Bu hafta ağımıza takılanlar

Her türlü komployu düşünebilirdim de, İsrail’in Nihat Doğan'a karşı büyük bir komplo hazırlayacağını düşünemezdim… MEHMET ALİ BİRAND

İzak BARON Diğer
7 Aralık 2011 Çarşamba

BAĞIRA BAĞIRA KONUŞAN BİR PERES KARŞISINDA, “SİZ ADAM ÖLDÜRMEYİ İYİ BİLİRSİNİZ” DEDİ DİYE, ADAMI ‘ANTİSEMİT’ FİLAN YERİNE KOYMAZLAR

Geçen gün, yakınlarda Yunanistan’da bulunmuş bir arkadaşımla konuşuyorduk. “Bizim Tayyip Erdoğan’a bayılıyorlar. Neredeyse tapıyorlar” dedi. “Ya, neden?” “Bir kere, hanedanlardan bıkmışlar. Yunanistan’da ‘siyaset’ denince üç soyadı; Venizelos, Papandreu, Karamanlis, bundan başkası yok. Oysa Erdoğan, Kasımpaşa’dan yola çıkmış, buralara gelmiş.”

Ama asıl neden bu değil ya da bundan ibaret değil tabii. Kasımpaşa’dan yola çıkmış ama şimdi kimsenin karşısında ezilip büzülmeyen, Peres’e de, Sarkozy’ye de, herkese, deyim yerindeyse ‘şarlayabilen’ bir adam. En çok bunun için gözlerinde büyütüyorlarmış.

Bizim arkadaş solcu; haliyle onun Yunanistan’daki arkadaşları da solcu. Yunan solcuları şiddetle anti-emperyalisttir; hele Amerika falan gibi iddialı ülkeler söz konusu olunca, böyle dik durmaya bayılırlar. İsrail karşısında tavırları da adamakıllı eleştireldir. Bağıra bağıra konuşan bir Peres karşısında, “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz” dedi diye, adamı ‘anti-semit’ filan yerine koymazlar. Gene de, Yunan solunun hayranlık nesnesi olmanın bana ürkütücü gelen yanları da var: Duygusaldırlar ve bu duygusallığı rasyonalizmi reddetme derecelerine vardırmaktan çekinmezler. Kavgacı ve iddiacıdırlar. Olayları tek yanlı görmeye ve ona göre davranmaya eğilimlidirler. Onun için, ben siyasetçi olsam ve “Yunan solcuları seni beğeniyor” deseler, şöyle bir durup düşünürüm; nerede yanlış yapıyorum diye.

Murat Belge

http://www.tempoonline.com.tr/yazarlar/makale/57553.aspx

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNDE 1942 YILINDA GAYRİMÜSLİMLERİ HEDEF ALAN VARLIK VERGİSİ BUGÜN GERİYE DÖNÜP BAKTIĞIMIZDA HER YÖNÜYLE IRKÇI BİR UYGULAMA OLARAK VİCDANLARI RAHATSIZ EDİYOR

Ayrıca, Cumhuriyet döneminde de Dersim gibi gözden geçirilmesi gereken sayfalar söz konusu. İkinci Dünya Savaşı döneminde 1942 yılında gayrimüslimleri hedef alan Varlık Vergisi bugün geriye dönüp baktığımızda her yönüyle ırkçı bir uygulama olarak vicdanları rahatsız ediyor.

Bir bu kadar vahimi, 1943’te ağırlıklı Yahudi olmak üzere binden fazla gayrimüslim vatandaşımızın bu vergiyi ödeyemediği için zor kullanılarak Aşkale’ye çalışma kamplarına sürülmesidir.

Toplumda çok az bilinse de özellikle araştırmacı Rifat Bali’nin 2008’de yayımlanan değerli çalışmasıyla artık iyice gün ışığına çıkmış ‘1934 Trakya olayları’ da pekâlâ bu çerçevede zikredilebilir. Devletin organize ettiği provokasyonlarla Trakya’nın belli başlı yerleşim merkezlerindeki Yahudi vatandaşların göç etmeye zorlanması, can kayıpları da dahil olmak üzere her anlamda çok büyük mağduriyetler yaşamış olmaları tarihimizin yüz kızartıcı bir sayfasıdır.

Sedat Ergin

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19347902.asp?mnID=19347902

DÖNEMİN DÂHİLİYE VEKİLİ ŞÜKRÜ KAYA DA, 1934’TEKİ KANUNUN MAKSADINI ŞÖYLE AÇIKLAMIŞTIR: “BU KANUN TEK DİL KONUŞAN, BİR DÜŞÜNEN, AYNI HİSSİ TAŞIYAN BİR MEMLEKET YAPACAKTIR.”

Şimdi tarihe, biraz daha geniş bir mekân üzerinden bakalım. Ele geçirilen insanlar, Dersim’deki toplama kamplarından neden özellikle Trakya’ya gönderildiler? Çünkü 1934 Trakya Olayları ile Yahudiler de oradan sürülmüş ve birçok köy-ev sahipsiz kalmıştı. Birçok sahipsiz çocuk, rejimin yılmaz bekçileri olmaları amacıyla subaylar, mebuslar, bürokratlar tarafından kölelikle evlatlık arası bir “şey” olarak alınıp yetiştirilirken, şok ve dehşet politikası yurdun genelinde varlığını sürdürüyordu. Tehcir de, buradan anlaşılacağı üzere, tıpkı yirmi yıl önce Ermenilere uygulandığı gibi, farklı unsurlara da sırası geldiğinde uygulanan bir devlet politikası olmaya devam ediyordu…

Sözünü ettiğimiz 27 Nisan 1934 tarihli İskân Kanunu Muvakkat Encümeni Mazbatasında şunlara yer verilmekteydi: “…Maksat, bunların süratle anadillerini unutması, Türklerle karışması olduğundan, büyük köylerde bir mahallede veya birbirine komşu ve kolaylıkla toplanır bir yerde olmamak şartıyla oturtulmalarında beis görülmemiştir.” Bu kanun uygulamaya konularak Yahudi, Müslüman, Gürcü, fark etmeksizin, insanlar köylerinden uzaklaştırılmış, akrabaları ile bir araya gelmeleri engellenmiş, memleketlerinden çok uzak ve yabancısı oldukları yerlere gönderilerek, köklerini unutmaları amaçlanmış; kısaca Türkleştirilmek istenmiştir. Bu yolla, ırk hâkimiyetine dayalı bir düzen kurulmasının hedeflendiği, Türk Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezinin o demler ne kadar revaçta olduğunu akılda tutarsak, iddia edilebilir görünmektedir.

Zaten yine sözünü ettiğimiz 1930’daki genelge “dillerini, âdetlerini ve dileklerini Türk yapmak, Türk’ün tarihine ve bahtına bağlamak her Türk’e Türk e teveccüh eden milli ve mühim bir vazifedir” diyerek ulus-devlet projesinin istikametini çizmiştir. Dönemin Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya da, 1934’teki kanunun maksadını şöyle açıklamıştır: “Bu kanun tek dil konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket yapacaktır.”

Hasan Aksakal

http://www.acikgazete.com/yazarlar/hasan-aksakal/2011/11/29/hangi-dersim.htm?aid=44369

TAHTAKALE PİYASASINDA MUSEVİ TÜCCARLAR ÇOKTU. ONLAR İTHAL EDİYOR, BİZ PAZARLIYORDUK

Mahmutpaşa’da işportacılık yaparken, beyaz eşyada eleman olarak çalışmaya başladım. Tahtakale piyasasında Musevi tüccarlar çoktu. Onlar ithal ediyor, biz pazarlıyorduk. Pazar büyüyünce beni ürün seçimi için yurtdışına da götürmeye başladılar. İyi pazarlamacıydım, işin o tarafını da öğrendim. Sonra kendi firmamı kurdum. İthalatı kendi kendime öğrendim. Ardından İngilizce öğrenmenin şart olduğunu anladım. Kurslara gidip yeterli İngilizce öğrenince kendi ithalatlarımı da artırdım. 1980’lerde televizyon, video, müzik seti gibi ürünleri ithal edip sattım. 1990’a kadar böyle gitti. Bu arada üniversiteyi de (gıda mühendisliği) bitirdim ama Mahmutpaşa, Tahtakale bizi tüccar yaptı.

Yaşar Günaydın

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/19347417.asp

BU KURULUŞLARIN YÖNETİCİLERİNİN MUSEVİLER'İN GÜNÜMÜZ FİNANS DÜNYASINDAKİ ETKİSİNİ İSPAT EDERCESİNE BU DİNDEN YA DA ULUSLARARASI YAHUDİ LOBİSİ'NE YAKIN OLMALARI DA BİR BAŞKA BENZERLİK ALANI

SABAH ekonomide yaptığımız araştırma bu kuruluşların basit bir finansal şirketten çok, arkasında multi milyarder finans baronlarının olduğunu ortaya çıkardı. Moody's, Standard & Poors ve Fitch'in ortaklıklarıyla ilgili araştırmalar, hepsinin patronunun paradan para kazanma peşinde olan işadamları olduğunu gösteriyor. Diğer benzerlikleri ise hepsinin politika ve politikacılarla yakın ilişkide olması. Bu kuruluşların yöneticilerinin Museviler'in günümüz finans dünyasındaki etkisini ispat edercesine bu dinden ya da uluslararası Yahudi Lobisi'ne yakın olmaları da bir başka benzerlik alanı. Ancak aralarında radikal eğilimlere kapılmış Hristiyan işadamları da var. SABAH'ın araştırmasında çıkan bir başka dikkat çekici sonuç da dünya piyasalarında dev yatırımları bulunan yani parayı verenlerle, kredi notunu verenlerin aynı kimseler olması...

Barış Ergin

http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011/11/30/moodysin-dortatlisi

TÜRKLER, BU DURUMDA, YAHUDİLERE KARŞI KIRIM UYGULAMAYI DÜŞÜNEBİLECEK -ESKİ DÜŞMANLIKLARLA/NEFRETLERLE HAREKET EDEN- HERKESE KARŞI AÇIK VE ÇOK NET TAVIR ALACAKLARINI, YAHUDİLERİN YANINDA OLACAKLARINI ŞİMDİDEN KESİNLEŞTİRMELİ, TÜRK-YAHUDİ DOSTLUĞUNU YENİDEN İNŞA ETMENİN TEMEL TAŞINI DA ORTAYA KOYMALIDIR

İnternette 'Yahudi' diye yazıp arama motorunu harekete geçirdiğinizde, resimler arasında gene ilk sıralarda ırkçılardan kalma "kötü Yahudi" "tasvirleri"ni görüyorsunuz. İşin kötü yanı, buna şaşıramıyorsunuz, çünkü bugün bile dünyada, Yahudilere (çoluk-çocuk ayrımı yapmadan) peşin kin duyan ve onlardan nefret eden bir haşere sürüsü var. Bizim konumuz, bu küçük ama etkili halkın ve onların Filistin'deki ulus-devleti İsrail'in 2012 sonrasındaki olası kaderi ve son zamanda sistemli bir şekilde bozulan Türk-Yahudi dostluğunu bu süreçte yeniden kurmak ve yeni bir zemine oturtmak.

İsrail'deki değişimi, Ortadoğu'daki, Mezopotamya'daki ve özellikle Suudi Arabistan'daki değişimle birlikte ele alınca, konu daha da netleşiyor.

Ortadoğunun, endüstriyel kapitalizmin petrol ayağını temsil eden yeni bir despotlar coğrafyasına dönüşmesi aşamasında, Osmanlı İmparatorluğu da dağıldı ve bugün değişme belirtileri gösteren statüko kuruldu. İsrail, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, büyük bir Soykırım travması üzerinde kuruldu.

Ülkenin bir travma üzerine kurulu olması, ona bazı aşırı duyarlılıklar ve çok kolay incinebilme özellikleri veriyor. İsrail, kolay kırılabilen özelliğini, aşırı tepki veren bir reaksiyon biçimiyle birleştirmiş durumda. Dünyada önemli bir rol oynamayı amaçlayıp bu amacına ulaşmış, dünyaya açık, dışarıdan eleştiri kaldırmayan, dışarıya kolay öfkelenen, ama kendi içinde son derece sevecen ve barışçı bir genel mantaliteye sahip. İsrail'in mantalitesindeki önemli bir unsur, bu yazının da başlangıç noktası aslında: İsrail, çok büyük bir değişim geçirip mantalitesini tamamen değiştirebilecek potansiyele sahip. Bu özellik, başka ülkeler için bir kırılmaya veya tamamen yıkılıp yeniden kurulmaya neden olabilecek bu özellikle İsrail, kendini tamamen değiştirebilecek bir mental nüveye sahip. İsrail çok güçlü iradesiyle bu tür köklü değişimleri başarabilecek bir ülke.

İsrail'in en büyük şansı, kurulduğundan itibaren çok sağlam müttefiklerinin olması ve onlarla oldukça yakın ilişkiler kurabilmesidir -ama diplomasiye dikkat etmek şartıyla.

İsrail'i şimdi zorlayan karakteristik özellik, başından beri yaşadığı sınırlılık (sınırların darlığı) ve güvensizlik, belli sınırları tanımak zorunluluğunun giderek güçlenmesi. Biz bunu, İsrail'in kuraltanımazlığına karşı dünyada yükselen tepkinin, artık İsrail tarafından da tahammül edilemez bir hale geldiğiyle ilişkilendirebiliriz. İsrail, kurulduğundan beri ilk kez bu derece yoğun bir baskı altında ve tahammül edemediği eleştiriler, artık en yakın müttefiklerinden bile duyuluyor. İsrail'i kendi kendisiyle sorunlu hale getiren ve kendi değişimini başlatan ilk etki...

Ortadoğu'nun kaderi, petrolün sonuyla ilgili bir durum arzediyor. Sistemin devreden çıkabileceği aşamada, petrolün mecburen önemsizleşmesi, Aralık 2012 sonrasında en kötü kaderi Suudi Arabistan başta olmak üzere, petrol zengini neoliberal şeyhliklerin yaşayabilecek olması ile İsrail'in yaşayabileceği zorlu dönemin ilgisi, bir tür "güven bunalımı" ile ilgili görünüyor. Daha önce burada değindiğimiz üzere kapitalizmin insanları yanlızlaştırması yanında en önemli etkisi, tüm ilişkilerin para/güç denklemi üzerinden yürütülmesidir. Para sanal/hayali bir hale geldiğinden beri, sadece bir "güven endeksi" üzerinden işliyor (insanlar paraya çok güveniyor). Bu "güven"in ortadan kalkması veya önemli ölçüde sarsılması, neoliberalizmin bölgedeki başat/"zengin" ülkelerinde önemli travmalar yaratabilecekmiş gibi görünüyor. İsrail'de bu etkilerle birlikte, İsrail'in aşırı reaksiyon veren temel karakterinin de etkidiği önemli bir arınmanın yaşanabileceğini özellikle belirtmek gerekiyor. Bunun için birçok faktör -birer birer veya çoklu alternatifler olarak- devreye girebilir. Bunların başında, savaş ve büyük ölçekli doğal afetler (deprem vd.) gibi faktörler geliyor. İsrail'in bunların bir sonucu olarak daha küçük bir yerleşim bölgesiyle yetinmek zorunda kalabileceği gibi bir durum da söz konusu olabilir. Biz burada, İsrail'in savaş sonucu ikinci bir travma yaşama olasılığını istemediğimizi, yüksek sesle ifade etmeliyiz ve dost elimizi uzatacağımızı şimdiden net bir şekilde söylemeliyiz. Nefret olmayacak/olmamalı. İsrail, hiç tanınmayacak ölçülerde değişebilir derken de, İsrail'in milliyetçi (Siyonist) ulusdevlet yapısının tamamen değişebileceğini, sağlam bir demokrasi kültürüne sahip bu ülkenin, kendini değiştirmek/yenilemek konusunda büyük bir potansiyele sahip olduğunu ifade edelim.

İsrail'in en önemli sorunlarından biri, baş müttefiki ABD'yi birden kaybetmesi (çünkü ABD'nin, dünyanın en büyük sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalarak devreden çıkması, kendi içine kapanması) olabilir. Türkler, bu durumda, Yahudilere karşı kırım uygulamayı düşünebilecek -eski düşmanlıklarla/nefretlerle hareket eden- herkese karşı açık ve çok net tavır alacaklarını, Yahudilerin yanında olacaklarını şimdiden kesinleştirmeli, Türk-Yahudi dostluğunu yeniden inşa etmenin temel taşını da ortaya koymalıdır. Bu bir zorunluluktur, çünkü Türkler ve Yahudilerin, zor zamanı atlattıktan sonra birbirine benzeyen bir kaderi varmış gibi.

Selçuk Salih Caydı

http://konstantiniye.blogspot.com/2011/12/israilin-kaderi-ve-turk-yahudi.html#more

"İSRAİL'İN USA’YI YÖNETTİĞİ" TEZİ "BEN MERKEZCİ YAHUDİ TÜCCARLARININ" KENDİNİ KANDIRMASI İHTİYACINDAN KAYNAKLANDIĞI KADAR, DİĞER TARAFTAN DA ONDAN NEFRET EDEN "ANTİSEMİT" BİLİNÇALTI TEZLERDEN DE İBARETTİR

‘İsrail'in USA’yı yönettiği’ tezi ‘ben merkezci Yahudi tüccarlarının’ kendini kandırması ihtiyacından kaynaklandığı kadar, diğer taraftan da ondan nefret eden "anti semit" bilinçaltı tezlerden de ibarettir. Bu tezlerin çekim alanında olmayan ve dünyayı ve kapitalizmi insanlığı ve uygarlıkların geçtiği yol güzergahlarını analitik ve bilimsel ve derin sezgisel görebilen ve okuyabilen herkes, İsrail'in Ortadoğu'da ve Yeryüzünde temel olarak gerçekte varolma kaygısını esas aldığını da görebilir... Lakin küresel ekonomik çıkarlar ve hegemonya arayışını ve Hıristiyan inancını içiçe geçirmiş olarak kendilerine daha etkin abi rolü belirlemiş ‘tarihsel ve güncel süper’ aktörlerse, tam aksine aslında ne İsrail'in güvenliğiyle ne de AB nin güvenliğiyle asla meşgul değillerdir! Bu devletler gerçekten insafsızdırlar ve insanlığın demokratik ve özgür gelişmesi ile onların esas aldığı çıkarlar bir türlü istikrarlı ve uzun erimli paralellikte sağlayamamaktadır. Çünkü bu yapıların ultra pragmatik ve vicdansız devletler olmakta da ısrar ettiklerine ısrarla şahitlik ediyoruz...

Çetin Arı

http://otekilerinpenceresi.blogspot.com/2011/12/israil-ve-iran-santranc-masasnda-savasa.html#!/2011/12/israil-ve-iran-santranc-masasnda-savasa.html

HER TÜRLÜ KOMPLOYU DÜŞÜNEBİLİRDİM DE, İSRAİL’İN NİHAT DOĞAN'A KARŞI BÜYÜK BİR KOMPLO HAZIRLAYACAĞINI DÜŞÜNEMEZDİM

Her türlü komployu düşünebilirdim de, İsrail’in Nihat Doğan'a karşı büyük bir komplo hazırlayacağını düşünemezdim. Hatırlarsınız, Doğan ile İzzet Yıldızhan kiralık kızlarla alem yaptıkları sırada basılmışlardı ya, meğer bütün bu olay bir komplo imiş. Komployu kuran da İsrail gizli servisleriymiş. Bu büyük oyunu kamuoyuna açıklayan, Fatih Altaylı'nın Teke Tek programında konuşan Nihat Doğan 'ın ta kendisi.

Beni daha da şaşırtan, İsrail ' in bu açıklamayı ciddiye alıp " Bizim hiç ilişkimiz yok" demesi.

Komiklik ötesi bir durumla karşı karşıyayız.

Mehmet Ali Birand

http://www.cnnturk.com/Yazarlar/MEHMET.ALI.BIRAND/Toplumun.askere.bakisi.degisiyor.ancak/42.5007/

BU YÜZDEN İSRAİL KENDİLERİNDEN DUACI...

Başbakan’a haksızlık etmemek için başarılarından da söz etmeliyim.

Üç büyük dış politika başarısından ilki;

İsrail’in yıllarca başaramadığını başarmış olmasıdır.

Gazze kuşatmasının Birleşmiş Milletlerce meşruiyetinin sağlanmasına yol açtı.

Bu yüzden İsrail kendilerinden duacı...

İkincisi uyguladığı Kıbrıs politikaları ile...

Müslüman Mısır’ın da katkıları ile Rumların ve İsraill’in doğal gaz ortaklığını sağladı, ki AKP’den öce hayal bile edilemezdi.

Bu yüzden Rumlar kendinden duacı.

Son olarak Arap dünyasına dönük uyguladığı politikalarla Kıvanç Tatlıtuğ’a ve oynadığı diziye iyi para kazandırdı.

Aytun Çıray

http://turktime.com/yazar/Israil-ve-Kibrisli-Rumlar-Basbakan-a-duaci/11695

ŞALOM GAZETESİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ İVO MOLİNAS İSE ÖYLE BİR SÖZ SÖYLEDİ Kİ, YENİ ANAYASA BU MEMLEKETE NEDEN GEREKLİ SORUSUNUN CEVABI GİBİYDİ

Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu'na çağrılan Şalom gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas'ın sözleri Yeni Anayasa'nın önemini gözler önüne serdi.

Şalom gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas ise öyle bir söz söyledi ki, yeni anayasa bu memlekete neden gerekli sorusunun cevabı gibiydi.

Molinas söze şöyle başladı: “Böyle bir toplantıya ilk kez çağırılıyorum. Bu davet ile birlikte bende, Lozan statülü vatandaş olmadığım, eşit statülü vatandaş olduğum algısı oluştu.”

Hasan Öztürk

http://www.haber7.com/haber/20111104/Lozan-statulu-degil-esit-statulu-vatandaslarin-sozleri.php

‘ERDOĞAN, ERDOĞAN’ DİYORLAR. SONRA KENDİ HÜKÜMETLERİNE ÇATIYORLAR…

Tel Aviv’in ünlü eski çarşısında İbrahim Tatlıses ve Ajda Pekkan müzikleri yükselirdi dükkanlardan. Duvarları Fenerbahçe ve Beyoğlu Yeni Çarşı takımların posterleri süslerdi. Mutlaka Türkçe konuşan insanlar olurdu! Bunlardan eser kalmamış. Ne sanatçılar, ne futbol takımları ne de, Türkiye’den göç eden Musevi vatandaşları göremez olduk.

Sokaktaki İsrailli bambaşka. Restoranlarda, otelde, cafelerde.. Gittiğimiz her yerde İstanbul’dan geldiğimizi söylemek yeterli. İnanılmaz sıcak yaklaşımda bulunuyorlar. El pençe oluyorlar resmen, yardımcı olmak, bir şeyler paylaşmak adına. Ancak Beşiktaş maçından neredeyse habersizler. ‘Maccabi kötü bu sezon. Hapoel çok iyi. Onu takip ediyoruz’ diyorlar.

...Ve elbette iki ülke arasındaki soğuk savaş. Halk rahatsız. ‘Erdoğan, Erdoğan’ diyorlar. Sonra kendi hükümetlerine çatıyorlar... Çok eski tarihten gelen dost insanlarının, hükümetlerin politik yönetimleri yüzünden rahatsız edildiğinden son derece şikayetçiler...

Onları en çok sıkıntıya sokan ise, bir ara gündeme gelen karşılıklı olarak İstanbul’a yapılan sivil uçuşların iptal edilmesi... Genel görüş şu, “İsrail’de yaşayıp da İstanbul’a gitmeyen, ilişkisi olmayan yok gibi... Bu durum ülkeyi komple hapsetmekten öte bir şey değildi... İyi ki gerçekleşmedi...”

Orhan Yıldırım

http://fanatik.ekolay.net/Besiktas-Besiktas-rahat-olsun_6_YazarDetay_245456_26.htm

ADORNO’NUN DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİĞİ NOKTA ÖZETLE, ALMANLARIN GEÇMİŞ HESAPLAŞMALARINDA GERÇEKTEN 'GEÇMİŞLE HESAPLAŞMA'DAN ÇOK 'GEÇMİŞİ İDARE ETME' HEDEFİ VARDI

Theodor W. Adorno, 1959’da bir seminer konuşmasında “Geçmiş hesaplaşması yapmak ne işe yarar?” diye soruyordu. Adorno, Almanların geçmişten ders almak ve geleceği bu derslere göre belirlemeye çalışmak istemediğini, aksine geçmişe bir çizgi çekmek ve unutmayı meşrulaştırmak için 'geçmiş hesaplaşması' yapmaya yöneldiğini söylüyordu.

Adorno, Alman devletinin pragmatist nedenlerle geçmiş hesaplaşması yapmaya yöneldiğini ve Almanya’nın bugünkü görünüşüne uygun düşmediği için de geçmişle hesaplaşmaya çalışıyor göründüğünü ileri sürüyordu. Adorno’ya göre, 'hesaplaşmanın' başka bir nedeni de, 'suçluluk duygusu'ndan kurtulmaktı. Ancak Adorno, “yaşanan kötü her şeyin unutulması ya da affedilmesi, faillere değil kurbanlara tanınan bir hak olmalıydı” diyordu. Adorno’nun dikkat çekmek istediği nokta özetle, Almanların geçmiş hesaplaşmalarında gerçekten 'geçmişle hesaplaşma'dan çok 'geçmişi idare etme' hedefi vardı.

Adorno’nun o gün dikkat çektiği bu nokta, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı sonrası siyasal ve entelektüel tarihinin en önemli tartışma konularından biriyle ilgiliydi ve tartışmanın ucu hep 'Kolektif Suç'a uzanıyordu. Adorno’nun yaptığı belki de tartışmayı ayakları üzerine oturmaya çalışmaktı. 

Son dönemde bizde de başlayan geçmişle yüzleşme, tarihle hesaplaşma ve özür tartışmalarında sanki konunun en önemli ayağının üzerinden atlanılıyor: Gerçekten geçmişle hesaplaşılmalı, geçmiş idare edilmemeli! Daha da önemlisi, özür dilemeye neden oluşturan geçmişin suçunu örten örtü, oradan alınıp bugünkü suçları gizlemek için kullanılmamalı. Ve de özür asla muktedir tarafın 'iktidar' hamlesi olmamalı. 

Selami İnce

http://www.birgun.net/worlds_index.php?news_code=1322997178&year=2011&month=12&day=04

DEBKA.COM YA DA BU ADRESTEKİ SAYFANIN ADIYLA DEBKA-FİLE KARI-KOCA İKİ İSRAİLLİ TARAFINDAN HAZIRLANIR, YAYINLANIR

Debka.com ya da bu adresteki sayfanın adıyla Debka-File karı-koca iki İsrailli tarafından hazırlanır, yayınlanır. Giora ve Diana Shamis adlı bu İsrail vatandaşları Kudüs'ün French Hill denen semtindeki küçük, mütevazı apartman dairesindeki küçük odadan zaman zaman dünyayı sarsan haberleri, yorumları birlikte kaleme alırlar. Giora ve Diana'ya bu işlerinde sadece iki bilgisayar, bir telefon hattı, bir teknisyen, dışarıdan zaman zaman katkıda bulunan birkaç gazeteci-yazar ve Rio de Janeiro'da yaşayan bir araştırmacı gazeteci yardım eder. Debka.com denen site işte bunlardan ibarettir...

Site Shamis çifti tarafından tasarlanmıştır. Giora bütün haber ve yorumlara son şekillerini kendisi verir. Site 2000 yılında kurulmuş ve kısa zamanda ün kazanmıştır. Adı olan Debka da Giora'ya göre Ortadoğu'da pek çok ülkede yaygın olan bir tür karmaşık danstır ve bu dans Ortadoğu'nun karmaşıklığını çok iyi yansıtmaktadır.

Giora Shamis, istihbarat dünyasıyla çocukken tanıştığını söyler ve bunu da ünlü İsrailli casusluk romanları yazarı Yemima Çernoviç ile komşuluğuyla açıklar. İsrail ordusunun zırhlı birliklerinde görev yapan, İbrani Üniversitesi'nde tarih okuduğunu söyleyen Giora dünyanın casusluk üzerinde döndüğüne inanır. Eşi Diana ise Londra doğumlu bir Yahudi'dir ve 15 yaşında İsrail'e göç etmiş, bir süre Kol İsrael (İsrail'in Sesi) radyosunda muhabir olarak çalışmış daha sonraları ünlü İngiliz haftalık haber-yorum dergisi The Economist'e geçmiştir.

Karı-koca birlikte yıllarca The Economist'te birlikte çalıştıktan sonra bir anlaşmazlık sonucu 1987'de dergiden ayrılır, başka yayın kuruluşlarında çalışırlar. Giora Shamis bir ara US News and World Report adlı Amerikan haber-yorum dergisine çalışır ve burada yazdıklarıyla dünyayı 'İslami köktendinciliğe', bunun tehlikelerine karşı uyarmaya çalışır.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1210306&title=debkacom

2007’YE KADAR TANIDIĞIMIZ YAD VASHEM’İ ZİYARET EDEN ERDOĞAN’LA DAVOS’TA, MAVİ MARMARA OLAYINDA GÖRDÜĞÜMÜZ ERDOĞAN BAMBAŞKA İNSANLAR

Ben hemen ilk başta özür dilenmesi gerektiğini düşünüyordum. Başta olsaydı olurdu; ama zaman geçtikçe özrü büyük bir taviz olarak yapmak yanlış olacaktı. Hele de sert bir dil ve “şımarık oğlan” gibi ifadelerden sonra. Bu noktada özür dilense başka sorunlar çıkardı çünkü karşımızda tanımadığımız bir Erdoğan var. 2007’ye kadar tanıdığımız Yad Vashem’i ziyaret eden Erdoğan’la Davos’ta, Mavi Marmara olayında gördüğümüz Erdoğan bambaşka insanlar.

İsrail’in her zaman Kürtlerle yakın ilişkisi oldu. 30 yıl önce Amerikalılar bize “Durdurun” diyene kadar Mossad Kuzey Irak’ta çok aktifti. Uzmanlarımız ve istihbaratçılarımız vardı. Genelde İsrail’de Kürtlere yönelik sempati var. Ama biz Kürtlere değil hep Türkiye’ye yardım ettik. MİT’in Öcalan’ı yakalaması Mossad istihbaratı sayesinde oldu. Şu anda da İsrail Türkiye’yi kızdıracak bir şey yapmayacaktır.

Ehud Toledano

http://siyaset.milliyet.com.tr/arap-dunyasinin-lideri-turkiye-degil-misir-dir/siyaset/siyasetyazardetay/05.12.2011/1471179/default.htm

Netten okuyun

Ne İsrail’i ulan – OKAN SARPAŞ

http://www.pendiksonsoz.com/Okan-SARPAS--ONBESLIK/3225/NE-ISRALI%E2%80%99I-ULAN.html

‘Anadolu’da Museviler’ – İNCİ TÜRKOĞLU         

http://nina.bencoya.com/photo/anadoluda-museviler/

Bir Yoğurt Hikâyesi: Danone

http://www.ciftlikdergisi.com.tr/bir-yogurt-hikayesi-danone.html

Dost misiller, kardeş bombalar – BURAK BEKDİL

http://www.hasturktv.com/arsiv/3086.htm

Sami Kohen & YSM

http://www.yesimmutlu.com/ysmblog/?p=5179

Mistik Öykülerin Gerçek Kahramanları – GÖNÜL SARAY

http://turktime.com/yazar/baslik/11689

Özgürlükçü İsrail

http://israilblogu.com/2011/12/01/ozgurlukcu-israil-2/

Araplar gerçeklerden korkuyor – NİZAR AMER

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/3100.htm

Asmaların gölgesinde özgürce yaşamak için Türkiye'ye gelmişlerdi - ERHAN AFYONCU

Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu'nda Yahudi milletiyle ilgili bir araştırmasında Yahudi İzak Sarfati'nin Fatih döneminde Yahudiler'i Türkiye'ye çağrısını şöyle zikreder:

"Ağıtlarınız iç çekişleriniz bize ulaştı. Alman topraklarında katlanmak zorunda olduğunuz acılar ve baskılardan haberdarız. Din kardeşlerimin feryatlarını işitiyorum... Barbar ve zalim millet, seçilmiş insanların imanlı evlatlarına baskı yapıyorlar... Roma'nın rahip ve piskoposları ayaklandılar. Onlar Yakup'un anısını ortadan kaldırmayı ve İsrail adını yok etmeyi arzuluyor. Her zaman yeni yeni zulümler icat ettiler. Onlar sizi kazığa bağlamak hevesindeler. Öğütlerime kulak verin kardeşlerim. Ben Almanya'da doğdum ve Alman hahamlarıyla ilahiyat okudum ama kendi öz ülkemden çıkarıldım. Tanrının kutsadığı tüm güzelliklerle dolu Türk topraklarına geldim. Burada huzur ve mutluluk buldum. Türkiye sizin için de bir barış ülkesi haline gelebilir. Almanya'da yaşayan sizler, tanrının sizi bu ülkede onuncu kez kutsadığını bilseniz bile, hiç şüpheniz olmasın ki burada herhangi bir güçlükle karşılaşmayacaksınız. Oradan göçmeli ve buraya yerleşmelisiniz. Burada Türkler'in topraklarında şikâyetçi olacağımız hiçbir şey yok. Büyük nimetler elde etmekteyiz. Çokça altın ve gümüş ellerimizde. Ağır vergi yükümüz yok ve ticaretimiz serbest ve engellenmiyor. Her şey ucuz ve bol, herkes barış ve özgürlük içerisinde. Burada Yahudiler Almanya'da olduğu gibi utanç alameti olan sarı şapkayı takmak zorunda değiller. O Almanya ki, zenginlik ve büyük servet dahi bir Yahudi için baş belası. Çünkü o bundan dolayı Hıristiyanlar arasında kıskançlığa sebep olur ve altını elinden alınmak için her türlü şahsına her türlü hakaretler savrulur. Uyanın kardeşlerim işe koyulun, güçlerinizi toplayın ve bize katılın. Burada düşmanlarınızdan kurtulacak ve daha fazlasını bulacaksınız."

http://tarhplatformu.blogspot.com/2011/11/erhan-afyoncu-asmalarn-golgesinde.html

Küçük kızın babasına veda zamanı – LİNET LEVİ

Titreyen elleriyle tahta ranzaları okşamaya başlıyor. Okşayarak ranzaların etrafından dolaşırken bir şey dikkatimi çekiyor, anneannem kısık sesle bir şeyler söylüyor, neler olduğunu merak ettiğim için daha yaklaşarak kulak kabarttığım da; “babacım burada mısın, ben geldim, küçük Clementine. Kızın geldi sevgili babacım” sözleriyle O'nun aslında buraya babasını aramaya gelen küçük kız olduğunu anlıyorum.

Rahatsız etmek istemiyorum artik çünkü babasını arayan bir küçük kız çocuğu rahatsız edilmez. Annem ile anneannemi barakanın içerisinde bırakarak biraz dışarı çıkmak istiyorum.

Bir zamanlar tahta barakaların ve içerisinde binlerce insanın yaşadığı alandan geçerken onları düşünüyorum. Ailemden pek çok kişinin burada olduğunu biliyorum, kim neredeydi hiç bilmesem de onların burada son nefeslerini verdiğini bilmek dahi nefretimin boyutunu artırıyor.

Savaş yıllarında toplamda 34 baraka varmış. Şimdi ise sadece ikisi sembolik olarak ayakta duruyor. Her yıkılan tahta barakanın önünde beton bloklar üzerinde numaralar var. Yani insanların bir zamanlar numara olduğu gibi şimdilerdeyse barakalar numara.

Yıkılmış barakaların önünden geçerken bir yandan o zamanlar çekilmiş fotoğraflara bakıyoruz karşımıza ilk çıkan 1963 yılında yapılmış olan Katolik şapeli çıkıyor.

Sağ tarafta ise yüz binlerce Yahudi’nin vahşice öldürülmesi anısına 1967 yılında yapılmış anıta doğru ilerliyoruz. 1967 yılında yapılmış bu anıt çok ilginç görünüyor dışarıdan bakıldığında.

Hafif rampadan aşağıda inşa edilmiş bir yapı. Demir kapısının üzerinde İbranice ve Almanca "Stelle, oh Ewiger, Ihnen eine Warnung hin! Erfahren sollen die Völker, dass sie Sterbliche sind " yazısı ürpertiyor beni.

http://llynette.blogspot.com/2011/11/kucuk-kizin-babasina-veda-zamani.html

Netten seyredin

David Saltiel - La huerfana del prisionero (aka Yedikule)

http://www.youtube.com/watch?v=JkuPZy2cNrc&feature=share

Netten bir öykü

Anne Frank'in konuğu – ŞABAN AKBABA

http://blog.milliyet.com.tr/Anne_Frank_in_konugu/Blog/?BlogNo=336816&ref=milliyet_anasayfa