İzmir Söyleşi Grubu

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
30 Kasım 2011 Çarşamba

Pazar sabahı Fuar Ada Gazinosu’nda düzenlenen bir söyleşiye katıldım. Güneşin soğuğa galip geldiği pırıl pırıl bir günde Kültürpark’ın içinden İzmir Fuarı’nın bu emektar mekânına hızlı adımlarla yürümek bile çok keyifliydi.

Ne de dost canlısıdır benim İzmirlim! Herkes tanır mı ki birbirini adım başı durup sohbet eder bir başkası ile? Herkes mi selam verir ya da gülümser yanından geçene? Evet! O kadar ki beş dakikalık yolu on beş dakikada ancak yürütürler insana… Yaşamın ta kendisinin ve İzmir’in tadına vardıra vardıra..

Saat henüz on gibi olmasına rağmen İzmir’in akciğeri Kültürpark oldukça hareketliydi. Koşanlar, yürüyenler, sıkıca giydirdikleri bebeklerine güneş banyosu yaptıran genç evliler, çocukları ile top oynayan anne babalar, köpeklerini gezdirenler, birbirlerinin beline sarılarak yürüyen sevgililer sözleşmiş gibi İzmir’in bu güneşli gününü kaçırmak istememişlerdi anlaşılan.

Nisim Sigura ve dostlarının bir yıl kadar önce amatörce başlattıkları ve davetlerine rağmen katılma fırsatı bulamadığım bu söyleşilerin çok keyifli ve eğitici geçmekte olduklarını duymuştum. Bu toplantıda ise, değerli yazar Avram Ventura ile Devlet Opera Sanatçısı ve saz üstadı Yunus Kırılmış’ın kahvaltı sonrası müştereken sunacakları ‘Öyküden Düşünceye – Anadolu ve mistik Doğu Öyküleri ışığında kıssadan hisseler’ konulu sunumları vardı.

Nisim Sigura ve sempatik eşi Keti bir ev sahibi sıcaklığı gelenleri kapıda karşılıyorlar ve adeta birer damla sevgi akıtıyorlardı her girenin yüreğine. Sekizer onar kişilik yuvarlak masalarda samimi bir sohbetle yapılan kahvaltı sırasında masadaki diğer konuklarla birlikte bu toplantıların nasıl başladığını merak ettik ve sorduk.

İzmir’e ve İzmirliye yakışan oldukça basit ve içten bir cevap geldi sorumuza.

Bir dost sohbetinde, İzmir’de kültür ve sanat etkinliklerinin son yıllarda gittikçe yetersiz kaldığı ortak düşüncesinden hareketle, İzmir’in bağrından çıkan, İzmir’e gönül veren konuşmacı ve sanatçıların davet edileceği, her isteyenin bir ücret ödemeden katılabileceği söyleşiler düzenleme fikrinde birleşivermişler. Zaman kaybetmeden de harekete geçmişler. Ada Gazinosu yönetimi hiçbir kâr amacı gütmeden bu girişime destek vermiş ve geçen yılsonuna doğru toplantıları başlatmışlar. Her şey o kadar çabuk gelişmiş ki grubun ismini ancak bu yaz koyabilmişler. Çok da yakışmış. SÖYLEŞİ!

Kendi dallarında birer duayen olan konuşmacılar mükemmeldiler. Yunus Kırılmış Anadolu’nun bağrında yakılarak günümüze ulaşan türküleri ile, Avram Ventura ise insanı düşündürten anlamlı öyküleri ile dinleyenlerine muhteşem bir Pazar sabahı yaşattılar. Ventura’nın öykülerinden biri şöyleydi:

Yüzyıllar önce Brahmanizm düşünürlerinden biri olan Aruni, Brahman’ı öğrenmesi için oğlu Shavetaketu’yu uzun bir yolculuğa gönderir; on iki yıl boyunca, bu yolda çalıştıktan sonra baba evine döner. Çok şey bildiğini sanarak gereksiz bir gurur içinde olduğunu gören babası oğlunu karşısına oturtup sorar:

“Duyulmayanı duyan, düşünülmeyeni düşünen, tanınmayanı tanıyan aydınlanmanın, doğru yol bulmanın ne olduğunu öğrendin mi?”

Oğlu şaşırır. Babası sözlerinin düşüncelerini açıklamaya yeterli olmadığını anlayınca oğlundan bir incir getirmesini ister. Hemen bulup getirir. Sonra oğlundan inciri ikiye bölmesini ister. Hiç düşünmeden ikiye ayırır. Aruni sorar: 

“İçinde ne görüyorsun?”

“İncir çekirdekleri, saygıdeğer baba.”

Bu çekirdeklerden birini bölmesini ister ve içinde yine ne gördüğünü sorar.

“Hiç bir şey görmüyorum!” der. 

Bunun üzerine babası şu açıklamayı yapar:

“Sevgili oğlum, senin algılamadığın bu ince şeyden bu kutsal incir ağacı olmuştur. Bana inan sevgili oğul, bu en ince cevher neyse, bütün dünya onu benliği olarak içermektedir.  Bu gerçek olandır. Sen busun!”

Shavetaketu şaşkınlık içerisindedir. Babasından kendisini biraz daha aydınlatmasını ister. Aruni de oğluna bir avuç tuz vererek ondan bu tuzu suya dökmesini ister. Oğlu denileni yapar. Ertesi sabah babası akşam döktüğü tuzu getirmesini söyler. Suyun yanına giden oğlu elini daldırır ama hiç bir şey bulamaz. Bütün gece tuz suda erimiştir. Bu kez suyun kenarından bir yudum almasını söyledikten sonra nasıl olduğunu sorar. Tuzlu olduğunu söyleyince suyun birkaç yerinden yine tadına baktırır. Her yanı aynı derecede tuzludur. Bunun üzerine Aruni oğlunu karşısına oturtur ve şöyle der:

“Sen burada olan tuzu göremiyorsun. Ama tuz suyun içindedir. Bu en ince cevher ise bütün dünya onu kendi öz varlığı içinde içermektedir. Bu gerçek olandır. Sen busun!”

***

Her şey bir kenara, ben İzmir’e gönül veren birkaç güzel insanın, ait oldukları topluma katkıda bulunabilmek için başlattıkları bu özverili girişime hayran kaldım. Montesquieu, “Büyük işler başarmak için üstün yetenekli olmak gerekmez. İnsanüstü değil, ama insanların içinde onlarla birlikte olmak gerekir.” der. Bana göre Sigura çifti ve dostları; bir yöneticiye bile ihtiyaç duymadan elbirliği ve inanılmaz bir alçak gönüllülükle sürdürdükleri bu girişimleri ile İzmirlilere ve İzmir’in kültür ve sanat yaşamına olağanüstü bir katkıda bulunarak gerçekten çok büyük bir iş başarmaktalar.

25 Aralık’ta yapılması planlanan gelecek toplantının söyleşi konusu ‘Boşnak kültür ve gelenekleri’. Söyleşi ekibi, zengin bir Boşnak kahvaltısı ile başlatmayı düşündükleri etkinlik için çalışmalarına başlamış bile...

Bir insanın davranışlarının evrensel ölçüsü, duydukları, düşündükleri veya inandıkları değil, yaptıklarıdır. Bu güzel insanların her birini yaptıkları bu güzel şeyler için kutluyor ve tüm İzmirliler adına teşekkür ediyorum.