Arabesk

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
21 Eylül 2011 Çarşamba

Geçenlerde Arabesque adında bir mekâna gittim. Çalınan elektronik müziklerin çoğu çabuk tüketilmek üzere 3-5 sözün sıkça tekrarlanması ve nakaratlar şeklinde gelişen fantezi arabesk melodilerdi. Mekânın adıyla da gayet iyi örtüşen, bir süre sonra insanı zıvanadan çıkarabilecek monotonlukta şarkılar dinledik.

Arap müziğini arabesk sananlar vardır. Hâlbuki Arap müziği klasik sazlara yer veren, klasik makamlarla çalınıp söylenen köklü bir kültürün ürünüdür. Örneğin maval okumak dilimize Arap müziğinden girmiş. Uzun hava demekmiş. Ayrıca zılgıt da yine Arap müziğinde gitgide yükselen bir tonda atılan kadın çığlığıymış.

Yakın yaşayan halkların birbirinden etkilenmesi çok doğal. Türk kültürünün Arap kültürünün etkisi ile Araplaşması gibi, müziğimizin de Ortadoğu’nun yanık, hüzünlü, acıları ve mutsuzlukları yansıtan bir havaya bürünmesi doğal karşılanabilir. Gerçi kraldan fazla kralcı olduğumuz bir konudur bu bana kalırsa. Arabeskin Türk yaratıcılığı olduğunu söylesek çok da yalan olmaz kısacası. Zira Türkiye’de üretilen arabesk müzik, Arap müziğinin hayal bile edemeyeceği boyutta vıcık vıcık. Yani arabesk müzik, adında barınan kökten bağımsız bir şekilde dejenere olmuş ezikliğin dışa vurumu, dahası umutsuzluğun ve eylemsizliğin söylemi haline gelmiş durumda. Yakınmak iyi, ama değiştirmek hayır diye dayatan bir ağlama durumu.

Ortadoğu’nun müziğini alıp kendimizce sahiplendiğimiz gibi galiba Ortadoğu’nun siyasi meseleleri konusunda da onlardan daha sahiplenici olabiliyoruz. Arap birliği konusunda daha önceleri atılmış irili ufaklı bir kaç adım var. Mısır Devlet Başkanı Cemal Nasır’ın birkaç yıl boyunca bütün Arap alemi tarafından benimsenmş bir lider olarak kaldığı gözlemlenir. Nasır yenilgiye uğrar. Hastalanıp ölür. Yerine geçen Enver Sedat, yenilginin rasyonel bir değerlendirmesini yapıp bölgede barış için bir adım atar. Ancak O da adaletsizliğe uğradıkları duygusundan kurtulamayan kitleler tarafından öldürülür. Yerine gelen Hüsnü Mübarek bu sene Tunus'ta başlayan Arap dünyası protestolarının Mısıra sıçraması üzerine görevini orduya ve anayasa mahkemesine devrederek istifa eder.

Günümüzde Ortadoğu coğrafyasında bir kıvılcım var. Mitingler, protestolar ve halk ayaklanmaları serisi olarak kendini gösteriyor. Usulsüzlükler ve kötü yaşam koşulları halkları bezdirmiş durumda. Protestolar dünya çapında da geniş yankı uyandırmakta ve 2011 Nobel Barış Ödülü’ne aday bile gösterilebilir. Mısır halkı şu ana kadar bu coğrafyada hiç korumacılığını istemediği Türkleri kurtarıcı olarak görüyor, Libya’da sokakta Türk heyetine sevgi gösterileri yapılıyor vs.

Geçmişte, Arapların Osmanlı’yı kendi geri kalmışlıklarının sorumlusu görme tavrı ve Osmanlı’nın da 1.Dünya Savaşı yüzünden Arapları hain görme eğilimi,  bu halkların ilişkilerini soğutmuş, iki taraf da birbirini siyasi meselelerinde taraf olarak görmemiştir. Günümüzde ise tüm bu siyasal gelişmelerin yanı sıra popüler kültür bağlamında da Arap dünyası ile diziler, filmler gibi medya kanalı ile kurulan yakın ilişkiler siyaseti de ekonomiyi de olumlu tetikliyor.

Şimdi, bu olumlu havadan faydalanarak Arap ülkelerinin kalkınmasında öncü ülke olabilir, ekonomik bir genişleme gerçekleştirebiliriz. Ancak bu ülkelerin her anlamda kurtarıcısı olma rolüne soyunmak bana anlamsız geliyor. Etkileşme olsun, her anlamda, ama arabesk müzikte olduğu gibi ‘yorum’ katmayalım!…