim edilirmiş. 31 numaralı blokta Dr. Mengele’nin deneylerinde kullandığı Yahudi ikizler kalırmış. 31 numaralı çocuk bloğu sağlam kalmış, iç duvarlarında çocukların çizdiği resimler olduğu gibi duruyor. Ancak bu resimlerin üzerine grafittiler, Nazi sembolleri çizilmiş.  İçiniz burkuluyor.

Oradan kampın mutfağına geçiyoruz. Mutfak deyince aklınıza ziyafet mutfağı gelmesin; bir mahkûma verilen günlük gıda 350 gr. ekmek, yarım litre kahve suyu, 1 litre sıcak su içinde yüzen patates kırıntısı imiş.  Dış duvarlarında mahkûmların kazımış olduğu yazılar görülebiliyor. Hemen yakındaki kadınlar hamamının duvarlarında dezenfeksiyon için kullanılan Zyklon B gazının mavimtırak lekeleri görülebiliyor.

“Biz hâlâ ayaktayız”

Otel dönüşüne kadar kampta istediğimiz yerlerde dolaşmak üzere bir saat boş zaman bırakıldı. Ben tören alanındaki kalabalığa doğru yöneldim. Burada 350 kadar İsrailli lise öğrencisi ve aileleri anma töreni yapacaklardı. Tören Kadiş duasıyla başladı, bazı yazarların Auschwitz anılarından parçalar okundu. Peşinden yanında öğrenci torunuyla bir Auschwitz kurtulanı konuşma yaptı. Kampa on dört yaşında ailesiyle nasıl geldiğini, kaldığı 28 numaralı bloğu, çektikleri acıları, annesinin yanı başında ölmesini anlattı. Sözlerini “Bugün, 67 yıl önce kampa girdiğim aynı kapıdan girdim. Başım eğik girmiştim, bugün ise dimdik. Hitler işte sana cevabımız; biz hâlâ ayaktayız” cümleleriyle bitirdi. Yaşlı, genç alandaki kimse gözyaşlarını tutamadı. Şiirler okunduktan sonra tören milli marşlarıyla sona erdi. Gece ise, Lahey Mahkemesi eski Sözcüsü’nden ’1945-2011 Uluslararası Adalet ve İnsanlık Suçları‘ konulu konferansı dinledik.

Ölüm fabrikası

Gezinin son günündeki ilk rotamız Auschwitz III kamp bölgesi. Monovitz-Buna veya Auschwitz III, Auschwitz kamplarından biri olup, kendine bağlı 45 kadar alt kamptan oluşuyordu. 1941 yılında, IG Farben şirketinin inisiyatifiyle kurulmuş. İlk adım olarak, IG Farben, ucuz insan gücü mantığıyla Auschwitz Kampı’ndaki mahkûmların bu tesislerde çalıştırılması için Nazilerle anlaşmış. Beher işçi için Alman Hükümeti’ne ödenecek tutar günlük 3 DM olarak belirlenmiş. 1941 yılında IG Farben ve Nazi yetkilileri elele verip altyapı çalışmaları yapmış, mahkûm barakaları, yollar yapılmış. El konulan Polonyalı evlerine şirket idarecileri yerleştirilmiş. 1944 yılında, bu kampta çalışan mahkûm sayısı 11.000’i bulmuş. Sert hava, yetersiz sağlık ve gıda koşulları nedeniyle çok sayıda mahkûm çalışamaz duruma düşmüş. Bunlar öldürülüp yerlerine yeni mahkûmlar getirtilmiş. Ocak 1945’te, diğer kamplar gibi bu kamp da boşaltılmaya başlanmış, diğer mahkûmlarla birlikte Almanya içlerine gönderilmeye başlanmış. Savaş sırasında bu kamp ve çevredeki sanayi tesisleri müttefikler tarafından bir kaç kez bombalanmış, ancak çalışmalar devam etmiş. Zaten bu bombardımanlar halen polemik konusu. Bu tesisler bombalanırken, içinde gerçekleştirilen korkunç katliam bilinmesine rağmen, ana Auschwitz kampları hiçbir zaman bombalanmamış. Bu çalışma kampından birçok ünlü isim de geçmiş. Bunların arasında en tanınmışları Elie Wiesel ve Primo Levi.

Günümüzde IG Farben sanayi kompleksi Chemoservos-Dwory SA ve Synthos Dwory Sp. adları altında faaliyetlerine devam ediyor.

Auschwitz III anıtından Monowice köyüne giriyoruz. Sağlam kalmış metruk karargâh binasını görüp bölgede yürümeye devam ediyoruz. Maalesef tüm kamp binaları yıkılıp yerine evler dikilmiş. Bölgede yalnız IG Farben, Krupps ve Siemens fabrikaları sağlam kalmış. Bu fabrikalar da değişik isimler altında faaliyetlerine devam ediyorlar. Bunların önünden geçip Rajsko köyünde, mahkûmların çalıştırıldığı seralara giriyoruz. Savaş döneminde burada çalıştırılan mahkûmlar rahatlıkla yiyecek bulabildikleri için nispeten daha uzun yaşama imkânı bulmuşlar. Ancak yine de üzerlerinde sebze bulunduğu için hemen oracıkta öldürülen mahkûm sayısı da az değil.  Bu seralar halen kullanılıyor. O dönemden kalma tek tük simgeler görebiliyoruz.

Yolumuza devam edip, Budy köyündeki Fransız kadın mahkûmların kaldığı binaya giriyoruz. Bu binada, subay sevgilisiyle yalnız kalabilmek için Alman Kapo kadının tertiplediği komplo sonucu 90 mahkûm kadın vahşice katledilmiş. Kendisine saldırıldığını öne sürerek Alman askerleri ayaklandıran bu Kapo, Alman askerler ve diğer Kapolarla birlikte mahkûmlara saldırmış, mahkûmların bir kısmı pencerelerden aşağı atılmış veya süngü darbeleri sonucu öldürülmüş. Gördüğü vahşet karşısında kamp komutanı bile dayanamayıp katliamı başlatan Kapo ve sevgilisini idam ettirmiş. Şimdi bir çocuk yuvası olan binada bir oda müzeye dönüştürülmüş ve duvarlara olayla ilgili fotoğraflar koyulmuş. Tam anlamıyla pedagojik bir uygulama...

Yolumuza devam edip, bugünlerde otopark ve atölyeye dönüştürülmüş Brzeszcze elektrik santralını ve kömür madenini görüyoruz.  Devasa elektrik santralı inşaatı sonlandırılamamış, öylesine bırakılmış. Yol üzerinde Brzeszcze köyü mezarlığında duruyoruz. Katolik mezarlığın bir köşesinde, üzerinde hiçbir dini işaret bulunmayan ancak çiçeklerle donatılmış bir mezarın önüne gidiyoruz. Bu mezarda, kampın boşaltılması esnasında,  ölüm yürüyüşü başlarında ölen yedi kişinin naaşı bulunuyor. Köy sakinleri bu cesetleri toplayıp, kimlikleri bilinmediğinden isim ve dini simge koymadan bu mezara gömmüşler.

Kanınızı donduracak görüntü

Gezimizin en zor geçecek son öğleden sonrası için tekrar Auschwitz I Kampı’na dönüyoruz. Yine müze rehberi eşliğinde kampta çeşitli yerleri ziyaret ediyoruz. Ancak göreceklerimiz için bir rehbere pek ihtiyacımız olmayacağını sonradan anlıyoruz. İlk durağımız dört numaralı blok. Hemen karşısında Nazilerin gözdağı vermek için infaz yeri olarak kullanılan toplu idam sehpası bulunuyor. Bu blokta kampın ve özellikle gaz odaları kompleksinin maketleri yerleştirilmiş. Bir odada ise, kanımızı donduracak bir görüntü bekliyor bizi. Devasa bir vitrin arkasında tonlarca insan saçı teşhir ediliyor. Bu saçlar, gaz odasına girmeden önce veya sonra mahkûmların kesilmiş saçları. Tam karşısında ise yine bir vitrin, arkasında Almanlar tarafından bu saçlardan yapılmış, battaniye, yastık gibi ürünler teşhir ediliyor. Bu görüntü karşısında çoğumuz şok içinde kalakalıyoruz.  Beş numaralı blokta ise öldürülen mahkûmlardan kalan özel eşyalar sergileniyor. Bir bölümde takma kol ve bacaklar, diğerinde binlerce gözlük, diğerinde yüzlerce ayakkabı, birinde ise çatal-bıçak, diş ve traş fırçaları, lazımlık, bardak vs. gibi tamamıyle özel eşyalar. En son bölümde ise yüzlerce valiz teşhir ediliyor. Üzerlerinde itinayla sahibinin adı ve geldiği ülke yazılmış. “M Frank – Amsterdam 1944” yazan valiz özellikle dikkatimizi çekiyor.  Hepimizin aklına aynı şey geliyor “Margot Frank”, Anne Frank’ın ablası, tarih ve ülke tutuyor. Ancak net bir bilgi alamıyoruz. Çünkü valizlerin üstündeki yazılar sahipleri tarafından yazılmış, ancak sahipleri artık aramızda olmadığından kesin bir bilgi de yok.

Bu bloktan çıkıp, on üç numaralı Roma-Sinti bloğuna giriyoruz. Bu bloğu Alman Roma-Sinti Federasyonu, Nazi zulmünde yitirdikleri kardeşleri anısına düzenlemişler. Bilindiği kadarıyla yalnız Auschwitz’de 24.000 Roman öldürülmüş. Tarihlerini ve yapılan zulmü bu sergide teşhir ediyorlar.

Diğer bloklar ise ülkelere ayrılmış, İtalya, Fransa, Belçika, Hollanda, Nazi dönemindeki olayları görsellerle aktarıyorlar. Bu sergilerde yaklaşık üç saat geçirdikten sonra Auschwitz Müzesi idari merkezinde bir toplantı salonuna gidiyoruz. Toplantı salonuna gelmeden önce kamp kumandanı SS Rudolph Hoess’in 16 Nisan 1947’de idam edildiği darağacını görüyoruz. Sanki “Adalet eninde sonunda tecelli eder” dermişçesine kamptaki son durağımız bu nokta oluyor. Müze müdürü eşliğinde soru-cevap şeklinde bilgilendirme ve haftanın bilançosunu yapıyoruz. Anladığımız kadarıyla Auschwitz bünyesinde görmediğimiz, anlatılmamış yer kalmamış.

Otobüslere binip Krakov’a dönüyoruz. Gece Krakov’da bir veda yemeği düzenlenmiş. Katılıyoruz  ancak yorgunlukla karışık gördüklerimizin etkisiyle pek neşeli bir yemek olmuyor. Zoraki espriler ve gülümsemeler, kartvizit değişimleri ile yemeğe ve gezimize son noktayı koyuyoruz. Bütün hafta gördüklerimiz karşısında değişik ülkelerden gelmemize rağmen birbirimize bağlanmış hissi ağır basıyor ve hüzünlü ayrılıyoruz.

Dünya tarihinin en sistematik, en geniş ölüm fabrikasına, en büyük toplu mezarına ziyaretimiz böyle geçti. Çok şeyler öğrendim. En önemlisi, gördüklerimi, öğrendiklerimi aktarma gerekliliğini bir daha hissettim. Anlatmak kolay değil, her anlatma denememde boğazımda düğümler oluştu, anlatamadım. Yazıya dökmeye karar verdim.

65-70 yıl önce yaşanmış olayları niye tekrar tekrar anlatmak? Yıllardır gördük, okuduk, dinledik. Artık yetmez mi? Bu konuda artık beyaz bir sayfa açmanın zamanı gelmedi mi?

Tüm bu sorulara cevabım HAYIR. Bizim nesil yeter derse, bu acı olayları gelecek nesillere kim aktaracak? Holokost uzmanı Yehuda Bauer’in deyimi ’Şoa Yorgunluğu’na yenilirsek, yaşanan bu korkunç olayları nasıl hatırlayacağız, nasıl hatırlatacağız? Unutursak yeni insanlık suçlarına zemin hazırlamış olmaz mıyız?

Günümüz dünyasında, geçmişte yaşanmış bu olaylara rağmen, ders alınmamış gibi benzer olaylar tekrar tekrar yaşanıyor. Demek ki yeterli duyarlılık oluşmamış. Bu yüzden, hatırlamaya, hatırlatmaya ısrarla devam etmeliyiz.

Bir nebze bile olsa bu tür olaylar bu sayede engellenebilirse insanlık için büyük bir kazanç olacak.

Hatırlatmayı görev edinen bu turun organizatörlerine insanlık adına teşekkür ederken, yazıma HATIRLAYALIM, HATIRLATALIM cümlesiyle son veriyorum.

son