Bu hafta ağımıza takılanlar...

Muhafazakâr çevrenin antisemit yaklaşımının tarihi eskidir, bu akıma son zamanlarda ulusalcı çevreler de katılmıştı. Ne yazık ki bu ülkede, sağcısıyla, solcusuyla, bu konuda duyarlı çok az insan var. Oysa antisemitizm, Yahudileri sevmek/sevmemek gibi sıradan bir konu değildir, ‘bizim de Yahudi komşumuz vardı’ diye geçiştirilecek mesele hiç değildir. Antisemitizm, doğrudan bir demokrasi meselesidir. İsrail’i eleştirmek başka şey, her sorunu İsrail veya Yahudiliğe bağlamak başka şey. NURAY MERT

İzak BARON Diğer
14 Eylül 2011 Çarşamba

Güncel

KİMSE ENDİŞE ETMESİN. TÜRKİYE’NİN SEBEP OLACAĞI VE İÇİNDE OLACAĞI BİR SAVAŞ OLMAYACAKTIR!

Bundan sonra Türkiye, sesi yüksek çıkan bir dış politika yürütecek ama büyük devlet olmanın gereği olarak maceralardan uzak durmaya devam edecektir.

Nereden mi çıkardım?

Düne ait iki haber bile yeterince ikna edici göründü bana:

Washington’daki Büyükelçimiz Namık Tan ABD Kongresi Dışişleri Komitesi’ne çağrıldı ve “İsrail’in güvenliği söz konusu olduğu her zaman Amerika’nın sürece dahil olacağı” kendisine güzelce anlatıldı.

Dünkü Radikal’de de Birleşik Arap Emirlikleri’nin Haliç gazetesinden Muhammed Nureddin adlı yorumcunun tahlili ilginçti.

Çelişkilerin dinamiğinden üreyen bu disiplin sanki bizi koruyor. Arap yazar soruyor:

“Türkiye’nin İsrail’e yönelik kararları, kendi topraklarına füze kalkanı yerleştirilmesine onay vermesinin neresinde? Türkiye’nin NATO’nun boyunduruğundan, ABD ile ilişkilerinden ve AB üyelik talebinden vazgeçmesi mümkün mü?”

Kimse endişe etmesin.

Türkiye’nin sebep olacağı ve içinde olacağı bir savaş olmayacaktır!

Güngör Mengi

http://haber.gazetevatan.com/Haber/398952/1/Gundem

MEMLEKETİN HİZMETİNDE EN AZINDAN HERKES KADAR KOŞAN BU ÜNLÜ SANAYİCİMİZE KARŞI TARAFIN “KAMHİLER BU TOPRAKLARDA BARINMAYACAK, JAK KAMHİ’Yİ BU ÜLKEDEN GÖNDERİRİZ” GİBİ ÇİRKİNLİKLER SERGİLENMESİ AFFEDİLİR GİBİ DEĞİLDİR

Uzun süren kavganın üzerine yorumda bulunacak değilim.  Zaten münazaalı taraflardan biri Sayın Tüli Kamhi’dir, Sayın Jak Kamhi’nin onun eşi olmanın ötesinde bu kavga ile taraf olarak ilgisi yoktur. Hal böyle iken memleketin hizmetinde en azından herkes kadar koşan bu ünlü sanayicimize karşı tarafın “Kamhiler bu topraklarda barınmayacak, Jak Kamhi’yi bu ülkeden göndeririz” gibi çirkinlikler sergilenmesi affedilir gibi değildir. Bu gibi çiğliklerin bazı insanların küçük menfaatleri için bu masum halkın ve memleketin ismini ne hale düşüreceğini söylemeye hacet yok. Adalet herkese lazımdır.

İlber Ortaylı

http://www.milliyet.com.tr/kamhi-ailesine-yapilan-cirkinlik/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/11.09.2011/1437163/default.htm

GAZZE SORUNUNU ÇÖZMEK İÇİN “GEMİLERE BİNECEK İNSANLARIN ÖLÜMLERİNDEN” BAŞKA YOL, BAŞKA İMKÂN VE BAŞKA İHTİMAL YOK MUYDU GERÇEKTEN?

Benim ölüme gidenlere, ölümü göze alanlara, Mavi Marmara gemisine binenlere, dağlara çıkanlara bir sözüm yok, onlar yürekli, yiğit insanlar, bir inançları var bu inanç uğrunda hayatlarından vazgeçmeyi göze alıyorlar.

Benim sözüm, o insanların ölmemesi mümkünken, onların inançlarını gerçekleştirmelerine yardım edecek “ölüm dışında çözüm” ihtimalleri bulunurken, bu ihtimalleri yok sayıp “tabii ki ölmek zorundalar, ölümden başka yol yok ki” diyenlere.

Mavi Marmara gemisinde ölenleri alkışlarla ölüme gönderen ve “Gazze’de çekilen acıları önlemenin başka yolu yoktu” diyenlere sormak isterim.

Gazze sorununu çözmek için “gemilere binecek insanların ölümlerinden” başka yol, başka imkân ve başka ihtimal yok muydu gerçekten?

“Büyük” Türkiye “dokuz insanını” öldürtmeden sesini dünyaya duyuramıyor mu, eğer insanları ölmezse Türkiye’nin itirazlarını kimse dinlemiyor mu, eğer dinlemiyorsa bu kadar güçsüz bir toplumun itirazları insanlarını öldürtse bile duyulmaz, eğer dinliyorsa neden o insanların ölüme gitmesine göz yumdunuz?

Ahmet Altan

http://www.ilkehaber.com/yazi/yazi/bravo-capitano..-2297.htm

HÜKÜMET, BU MESELEDE KENDİNE YÖNELİK HER ELEŞTİRİYİ “İSRAİL AVUKATLIĞI” DİYE PÜSKÜRTMEYE ÇALIŞIYOR, BU, İSRAİL’İN DEĞİL “KURBANLARIN” AVUKATLIĞI, ÖLEN İNSANLARIN HESABINI ÖLDÜRENLERE SORMAK HAKKIMIZ OLDUĞU KADAR, ONLARI ÖLÜME GÖNDERENLERE DE SORMAK HAKKIMIZ

O yolculuğu organize eden örgüt neden “sivil bir eylemi” bir “cihada” çevirdi?

İsrailli askerlerin barbarlığı ortadayken neden sivil insanları gereksiz bir çatışmaya soktu?

Tabii, sadece bu örgüte soru sormayacağız, hükümete de sormamız gerekiyor.

O gemide öldürülen kurbanlardan birinin yolculuğa çıkmadan önce “Şehit olmaya gidiyorum” dediği, yolcuların en azından bir kısmının “barışçı” bir eylemin içinde “savaşçı” bir damar aradığı biliniyor, bunlar bilindiği halde neden hükümet bu eyleme izin verdi?

Neden örgütü uyarmadı?

Gerektiğinde gemiyi durdurabildikleri, ikinci seferin yapılamamasından belli, neden bu inisiyatiflerini ilk seferde kullanmadılar?

Neden o insanların kurban olmasına göz yumdular?

Bir devletin görevi, Gazze’deki insanların yanı sıra kendi insanlarını da korumak değil midir?

Niye korumadılar?

Hükümet, bu meselede kendine yönelik her eleştiriyi “İsrail avukatlığı” diye püskürtmeye çalışıyor, bu, İsrail’in değil “kurbanların” avukatlığı, ölen insanların hesabını öldürenlere sormak hakkımız olduğu kadar, onları ölüme gönderenlere de sormak hakkımız.

Mavi Marmara ile ilgili Birleşmiş Milletler raporu yayımlandıktan sonra da hükümet esip gürlüyor, Doğu Akdeniz’e “savaş gemilerini” göndermekten söz ediliyor.

Bütün ülke, Birleşmiş Milletler tarafından büyük bir haksızlığa uğradığımıza inandırılıyor, Davutoğlu BM Komisyonu’nun “politik mülahazalarla hareket ettiğinden” yakınıyor.

Ahmet Altan

http://www.samanyoluhaber.com/y_671238_ahmet-altan-mavi-marmara-ve-deniz-feneri.html

ULUSLARARASI SUYU BIRAKIN, EVİNİZİN YATAK ODASINA TAM TEÇHİZATLI İSRAİL ASKERLERİNİN HAVADAN İNDİRME YAPACAĞINI BİLSENİZ, ABAJURUNUZU KAPIP YATAĞINIZI TESLİM ETMEME PLANI MI YAPARDINIZ?

Mavi Marmara bir yardım gemisi. Yolcuları da tamamen silahsız, aralarında bir bebeğin bile olduğu siviller. Kadınlar, gazeteciler, din adamları. Amaç hem yardım götürmek hem de ahlaksız bir ablukaya dikkat çekmek. Durum böyleyken göstere göstere gelen tam teşekküllü İsrail askerlerine karşı güverteyi savunmak, gemiyi teslim etmemek fikrinin mantıklı bir açıklaması var mıydı?

İsrailli komandolara karşı direnmek için gemiden demir parçalar koparıp sopa yapmak, önceden güverteyi korumak üzere gönüllüler belirleyip, İsrail'e karşı neredeyse küçük bir cihad planı hazırlamak da neyin nesiydi?

Uluslararası suyu bırakın, evinizin yatak odasına tam teçhizatlı İsrail askerlerinin havadan indirme yapacağını bilseniz, abajurunuzu kapıp yatağınızı teslim etmeme planı mı yapardınız? Böylece ailenizin geri kalanını da riske atacağınızı hiç düşünmez miydiniz? Gemiye ilk inen üç İsrail askerini döve döve ele geçirip İsrail askerine en iyi bildikleri işi yapmaları yani gaddarca adam öldürmeleri için fırsat verenler bu ölümlerden hiç sorumlu değiller midir?

En büyük silahı haklılık ve sivillik olan bir yardım gemisinden, Gazze Ablukası'nı delecek bir firkateyn, askerî olarak en tecrübeli olanı en fazla savaş görmüş olan aktivistlerden de Arap devletlerinin dize getiremediği İsrail'i yenecek bir direniş örgütü yaratmaya çalışanlar da hesap vermeyecek mi?

Yıldıray Oğur

http://www.haberturk.com/polemik/haber/667362-peki-biz-mavi-marmara-konusunda-ne-kadar-durustuz

İSLÂM DÜNYASI YAHUDİLERE KARŞI "TAM TESLİMİYET"LE "ANTİSEMİTİZM" ARASINDA DEĞİŞEN TONLARDA TUTARSIZ VE ÇELİŞKİLİ TEPKİLER VERMEKTEDİR

Evvela şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: İsrail'e karşı nasıl bir tavır alınması gerektiği noktasında İslâm dünyasının da müslümanların da zihinleri net değildir. İslâm dünyası Yahudilere karşı "tam teslimiyet"le "antisemitizm" arasında değişen tonlarda tutarsız ve çelişkili tepkiler vermektedir. "Her taşın altında Yahudi var" paranoyası, birçok İslâmi oluşumun temel mottosu durumundadır. Müslümanlar, Son Peygamber'in, Yahudilerin yoğun şekilde yaşadığı bir şehre (Medine) hicret etmesindeki hikmetler üzerinde yeterince kafa yormamaktadırlar. Bu algı eksikliği, İslâm dünyasını İsrail ve Yahudiler karşısında ne yapacağını bilemez bir duruma sokmuştur, denilebilir.

Buna bağlı olarak, İslâm dünyasında kalabalık bir nüfusu teşkil eden ve halihazırda İsrail'in çevresini kuşatmış durumda yaşayan Araplarda da, hem yoğun bir İsrail nefreti vardır, hem de İsrail'le ve onun uzantılarıyla sonuna kadar geliştirilmiş oldukça kârlı bir ilişkiler ağı mevcuttur. Arap devletleri İsrail nefretini canlı tutarak halklarını 'düşman'a karşı motive ederken, 'Filistin davası'nı da adeta 'varlık sebebi' olarak dillerine dolamışlardır.

Bugün, 'Arap Baharı'nın gidişatına bakarak, "Arap ülkelerinde yaşananlar, İsrail'i köşeye sıkıştıracak sonuçlar doğurabilir" şeklinde çıkarımlarda bulunanlar da vardır. Ancak 'Arap Baharı' denilen sürecin İsrail'le hesaplaşmaya zemin hazırlaması şu an için zor görünüyor. Birçok yerde halklar, 'zalim diktatörler'den ABD ve Batı desteğiyle kurtulurken ve kurtulmaya can atarken, dahası birçok ülke 'Arap Baharı' çerçevesinde hızlı bir şekilde dünya sistemine entegre olurken, buradan "İsrail karşıtı" bir yapının çıkıvermesi kolay değil.

Özetle şunu söylemek mümkündür:

Tüm bu 'boğucu' atmosfer içerisinde Türkiye'nin göğsünü İsrail'e siper etmesi doğru, ama İslâm dünyası içinde ne kadar taraftar bulacağı, başarıya ulaşıp ulaşmayacağı meçhul bir girişimdir.

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/09/08/turkiye-tek-basina-ne-yapabilir

MAVİ MARMARA’NIN GAZZE’YE YARDIM SEFERİNE GİDENLERİN AMACI, İSRAİL’İN GAYRİ MEŞRU OLARAK GÖRDÜKLERİ GAZZE ABLUKASINI YARMAK İDİ. EYLEME KATILANLARIN “SİLAHLI” BİR GÜÇ OLMAMALARINDAN GAYRI “BARIŞÇI” BİR KİMLİKLERİ YOKTU VE OLMAK ZORUNDA DA DEĞİLDİ

Bunun dışında bireylerden istenecek “özeleştiriler”, bir başka deyimle onlardan “günah çıkarmaları”nın istenmesi, yanıltıcı olur. Günahı, günahkârlar çıkarır. Bunun yolu buralarda farklıdır.

Mavi Marmara’daki direnişi ele alalım. Mavi Marmara’nın Gazze’ye yardım seferine gidenlerin amacı, İsrail’in gayri meşru olarak gördükleri Gazze ablukasını yarmak idi. Eyleme katılanların “silahlı” bir güç olmamalarından gayrı “barışçı” bir kimlikleri yoktu ve olmak zorunda da değildi.

Gazze’ye ellerini kollarını sallayarak denizden çıkamayacaklarını ve İsrail’in kendilerini bir şekilde engelleyeceğini yola çıkarken biliyorlardı. Zaten amaç da, dikkati buna çekmek ve “Gazze ablukası”na ve onun gayri meşru olduğuna ilişkin uluslararası duyarlılık yaratmaktı.

İsrail’i Mavi Marmara olayında “suçlu” konumuna düşüren, Palmer Raporu’nun iddia ettiği gibi “orantısız güç kullanması”ndan öteye, Palmer Raporu’nda yer almayan husustur. İsrail, kendisinin ve Gazze’nin karasularından 70 küsur deniz mili ötede, uluslararası sularda “askeri olmayan” bir gemiye “askeri eylemde” bulunmuştur.

Mavi Marmara’nın güvertesindekilerin, uluslararası sularda cereyan eden korsanca bir askeri saldırıya karşı, ellerine geçirdikleri araçlarla karşı koymalarının adı “meşru müdafaa” olmak zorundadır. “Demirlerle karşı koymasalardı ölüm olayları olmazdı” mantığı, zaten İsrail’in “askeri saldırgan mantığı”dır. Kolayı var; Mavi Marmara hiç yola çıkmasaydı, hiçbir şey olmazdı. Ya da İsrail’in “Gazze ablukası”na karşı çıkmazsanız, tatsız olaylara da sebep olmamış olursunuz; Türkiye-İsrail ilişkileri de gayet güzel devam ederdi. Böyle mantık olur mu? Bu mantık, “siyasi mücadele” kavramının neresine sığar?

Cengiz Çandar

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062877&Yazar=CENG%DDZ%20%C7ANDAR&Date=10.09.2011&CategoryID=98

GERÇEKTEN DE İSRAİL’LE BİR SAVAŞIN EŞİĞİNDE MİYİZ?

Türkiye ve İsrail medyasında öyle bir hava estiriliyor ki sonda sormamız gereken soruyu en başta tartışmaktan kendimizi alamıyoruz. Başlıktaki soruyu önceki gün İsrailli bir gazeteciden duydum...

Önce şaşırdım, sonra uzun uzun düşündüm. Gerçekten de İsrail’le bir savaşın eşiğinde miyiz?

İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’a sorarsanız içiniz rahatlayabilir... O Barak ki Mavi Marmara baskınının emrini bizzat veren ve operasyonu yöneten kişi...

“Türkiye ile gerilimi arttırmak çıkarımıza değil. Can kaybı için üzgünüz. Artık bunu konuşmayalım. Maalesef yaşandı. Düşman olmak gibi bir niyetimiz yok...”

Ama bir de İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman var, onun ne yatışmaya ne de yatıştırmaya niyeti var.

Başbakan Netanyahu’nun şahinliği yetmiyormuş gibi Rusya göçmeni Lieberman 1 milyonu aşkın göçmenin oyuna güvenerek şahinlikte tüm İsrail politikacılarını geride bıraktı.

Giderek aşırı sağın esiri olan İsrail hükümetini ‘Türkiye’den özür dilenirse’ koalisyonu bozmakla tehdit etti. İsrail uzun zamandır öylesine kırılgan koalisyon hükümetleriyle yönetiliyor ki...

Nitekim tehdit işe yaradı.

İsrail diplomatik bir dille çözebileceği bir krizi, Akdeniz’de donanmaların karşı karşıya gelebileceği bir savaşın eşiğine getirdi...

Eyüp Can

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062879&Yazar=EYÜP&Date=10.09.2011&CategoryID=98

BEYOĞLU'NA ÇIKARDIK HİÇ TÜRKÇE KONUŞULMAZDI. OMUZ VURURLARDI. RUM VE YAHUDİ PİÇ KURULARI VARDI

2005 baharı, Kızıltoprak'ta 75 yaşında bir esnafla sohbetteyim. Söz bir ara 6-7 Eylül olaylarına geliyor. Şunları söylüyor yaşlı adam:

"O zaman bir milyon nüfusun azınlıklar denilen kesimi önemli bir yekûn tutuyordu. Mesela biz Beyoğlu'na çıkardık hiç Türkçe konuşulmazdı. Omuz vururlardı. Rum ve Yahudi piç kuruları vardı. Piç kurusu derdik biz onlara. Oraya hakimlerdi, bu bir. İkincisi, böyle Türk müessesesi yok gibi bir şeydi, İstanbul'da. Tarihten gelen mesela bezcilik filan gibi basit şeyler, Türklerindi. Kapitülasyonlar tesiriyle her şey onların eline geçmiş. Kaymak tabakaydı onlar. Azınlık gibi değil de sahip gibi davranır, farklı olduklarını belirtirlerdi. Dolayısıyla sempatik değillerdi. Samatya'da filan Yenikapı'da, Balat'ta filan komşularıyla iyi geçinirlerdi ama Beyoğlu'na çıktığınız zaman ağırlıkları hissedilirdi..."

Bu ruh halini aklınızda tutun...

6-7 Eylül 1955 olaylarının 61. yılındayız...

Bu olayların tarihimizin yüz kızartıcı sayfalarından birisi olduğunu kabul etmeyen yok artık...

O iki gün boyunca binlerce Rum ve azınlık işyeri, evi saldırıya uğramış ve talan edilmişti.

Birçok araştırmacı bu olayları "sermayenin Türkleştirilmesi"nin kritik anlarından birisi olarak kabul eder.

Ali Bayramoğlu

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=10.09.2011&y=AliBayramoglu

BUNDAN SONRA YAŞANACAKLARIN İSE  SADECE İSRAİL’DEKİ SIĞ GÖRÜŞLÜLERİN DEĞİL, ANKARA’DA HALA GEÇMİŞTEN DERS ÇIKARAMAMIŞ OLANLAR AÇISINDAN DA ÖĞRETİCİ OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM. ZİRA, İSRAİL’E YÖNELİK YAPTIRIMLARDA, İDEOLOJİK HİSSİYATIN GÖZLERİNİ KÖR ETTİĞİ BU GRUBUN İZLERİNİ GÖRMEK MÜMKÜN

Evet, Türk- İsrail ilişkilerine bakarken bardağın yarısını dolu olarak görmenin kulağa gayet garip geldiğinin farkındayım.

Hayır, iflah olmaz bir iyimser de değilim.

Bununla birlikte, önümüzdeki günlerde ikili ilişkilerde yaşanacak başağrıtıcı olayların iki tarafa da vereceği dersler açısından çok hayırlı olabileceğini düşünüyorum.

Zira, ilişkilerdeki bozulmanın iki tarafa da daha şimdiden bazı dersler öğrettiğine inanıyorum. Her iki başkentteki bazı karar vericilerin Mavi Marmara nedeniyle pişmanlık yaşadığından eminim.

Kanıt mı? Türk tarafı Mavi Marmara’nın gidişine göz yumduktan sonra  İsrail’le ilişkilerde gelinen noktadan memnun değil ki, Mavi Marmara’nin ikinci kez yola çıkmasını engelledi.

İsrail tarafında da Türkiye’yle ilişkilerde gidişattan bir rahatsızlık vardı ki, kabinenin bazı üyeleri özür dilenmesini savunuyordu.

Tabii; madem bazı dersler çıkarıldı o zaman nasıl oluyor da kriz daha da derinleşiyor diye sorulabilir.

Ne yazık ki, Türkiye’dekinin tersine, İsrail’de geçmiş krizden ders çıkaranlar, hükümetteki diğer dar  görüşlü kanat üzerinde ağırlığını kuramadı.

Bundan sonra yaşanacakların ise  sadece İsrail’deki sığ görüşlülerin değil, Ankara’da hala geçmişten ders çıkaramamış olanlar açısından da öğretici olacağını düşünüyorum. Zira, İsrail’e yönelik yaptırımlarda, ideolojik hissiyatın gözlerini kör ettiği bu grubun izlerini görmek mümkün.

Barçın Yinanç

http://www.t24.com.tr/turkiyeisrail-iliskilerinde-bardagin-yarisini-dolu-gormek/haber/167022.aspx

İSRAİL HALKI, ORTA DOĞU'DAKİ EN BÜYÜK TÜRK DOSTUDUR. GİTTİM, GÖRDÜM, YAŞADIM

Şimdi bir de İsrail çıktı..Tabii gene biz haklıyız.. Haklıyız da ne işe yarıyor?.

İsrail halkı, Orta Doğu'daki en büyük Türk dostudur. Gittim, gördüm, yaşadım.. Bu dostluğun da tarihsel ve sosyal sebepleri var.. Avrupa Yahudileri yok etme peşindeyken, onlara kucak açan Osmanlı.. İsrail kurulurken, hele Doğu bloğunda yaşayan Yahudiler, adeta canlarını kurtarıp kaçar gibi geldiler. Türkiye'den göçenler ise, nerdeyse gözyaşları içinde ayrıldılar.Türkiye'den İsrail'e giden spor ekipleri, tribünleri gördükçe şaştılar. Kendi memleketlerinde gibiydiler.. Sanatçılar çılgınca alkışlandılar, tıklım tıklım dolu salonlarda..

Uluslar bu kadar yakınken, şimdi iki ülke arasında diplomasiyi nerdeyse kesmek, çözüm getirecekse mesele yok.. Efendim biz haklıyız.. Tamam da, haklı olmamızın Gazze'ye faydası ne?. İsrail'le dost Türkiye mi, Gazze halkının haklarını daha iyi korurdu, diplomatik ilişkileri kesmiş Türkiye mi?. Biz haklıyız..

Peki ama analar niye ağlıyor o zaman?.. Gazze'dekiler dahil!..

Ve daha ne zamana kadar ağlayacaklar?..

Hıncal Uluç

http://sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2011/09/07/hakli-olmak-sorunu-cozmez

İSRAİL ÖYLE DÜNYAYLA ENTEGRE OLMAYA, KAPILARINI HERKESE AÇMAYA, TURİZMİYLE KENDİNDEN SÖZ ETTİRMEYE PEK MERAKLI DEĞİL

Yıllarca başkalarından 'Donumuza kadar soydular' ya da 'Söylediklerimiz birbirini tutuyor mu diye ayrı ayrı sorguladılar' gibi İsrail'den yolculuk efsaneleri duyduk hep.

Aşırı paranoyak ve saçma, ama İsrail'in bu tavrı herkese söküyor.

İsrail öyle dünyayla entegre olmaya, kapılarını herkese açmaya, turizmiyle kendinden söz ettirmeye pek meraklı değil. Hiç de kibarlık taslamadan 'Beğenmeyen gelmesin' diyor; sınırların kalkmasının tartışıldığı dünyada eski yüzyıla ait çağdışı bir yaklaşım.

Şimdi Türkiye de İsrailli yolculara 'karşılık' veriyor. İstanbul Vali Yardımcısı neredeyse Tevrat'tan esinlenerek neredeyse 'Göze göz, dişe diş' diyecek, kibarca 'Onlar ne yapıyorsa, aynısını yaptık' diyor.

'Karşılıklılık ilkesi' kulağa güzel geliyor, bunca yıl sınır kapılarında incinen Türk gurunu yeniden yerleştirmek için de fırsat. Bugüne kadar dış dünyada Türk olmak biraz da kavruk durmak demekti; daha boynumuzu yeni dikleştiriyoruz.

Bir de Türk gururunun yanında, Türklüğün olmazsa olmazı 'adamına göre muamele' alışkanlığımızdan kurtulsak.

Pakistan ve Suriye gibi terörist yatağı ülkelere vize kalkacak, ama Ortadoğu'nun tüm kusurlarına rağmen tek medeni demokrasisi İsrail sıkı denetimden geçecek...

Oray Eğin

http://www.aksam.com.tr/goze-goz,-dise-dis-kana-kan-3682y.html

KIZGIN BÜYÜK TÜRKLER KIZGIN BÜYÜK TÜRK OLMASAYDILAR, KIZGIN BÜYÜK İSRAİLLİLER DE KIZGIN BÜYÜK İSRAİLLİ OLMASALAR BÜTÜN BU OLAYLAR YAŞANMAZDI

Peki neden kızgın büyük Türkler kızgın büyük İsraillilere karşı, bir diplomatın söylediği gibi "kovboy filmlerindeki iki kahramanın birbirlerini öldürmeleri gibi" davranıyorlar? Bu sorunun resmi cevabı, "BM panelinin hakkıyla aşırı güç kullanıldığını tesbit ettiği Mavi Marmara'da öldürülen dokuz Türk'ün hesabının sormak için". Dokuz türkün yabancı bir askeri kuvvet tarafından aşırı kuvvet kullanarak öldürülmesi tarihte bir ilk.

Kızgın büyük Türkler kızgın büyük Türk olmasaydılar, kızgın büyük İsrailliler de kızgın büyük İsrailli olmasalar bütün bu olaylar yaşanmazdı. Bir diplomatın söylediği gibi "Mavi Marmara ikinci Gazze filosuna katılmadığı zaman, herkes birincisini önlemenin nekadar kolay olduğunun farkına vardı"

Şüphesiz, Türkiyeyi idare edenler Mavi Marmara kurbanlarına ve ailelerine yakınlık duyuyorlar. Fakat sadece bu, büyük Türklerin hiddetinin sebebi değil. Peki ne ozaman? Eğer Davutoğlu bu soruya samimi bir cevap arıyorsa, "I have a dream (bir rüyam - emelim var)" tarzında, kendi ağzıyla rüyasının "bir gün Filistinin başkenti Kudüste al-Quds camiinde namaz kılacağım" olduğunu söylediği demeçlerini tekrar dinlesin. Evet! Bütün olay saldırgan İslamın en kutsal sembolü olan sadece Arap bir Kudüs'ü gerçekleştirmek.

Burak Bekdil

http://www.hasturktv.com/mavi_marmara/2718.htm

BEN ÖTEDEN BERİ, TÜRKİYE’DE DE, ANTİ-SEMİTİK BİR ANLAYIŞIN YAYGINLAŞMASI TEHLİKESİ OLDUĞU KONUSUNDA  YAZAR ÇİZERİM. MUHAFAZAKÂR SAĞ ÇEVRENİN ANTİ-SEMİTİK YAKLAŞIMININ TARİHİ ESKİDİR, BU AKIMA SON ZAMANLARDA ULUSALCI ÇEVRELER DE KATILMIŞTI

Bölgesel çatışmaların tırmanma sürecinde, PKK’nın yeni ittifak ilişkileri kurmaya girişmesi söz konusu olabilir. Ancak ben İran-Suriye ekseninin de, İsrail’in de Türkiye’den intikam almak için, hızlıca PKK destekçisi kesileceğini de, PKK’nın da, bu tür ittifaklara balıklama atlayacağını da düşünmüyorum. Bölgesel denge ve ittifaklar çok daha karmaşık bir çerçevede seyrediyor. Bu iddialar aklı başında analizlerden ziyade fazlasıyla ‘propaganda’ niteliğinde gibi görünüyor.

Bu propaganda dili iki açıdan son derece tehlikeli. Birincisi, Kürt meselesi gibi devasa bir iç sorunu PKK sorununa ve onu da dış dengeler çerçevesine sıkıştırmak gibi, sorunu çözmekten uzağa düşen bir mantığa oturtulması tehlikesi. İkincisi, Türkiye’nin diğer tüm otoriter Ortadoğu ülkeleri gibi her sorunu ‘İsrail karşıtlığı’ parantezine sıkıştırma yoluna girmesi tehlikesi. Aslı Aydıntaşbaş, dünkü yazısında, isabetle bu soruna işaret etti.

Dahası, hepimiz biliyoruz ki, bölgede İsrail karşıtlığı çoktan İsrail’in politikalarına karşıtlıktan ‘anti-semitizm’e savrulmuş vaziyette. Libya’nın muhalif hareketi bile, duvar yazılarında, Kaddafi’yi, ‘Yahudi’ diye nitelendirmeye başlamış vaziyette. Mesele, İsrail’i eleştirmekle sınırlı değil, her taşın altında, Yahudi lobisi, Yahudi komplosu arama anlayışı tüm İslam coğrafyasında son derece yaygın bir anlayış.

Ben öteden beri, Türkiye’de de, anti-semitik bir anlayışın yaygınlaşması tehlikesi olduğu konusunda yazar çizerim. Muhafazakâr sağ çevrenin anti-semitik yaklaşımının tarihi eskidir, bu akıma son zamanlarda ulusalcı çevreler de katılmıştı. Ne yazık ki, bu ülkede, sağcısıyla, solcusuyla, bu konuda duyarlı çok az insan var, çok az ses çıkıyor. Oysa antisemitizm, Yahudileri sevmek/sevmemek gibi sıradan bir konu değildir, ‘bizim de Yahudi komşumuz vardı’ diye geçiştirilecek mesele hiç değildir. Antisemitizm, modern tarih ve siyaseti otoriter okuma biçimlerinin ortak paydalarından biridir ve doğrudan bir demokrasi meselesidir. İsrail’i sonuna kadar eleştirmek başka şey, her sorunu İsrail veya Yahudiliğe bağlamak başka şeydir. Bu anlayışın hâkim olduğu yerde, her sorun ve hatta muhalefet ‘İsrail’in uzantısı’ olmakla itham edilir, kamuoyu nezdinde mahkûm edilmesi kolaylaşır. Böyle bir ortamda demokrasiden söz edilemez. 

En kötüsü, Kürt meselesinin çok zor bir döneme girdiği bir ortamda, Kürt meselesini, İsrail/Yahudi karşıtlığı çerçevesine sokma girişimidir. Doğrusu beni kaygılandıran İsrail ile ilişkilerin bozulması değil, bu sürecin iç siyasetteki yansımaları çok daha önemli diye düşünüyorum.

Nuray Mert

http://gundem.milliyet.com.tr/israil-ve-kurt-meselesi/gundem/gundemyazardetay/08.09.2011/1435911/default.htm

İSRAİL 63 YILLIK KISA TARİHİNDE HİÇ BUGÜNKÜ KADAR, BU ÖLÇÜDE, BU KADAR YÖNDEN SIKIŞMAMIŞTI. SIKIŞAN İSRAİL HÜKÜMETİ TUTTURDUĞU YOLUN YOL OLMADIĞINI, HERKESE KAFA TUTARAK DEVAM EDEMEYECEĞİNİ DAHA FAZLA GEÇ KALMADAN ARTIK MUTLAKA ANLAMALI

İsrail'in inatçı ve mantıksız bir şekilde Türkiye ile ilişkilerini bozmuş olmasından zarar göreceği şimdiden belli. Türkiye özellikle 3, 4, 5. maddeleriyle İsrail'in yıllardır sürdürdüğü statükoyu önemli yönlerden sarsmayı hedefliyor. Ayrıca, buna ilaveten önümüzdeki günlerde BM'ye bağımsız devlet olarak tanınma başvurusu yapacak olan Filistin'in hamlesi de bu ülkenin diplomatik statükosunu sarsmaya aday görünüyor. Bugünden 193 BM üyesinin Genel Kurul'da 160 kadarının Filistin başvurusunu destekleyeceği anlaşılıyor. Bu şüphesiz tam ve kesin olmayacak; bunun için Güvenlik Konseyi'nin tam onayı da gerekiyor. Ancak, bu kadar çok sayıda ülkenin Filistin'i tanıyacak olması iptal edilemeyecek, inkâr edilemeyecek bir diplomatik gerçek olarak da ortaya çıkacak, tarihe yazılacak elbette. Buna ilaveten İsrail başka yönlerden de sıkışıyor. 'Arap Baharı'nın ortaya çıkardığı ve bundan sonra ortaya çıkaracağı İsrail'i doğrudan etkileyecek siyasi ve güvenlik gelişmeleri bunlar bize göre.

İsrail'in, kendi içinde de gösterilerle sarsılması genel sıkışmasının başka bir yönü olarak da tezahür ediyor. Bu da bugünkü Netanyahu hükümetinin hanesine yazılıyor elbette. İsrail 63 yıllık kısa tarihinde hiç bugünkü kadar, bu ölçüde, bu kadar yönden sıkışmamıştı. Sıkışan İsrail hükümeti tutturduğu yolun yol olmadığını, herkese kafa tutarak devam edemeyeceğini daha fazla geç kalmadan artık mutlaka anlamalı.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1177476&title=sikisan-israil

HÜKÜMETİNİN KARARLARINA MEYDAN OKUMAYA, ONA KARŞI GÖSTERİLERE VEYA LÜZUMSUZ SORULAR SORMAYA BAŞLAMIŞ BİR HALKI TEDAVİ ETMEK KONUSUNDA DA ABLUKA GİBİSİNİ BULAMAZSINIZ

Bu da aynı ablukanın parçası; çevresi buzdağlarıyla kuşatılan, fakat kaptanın ta ki hareket edemeyene kadar, yola devam edebileceğinden emin olduğu seyir halinde bir gemiye benzetebiliriz. Bu koşullar altında bir abluka mentalitesi, kuşatma altındakiyle bir dayanışma geliştirmek doğal bir yaklaşımdır. Gemiyi buzdağlarının ortasına soktuğu için suçlanacak olan kaptan değil, kötü havadır. İlişkileri mahvettiği için suçlanacak olan da Gazze’ye yönelik abluka değil, Türkler, İslamcılar, İran yanlılarıdır. Mısırlılar da hatalıdır, zira gerçek yüzlerini göstermişlerdir. Ve elbette, hatalı olan işgal değil, işgal altında yaşamaya direnen Filistinlilerdir.

Velhasıl, bütün dünya size karşı ayağa kalktığında; Gazze, başka başka isimler altında, sizi kuşatmaya başladığında vereceğiniz tek olası tepki nedir?

Hükümetin eline sarılmanın, orduyu bağra basmanın, yerleşimleri kutsamanın ve yeni

bir abluka mentalitesiyle konuşmanın vaktidir. Hükümetin yapabileceği tek şeyin itibar ve tenezzülden söz etmek, “Firavundan kurtulduk, bundan da kurtuluruz” demek, “Bütün dünyanın karşısında biz varız” lafına sığınmak olduğuna abluka altındakileri ikna edecek bir söylemdir bu.

Bunlar, tam da ablukanın belirtileri aslında. Uluslararası yaptırımlara tabi tutulan ülkelerin liderleri de aynı kelimeleri kullanmakta. Vahim olan durumsa, insanın ablukaya alışabiliyor olması, en azından yeterince zaman geçtiğinde abluka altında olmamanın nasıl bir şey olduğunu unutması. Fakat topluluk hissiyatını sağlamlaştırmak konusunda da ablukanın üzerine yoktur –Gazze’ye bakın mesela.

Hükümetinin kararlarına meydan okumaya, ona karşı gösterilere veya lüzumsuz sorular sormaya başlamış bir halkı tedavi etmek konusunda da abluka gibisini bulamazsınız. Abluka bizim için iyi yani.

Zvi Barel

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&Date=09.09.2011&ArticleID=1062792&CategoryID=132

SÜREKLİ OLARAK İSRAİL’İ ELEŞTİRİRKEN, DARFUR’DA İNSANLIĞA KARŞI İŞLENEN SUÇLARI GÖRMEZDEN GELEN, KATLİAMCI EL BEŞİR’İ “MÜSLÜMANLAR SOYKIRIM YAPMAZ” DİYE SAVUNAN BİR YAKLAŞIMIN DÜNYA ÇAPINDA BİR ETKİ YARATMA ŞANSI YOK

Yukarıda söylediklerimin hiçbirisini “Türkiye haddini bilsin, başka ülkeleri eleştirmesin” mealinde dile getirmedim. İsrail insanlığa karşı suçlar işleyen bir ülke. Türkiye kendi vatandaşlarına yönelen saldırganlık da dahil olmak üzere İsrail’den insan hakları ihlallerinin hesabını sorabilmeli. Ama bunu yapabilmenin yolu öncelikle Türkiye’nin kendi sorunlarını çözebilmesinden geçiyor. Kürt meselesini çözemeyen, geçmişte Kürtlere karşı işlenmiş suçların hesabını göremeyen bir Türkiye, Filistin halkının dertlerine ne kadar deva olabilir? Türkiye’nin İsrail karşısındaki sorunlu duruşu sadece kendisinin ciddi handikapları olmasından kaynaklanmıyor. Erdoğan’ın bu konuda kullandığı dil de ciddi sorunlar içeriyor. Sürekli olarak İsrail’i eleştirirken, Darfur’da insanlığa karşı işlenen suçları görmezden gelen, katliamcı El Beşir’i “Müslümanlar soykırım yapmaz” diye savunan bir yaklaşımın dünya çapında bir etki yaratma şansı yok. Bir kerecik olsun Hamas’ı, Hizbullah’ı eleştirmeden, İsrail’e yönelik ‘duyarlılığınızın’ sadece insani hassasiyetlere dayandığına kimseyi inandıramazsınız. Uzun lafın kısası, kendi evinin içini toparlamadan ve insan hakları alanında çifte standartsız bir dil kullanmaya başlamadan, Türkiye’nin İsrail’e karşı yapacağı her hamlenin, bir süre sonra dönüp kendisini vurması kaçınılmazdır.

Orhan Kemal Cengiz

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1062782&Yazar=ORHAN

İSRAİL'E BEDEL ÖDETECEĞİZ DİYE MİLLETE ÖDETMESİNLER BEDELİ

Benim açımdan bu tür 'bedel ödetici' dış politika yönelişlerinin sıkıntısı da tam bu noktada; devletin sivil hayata müdahalesini artırması, müdahale için gerekçe ve meşruiyet üretmesi. Böyle bir hava içinde birdenbire iki ülke arasındaki yaklaşık dört milyar dolarlık ticaret, bunun yarattığı refah, istihdam ve gelir görülmez olur. Devlet, yurttaşlarının bu 'özel' durumuna bakmaz, istediği gibi onları bu imkânlardan 'mahrum' edebileceğini düşünür. Çünkü 'milli çıkarlar' bunu gerektiriyordur. Kimse de sormaz, bu işten hakikaten 'kaybedenler' millet denilen ve çıkarları savunulduğu iddia edilen topluluktan başka bir şey midir diye.

Diyeceğim şudur; devlet istediğini yapsın, ama millete dokunmasın. İsrail'e bedel ödeteceğiz diye millete ödetmesinler bedeli. Çünkü bu iş hep böyle olur; sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada. Genellikle bedeli halk öder.

Oysa, geçenlerde yazdım; şu sıralar Türkiye'nin en çok ihtiyacı olan şey, barış ve istikrar. Çünkü ancak barış ve istikrar içinde 'sivil' unsurlar gelişir, büyür, yerleşir. Yani, sivil toplum örgütleri, ticari kuruluşlar, müteşebbisler, düşünce kuruluşları, bireyler ancak barış ve istikrar varsa 'dış'a açılabilir, küresel aktörler haline gelebilirler. Bu konuda edinilen başarılar göz kamaştırıyor. Devleti ve sivil unsurlarıyla Türkiye bir yumuşak güce, çekim merkezine ve küresel bir aktöre dönüşüyor. Riske girmenin, dolduruşa gelmenin sırası değil; her şey bu şekilde gittiğinde Türkiye'yi kimse tutamaz.

İhsan Dağı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1177785&title=israile-ne-yapalim

EVET, MAVİ MARMARA’NIN SONUNA KADAR HESABINI SORALIM. AMA BUNU YAPARKEN BAŞTA KENDİ VATANDAŞLARIMIZ OLMAK ÜZERE BİZİ TARİHTEN GELEN VEFA DUYGULARIYLA SEVEN SAYISIZ İNSANI KIRMAYALIM. LÜTFEN MUHALEFET OY ARARKEN BİRAZ DAHA DİKKATLİ OLSUN

Ancak muhalefetin bir önerisi var ki sağlıklı bir aklın kabul edemeyeceği türden. Erdoğan, Yahudilerden aldığı ödülü geri vermeliymiş.  Bunu söyleyenler maalesef ülkenin iktidarına talip olan iki lider; Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli.

Bu ülkede bazı kesimlerin Yahudileri çok fazla sevmediği bir gerçek. Ancak bir siyasi parti lideri Netenyahu hükümetinin suçunun cezasının tüm Yahudilere kesilmesini nasıl isteyebilir?

Türkler Yahudilere her zaman ülkesini ve gönlünü açmıştır. 500 küsur yıl önce de göstermiştir bu büyüklüğünü, ikinci dünya savaşında da. Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Yahudiler yaşıyor. İsrail’de Netenyahu hükümetine yönelik eleştirileri izliyoruz. Ermeni soykırımı gündeme geldi mi, Amerikan Yahudileri ile kolkola giriyoruz.

Evet, Mavi Marmara’nın sonuna kadar hesabını soralım. Ama bunu yaparken başta kendi vatandaşlarımız olmak üzere bizi tarihten gelen vefa duygularıyla seven sayısız insanı kırmayalım. Lütfen muhalefet oy ararken biraz daha dikkatli olsun

Enis Ersoy

http://www.medyafaresi.com/yazi/588/enis-ersoy-muhalefetin-irkciligi.html

İSRAİL'LE KONUŞABİLEN, İSRAİL ÜZERİNDE BİR YAPTIRIMI OLAN, KARŞILIKLI TİCARİ VE ASKERÎ İLİŞKİLERDEN DOLAYI TEL AVİV'İ BELLİ KARARLARA İKNA EDEBİLEN BİR TÜRKİYE'YE İHTİYACI VAR FİLİSTİN'İN...

Komşularla sıfır sorun politikası bütün değişkenlerin aynı ideale inanmış aktörlerce kontrol edildiği bir ortamda ne kadar da güzel uygulanıyordu. Suriye sorun istemiyordu; biz istemiyorduk. Halloluyordu. Yunanlarla aramızdaki sorunları aşmış, onların sorunlarını çözme aşamasına geçmiştik. Ermenistan'la zorlu bir yolda aksayarak da olsa yürüyorduk. Şimdi bütün sorunsuzlukları bitiren bir sorunla karşı karşıyayız. İsrail hükümetiyle girişilmiş olan özür dileme dilememe mücadelesi önce bu ülkeyle olan diğer ilişkilerimizi sorunlu hale getirdi; şimdi de Türkiye'nin genel dış politika reflekslerini etkiliyor.

Girmeyeceğim, ama söylemeden de edemeyeceğim, iç politikamızı bile sorunlu hale getirdi ve belki daha da etkileyecek bu sorun...

Türkiye-İsrail ilişkilerine Türkiye'nin hiçbir zaman ihtiyacı olmamıştı. Askerî ihalelerde bir dönemde İsrail'in kucağına itildiğimiz vakidir. Ankara'ya bakan yönüyle ilişkilerin seyrini ihtiyaçtan çok irade belirlemişti. Düşmancıl Arap devletleri denizindeki İsrail için Türkiye gibi bir müttefikin anlamı ise çok büyüktü. Hâlâ daha da büyüktür. Biz onlara mecbur değildik; doğrusunun bu olduğuna inandığımız için iyi geçiniyorduk. Onlar ise, anlaşılan, doğrusunun bu olmadığına inandıkları halde buna mecbur oldukları halde yüzümüze gülüyorlardı.

Bu köşenin yazarı Türkiye'yle İsrail arasındaki iyi ilişkileri her zaman destekledi. Hâlâ da destekliyor. İsrail'e olan mevhum ihtiyaç veya bazı milli gurur yoksunlarının dillendirdikleri gibi Mossad ve Yahudi lobisi korkusundan değil, İsrail'le iyi geçinen bir Türkiye'nin Filistin'e lazım olduğuna, Suriye'ye lazım olduğuna, Mısır'a lazım olduğuna, uluslararası sisteme lazım olduğuna inandığı için yapıyor bunu.

Bugün Filistin, El-Fetih'in egemen olduğu Batı Şeria ile Hamas'ın egemen olduğu Gazze Şeridi olarak fiili bir bölünme geçirmiş durumda. Bugün Filistin'in Türkiye'ye o gün olduğundan daha fazla ihtiyacı var. Ama yine o gün olduğu gibi. İsrail'le konuşabilen, İsrail üzerinde bir yaptırımı olan, karşılıklı ticari ve askerî ilişkilerden dolayı Tel Aviv'i belli kararlara ikna edebilen bir Türkiye'ye ihtiyacı var Filistin'in...

Türkiye taleplerinden vazgeçsin demek değil bu... Türkiye'nin son dönemde benimsediği baskı politikasını eleştirmek hiç değil. Ancak, aslında bir müzakere taktiği olan kontrollü gerilim yükseltme politikasının kontrolden çıkması durumunda asıl kaybedecek olan tarafın Filistin olacağını hatırlatmak da bu köşenin yazarının vazifesi...

Kerim Balcı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1177851&title=sifir-sorunu-cok-sevmistik

TÜRKİYE’NİN TAVRI, YARAMAZ VE ŞIMARIK ÇOCUK TAVRIYLA KENDİSİNE YER AÇAN İSRAİL GİBİ BİR ÜLKENİN TAVRIYLA AYNI OLUR MU HİÇ?

Tel Aviv’de, havaalanında Türk yolcular didik didik aranınca, anında bizimkiler de İstanbul’da, İsraillilere aynı şeyi yapmışlar. Bir de “Karşılıklılık ilkesi çerçevesinde yaptık” demişler.

“Karşılıklılık ilkesi” diplomasinin gereğidir ama nezaket kurallarını çiğnemeyi içermez. Kurumsallık içerir, kişisellik değil. Uluslararası ilişkiler, mahalle kavgası düzeyinde değerlendirilemez. “Sen benim duvarıma pisledin, ben de seninkine” anlayışı olmaz.

“O da benim saçımı çekmişti” şeklinde kız çocuğu psikolojisiyle hiç olmaz.

Karşılıklılığı bu sığ düzeye indirmek ilkelliktir. Akıl gerektirmez. Düz mantıktır. Şaşılası, imrenilesi sonuç doğurmaz. Uluslararası ilişkiler hassas dengeler gerektirir. Şimdilerde pek umurumuzda olmasa da öyledir. Ustalık ister, üç beş hamle sonrasını görmek ister. Kelebek etkisini hesaplamak gerekir. Kısacası birikim, deneyim ister.

En başta şu bilgiyi anımsamak lazım, gitgide unutuyor olsak da: Türkiye Cumhuriyeti en zor döneminde, Kurtuluş Savaşı’nda bile düşmana nezaketle davranmasını bilen Mustafa Kemal’in kurduğu bir ülke. Türkiye’nin tavrı, yaramaz ve şımarık çocuk tavrıyla kendisine yer açan İsrail gibi bir ülkenin tavrıyla aynı olur mu hiç?

Farklı olacaksanız farklı davranacaksınız, aynılaşarak farklılaşamazsınız…

Bir de not: İsrail’in terör tehditi nedeniyle zaten son derece katı önlemler alan bir ülke olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum. Medyanın abartı olasılığı her zaman dikkate alınmalıdır.

Nuran Yıldız

http://www.turktime.com/yazar/Eziyet-%E2%80%9CKarsiliklilik-Ilkesi%E2%80%9Dne-Dahil-Degildir/11539

İKİ ÜLKE İLİŞKİSİNİN BOZULMASI, OBAMA YÖNETİMİNİN İŞİNİ ZORLAŞTIRIR ANCAK CUMHURİYETÇİLERİ SEVİNDİREBİLİR

Belki Mavi Marmara’da İsrail’in insanları öldüreceği öngörülmemişti, ama her durumda Gazze ablukasını delmeye yönelik çabaların iki ülkeyi karşı karşıya getireceği biliniyordu. Bu durumda iki ülkeden birinin aşağıdan almayacağı da tahmin edilmiş olmalı, zira olay zaten iyi ilişkilerin olduğu bir dönemde yaşanmadı. Dolayısıyla iki ülke ilişkisinin bozulması öngörülmüş olabilir, sorun bunun kimin işine yarayacağı.

İki ülke ilişkisinin bozulması, Obama yönetiminin işini zorlaştırır ancak cumhuriyetçileri sevindirebilir. Obama’nın “barış-istikrar” adacıkları yaklaşımıyla Türkiye’ye verdiği ağırlığın, “sertlik” yanlısı İsrail’e yeniden kaydırılması mümkün olabilir. Böylece Obama’nın kaybetmesi sağlanırken Türkiye’nin de Avrupa’yı ikame edebilecek bölgesel rolü tırpanlanabilir. Sonuçta İsrail sertlik siyasetine devam eder, bu sertlik çevresinde kurulan yeni yönetimleri dini radikal süreçlere ve silahlanmaya teşvik eder, silahlı radikal yönetimler yeniden düşman kabul edilir, savaş ekonomisi ve güç mücadelesi sürer gider. Doğrusu bu durum İran’ın da çok işine gelir. Çevresi radikal yönetimlerle çevrili İsrail “Batı”nın zorunlu desteğini alırken İran da elbet başkalarının desteğini alır.

Buradaki kilit konu, İsrail-Türkiye ilişkilerinin bozulmasından hangi Avrupa ülkesinin yarar beklediği. Kızgın İsrail’in Uluslararası Deniz Hukuku sözleşmesi, Kıbrıs sorunu, PKK ya da soykırım konularında Türkiye’yi sıkıştırmasını bekleyip bölgesel hareket imkanlarını sınırlamak isteyen birileri var gibi gözüküyor ve anlaşılan o ki Türkiye bunu biliyor. Dolayısıyla Türkiye’nin çıkışı kendisine tuzak kurmaya çalışan ülkelere ve İsrail’in onlara yardım etmesine.

Beril Dedeoğlu

http://www.stargazete.com/yazar/beril-dedeoglu/israil-ve-turkiye-haber-379997.htm

OLAN BİTENİ İYİ OKUYALIM: GENÇLER ÜLKELERİ İÇİN SAVAŞTA ÖLMEYİ GÖZE ALSALAR DA, YAŞARKEN İYİ YAŞAMAYI, İNSANCA VE REFAH İÇİNDE YAŞAMAYI İSTİYORLAR

İlginç bir çelişki var. Şimdilerde sokak gösterilerine katılan, konut bedellerinin 500 bin dolara, aylık kiranın bin dolara çıkmasından, aylık 2.500 dolarlık ücretin yetersizliğinden yakınan gençlerin babaları, anneleri İsrail’e yerleşmeye geldiklerinde Kibbutz’larda yaşamışlardı. Onlar da Kibbutz’larda büyümüşlerdi.

1950’lerden sonra İsrail’in “Yok Olmama Savaşı”na gönüllü asker olarak katılmak ve işgal edilen toprakları yerleşime açmak, ülkede üretimi başlatmak için İsrail’e gelenler Kibbutz’lara yerleştiler. Kibbutz’larda yaşadılar. Kibbutz, kooperatif yaşam şeklidir. (Rusların Kolhoz tipi kooperatif yaşam düzeninin benzeridir.) Kibbutz hayatında kişisel mülkiyet yoktur, ortak mülkiyet vardır. (Daha sonraları belli ölçüde kişisel mülkiyete izin verildi). Kibbutz’da yaşayanlar yetenekleri ölçüsünde üretime katılır, ihtiyaçları ölçüsünde tüketirler. Kibbutz üyeleri, konut, giysi, yiyecek, ihtiyaçlarını eşit olarak paylaşır.  İhtiyarlık ve hastalık dönemlerinde ihtiyaçları Kibbutz tarafından karşılanır.

Kibbutz’da yaşayan ailenin ekonomik sorumluğu anne ve babanın çocuklarla ilgisi yoktur. Kibbutz çocukların yetiştirilmesini ve eğitilmesini ortaklaşa yapar. Kibbutz çocuklarının çoğu eğitilmiş bakıcıların nezaretinde çocuk yuvalarında yaşarlar. Yaşı ilerledikçe gelişen gruplar içerisinde büyür ve demokratik ilkelere göre kendilerini teşkilatlandırırlar. İlkokul eğitimi her Kibbutz’da sağlanır. Orta dereceli okul için ise birkaç Kibbutz’un bir araya gelerek oluşturduğu okullarca verilir. Çocuklar 18 yaşına kadar 12 yıllık kesintisiz eğitime tabi tutulurlar. İsrail’de 1950’lerde yaşam Kibbutz’larda geçerken, zamanla kooperatif yaşamdan, bireysel yaşama, Kibbutz yaşamından şehir yaşamına geçildi. Son verilere göre sadece 270 Kibbutz’da yaşam devam ediyor. Kibbutz’larda yaşayanların toplam tarım üretimine katkıları yüzde 40 (1.7 milyar dolar), sanayi üretimindeki payları yüzde 9 (8 milyar dolar) dolayında.

Kibbutz yaşamı “savaş yaşamı” idi. Şimdi Kibbutz çocukları “refah yaşamı” istiyor. Ne var ki İsrail’i yönetenler “Kibbutz Kuşağı-Yaşlı Kuşak”. Gençlerin isteklerini anlamakta zorlanıyorlar. Olan biteni iyi okuyalım: Gençler ülkeleri için savaşta ölmeyi göze alsalar da, yaşarken iyi yaşamayı, insanca ve refah içinde yaşamayı istiyorlar. Eskiden “sosyal adalet”, Kibbutz’larda eşit şartlarda, (bir lokma bir hırka) kooperatif yaşamdı. Günümüzde “sosyal adalet” söylemi yapanlar, çağdaş yaşam şartlarında eşitlik (500 bin dolarlık ev, 2.500 doların üzerinde ücret) istiyor.

Güngör Uras

http://ekonomi.milliyet.com.tr/israil-de-kibbutz-larda-dogan-cocuklar-2-500-dolar-aylik-500-bin-dolarlik-konut-icin-sokaklarda/ekonomi/ekonomiyazardetay/07.09.2011/1435492/default.htm

YAHUDİ OLMAK SADECE YERLEŞİMCİ OLMAK DEĞİLDİR; YAHUDİ OLMAK MERHAMET SAHİBİ OLMAK DEMEKTİR AYNI ZAMANDA

Göstericilerin çoğu kendini apolitik olarak tanımlıyor. Orada konut sorununu konuşmak için bulunuyormuş gibi görünseler de kaygıları daha derine iniyor. Hissettikleri boğulma duygusu metrekare eksikliğinden çok ülkenin dizginlerini ellerinde bulunduranların onları dikkate almamalarından ve ülkeyi fevkalade nahoş yerlere doğru sürmelerinden kaynaklanıyor. Ibn Gevirol Caddesi’nin ortasındaki refüjde kızıl saçlarını atkuyruğu yapmış genç bir kadın duruyordu. Havaya kaldırdığı kartonda harikulade bir el yazısıyla şöyle yazıyordu: “Benim mesajım bu pankarta sığmayacak kadar karmaşık.” O genç kadının yanından geçen 10 binlerce göstericinin kaçı durup o pankartı okudu bilmiyorum, fakat o pankart benim için çadır gösterilerinin en doğru ifadesiydi.

Bu gösterilerin önemli bir harekete dönüşüp dönüşmeyeceğini kestirmek güç. Her şey kızıl saçlı kızın bir sonraki gösteride hangi pankartı taşımaya karar vereceğine; göstericilerin, sonunda, protestolarını açık, keskin, onları temsil edenlerin yok sayamayacakları mesajlarla bütünleştirmelerine bağlı. Eğer bu gösteriden çıkan tek şey konut kiralarındaki yükselişten ve krem peynirin fiyatından şikâyetçi tüketici kesimi olursa, birkaç hafta içinde yavaş yavaş tükenir. Fakat ben bundan fazlasının çıkacağına inanmak istiyorum.

Alon’un gösterici kalabalığına karışmadan hemen önce söylediği gibi, “Yoksullar ekmek için mücadele verirler. Benim ekmeğim olabilir ama açım.”

“Neye açsın?” diye sordum.  “Daha az zalim bir ülkeye,” dedi, o anda uyanan bebeğe biberonunu vererek. “Sadece güç ve şiddet kültürü değil, merhamete değer veren bir kültürü de aşılamaya çalışan bir ülkeye. Yahudi olmak sadece yerleşimci olmak değildir; Yahudi olmak merhamet sahibi olmak demektir aynı zamanda. Yemin ediyorum. Bana inanmıyor musun? Eve gidip Google’la.”

Etgar Keret

(Tablet dergisinden çeviren Avi Pardo)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1062402&Date=06.09.2011&CategoryID=41

MÜSTEBİT, ANTİ-DEMOKRATİK SİYASİ KÜLTÜRÜNÜZ, GAZZE’YE BU BAKIŞINIZIN GERÇEK MANASINDAN ÖTÜRÜ SİZİ ELEŞTİRENLERİ DE KOLAYLIKLA “İÇ DÜŞMAN” OLARAK GÖRMENİZE EL VERİR. YANİ ONLAR SİZE GÖRE “BAŞ DÜŞMAN İSRAİL’İN AVUKATI”DIR, “İSRAİL BÜYÜKELÇİSİNİN BOŞLUĞUNU DOLDURANLAR”DIR

Şimdi, Gazze’nin milli dava olması ya da olmamasının Türkiye’yi nasıl tarif ettiği nokta-i nazarından bakalım bu meseleye...

Türkiye’yi ve onun dış politikasını klasik ya da “yeni” İslamcı mefkurenin değer parametreleri içinde tanımlıyor iseniz...

Gazze’ye de “Sünni İslam ümmetçiliği” mikyasından bakıyorsanız, onda bir “milli dava” hatta bir “cihad” konusu görmeniz tabiidir.

O zaman birinci dış düşmanınızın İsrail olması da doğaldır.

Müstebit, anti-demokratik siyasi kültürünüz, Gazze’ye bu bakışınızın gerçek manasından ötürü sizi eleştirenleri de kolaylıkla “iç düşman” olarak görmenize el verir. Yani onlar size göre “baş düşman İsrail’in avukatı”dır, “İsrail büyükelçisinin boşluğunu dolduranlar”dır.

Demokrasimizin geleceği için hakkaniyet ve karşılıklı saygı çerçevesinde özgürce yapılması gereken hayati bir tartışma daha en başından işte böyle faşizan bir üslupla boğuntuya getirilir.

Kendi vatandaşınıza da Sünni İslam ümmeti ölçeğinden baktığınız içindir ki bu kez Suriye konusundaki demokratik tahammül gerektiren muhalif ve aykırı görüşlerin arkasında “mezhep dayanışması” görürsünüz veya öyle gösterirsiniz.

Oysa sizin mezhebinizden olmayanlar, yani ümmetten saymadıklarınız da bu ülkenin, hakları anayasal güvence altındaki eşit vatandaşlarıdır.

İşin içine mezhep ayrımcılığını karıştırarak, bu ülke topraklarında yaşayan eşit vatandaşlar arasına nifak sokmuş, onları bölmüş olmuyor musunuz?

Vatandaş dedik ya... Onlar bu “vatan”da yaşar.

Gazze’ye “ümmet”in değil de bu “vatan”ın ölçeğinden baksaydınız, bir “milli dava” görmeyecektiniz.

Ve başka bir ülkenin ordusuyla sıcak bir çatışma potansiyelini de içeren, ekonomik, siyasi ve askeri maliyeti büyük olabilecek hamlelere kalkışmayacaktınız.

Çünkü Gazze’ye “vatan” penceresinden bakanlar için “vatan”ın toprağına, sınırlarına ve o vatanın üzerinde yaşayan insanların emniyeti ve esenliğine doğrudan yönelmiş, hayati, açık, yakın ve dolayısıyla gerçek bir tehdit söz konusu değildir.

Gazze sorununu bir “milli dava” olarak değil, ama bize hem coğrafi, hem de tarihsel ve kültürel bağlar açısından yakın olan bir halkın ambargo ve ablukalar altında yaşadığı bir insanlık trajedisi olarak görmek, Türkiye’nin bu meselede müdahil tutum almamasını gerektirmez ki...

İsrail askerlerinin katlettiği 9 aktivistin davası ne olacak derseniz...

Uluslararası sularda başka bir devletin güvenlik güçleri tarafından kasten öldürülen vatandaşlarının hesabını, uluslararası hukukun kendisine verdiği bütün hak ve yetkileri sonuna kadar kullanarak sorması TC devletinin boynunun borcudur.

“9 şehit”... Kabul.

Ama ben de size bu vatanın dağlarında devletinkinden farklı bir üniforma giyerek silahlı dolaşan ve hemen her hafta dokuzdan fazla insanı şehit eden vatandaşlarımızla, yine her hafta bu vatandaşlarımızdan bir o kadarını “devlet olmanın gereği” öldüren resmi üniformalı vatandaşlarımızın davalarını hatırlatırım. Ve bir kesimin gözünde devletin öldürdüklerinin “şehit” olarak görüldüğünü de...

Ve bu asıl davayı bu vatanın ölçeğinde çözmeden, siz bu milletin enerjisini ve kaynaklarını aslında olmayan davalarda tükettiğiniz sırada, ülkenin başına çok daha büyük davaların açılabileceğini de eklemek gerektiğini düşünürüm.

Kadri Gürsel

http://dunya.milliyet.com.tr/gazze-milli-dava-degildir/dunya/dunyayazardetay/11.09.2011/1437086/default.htm?ref=fblike

KOŞER MUTFAĞINDA ETLE SÜTÜ AYIRMAYA GÖSTERDİĞİNİZ ÖZENİ, SİYASETTE DE DEVLET İLE TERÖRÜ AYIRMAYA DA GÖSTERMELİSİNİZ!

Türkiye bir anlamda İsrail Koalisyonu'nun fanatik Siyonistlerine şöyle diyor:

- Koşer mutfağında etle sütü ayırmaya gösterdiğiniz özeni, siyasette de devlet ile terörü ayırmaya da göstermelisiniz!

Buna karşı kafasında izdiham olan kesimler olayı hemen "Bu Yahudiler yok mu, zaten PKK'yı da İsrail üretmedi mi" benzeri yorumlarla yaklaşıyorlar olaya.

Bunlar İsrail Devleti'nin 1948'de kurulduğunu, "Şeyh Said Ayaklanması"nın veya "Dersim faciası"nın, 1920'lerde ve 1930'larda meydana geldiğini pek düşünmüyorlar.

Sanki "Kürt realitesi" ve buna ilişkin eylemli kalkışmalar İsrail kurulmadan önce yoktu.

Mehmet Barlas

http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/09/09/kafalarda-istifham-yerine-izdiham-olursa

ANTİSEMİTİZM OLGUSU DA YILLAR YILI BİR GERÇEKLİK OLARAK TÜRKİYE TOPRAKLARINDA DA VAR OLMUŞKEN İSRAİL'İN SALDIRGAN TAVRI DA BUNU İYİCE KÖRÜKLERKEN TÜRKİYE BU ROL İÇİN BİÇİLMİŞ KAFTANDI

Eğer bu coğrafyada kurulacak yeni dengelerde eski “milliyetçi rejimler “yıkılacaksa onlara meşruiyet kazandıran İsrail'in militarist şiddet odaklı politikaları da bir yerde artık durması gerekmiyor mu? Nasıl duracak? Birinin çıkıp İsrail’e kafa tutması Batı için elzem değil mi?

İşte bu rolü Türkiye’den daha iyi kim oynayabilir? Antisemitizm olgusu da yıllar yılı bir gerçeklik olarak Türkiye topraklarında da var olmuşken İsrail'in saldırgan tavrı da bunu iyice körüklerken Türkiye bu rol için biçilmiş kaftandı. Eskiden İsrail’in Araplara karşı saldırganlığını destekleyerek buraları yöneten Batı (Amerika) artık buna ihtiyaç duymuyor ve İsrail’i bir yerde bilinçli olarak taviz vermeye zorluyor. Mavi Marmara denen HAYDUT GEMİSİNİN yaptığı tam da buydu işte. O gemiyi oraya Tayyip değil Obama yolladı aslında. Tayyip ve Türkiye’nin batıcı İslamcıları bu işte piyon oldular sadece ve rollerini iyi becerdiler. Sonrasında aynı organizasyonun ABD yanlısı Libyalı muhaliflere yaptıkları yardım da bu durumu daha da manidar kılıyor.

Birleşmiş Milletlerin Mavi Marmara raporu da son derece mantıklı ve gerçekçidir. İsrail Askerlerinin aşırı güç kullandığını vurgulamış ama esas olarak olayın kışkırtma olduğunu, gemideki HAYDUTLARIN çıkarma yapan ilk askerleri silahla rehin alıp işkence yaptıklarını saptamıştı ki zaten o zaman basında çıkan resimlerde de rehin alınan askerlerin korkudan donup kaldıklarını görmüştük her ne kadar medyamız bunları gizlemeye çalıştıysa da özellikle İsrail ve diğer batı medyalarını takip edenler olayları daha net analiz edebildiler. Üstüne üstlük gemiye binmeden önce cihat çağrıları yapan antisemit bir güruh da vardı karşımızda.

Melisa Kohen

http://www.haberinyeri.net/israil-turkiye-gerginligi-uzerine-notlar-7112yy.htm

İSRAİL'DE, TÜRKİYE'DEKİ YAHUDİ CEMAATİ'NİN BU KRİZDEN DOLAYI SIKINTIYA DÜŞMEK ZORUNDA OLMASINA HİÇBİR ŞEKİLDE KARŞI OLMAYACAK BAZILARININ OLABİLECEĞİNİ TASAVVUR EDEBİLİYORUM

İsrail'de, Türkiye'deki Yahudi Cemaati'nin bu krizden dolayı sıkıntıya düşmek zorunda olmasına hiçbir şekilde karşı olmayacak bazılarının olabileceğini tasavvur edebiliyorum. Çünkü böyle bir durumda şunu söylerlerdi: İsrail'e gelsenize! Ama bu benim için kesinlikle söz konusu değil, zira İsrail yanlış yöne gidiyor, hükümet giderek baskıcı bir hal alıyor. Orada daha mutlu olamazdım. Tam tersi.

İki ülke arasındaki sözümona çok iyi ilişkiler özellikle askeri ilişkilere dayandığı için şimdi acısı çıkıyor. İnsanlar arasındaki irtibat çok fazla ihmal edildi. Giderek artan yabancılaşmaya İsrail tarafında her fırsatta Türk veya Müslüman olan her şeye her fırsatta nefretini izhar eden Dışişleri Bakanı Avigdor Liebermann gibi radikal siyasiler eklendi. Korkarım, İki ülke arasındaki ilişkiler düzelmekten ziyade daha da kötüleşecek.

İshak Alaton

http://www.haber7.com/haber/20110908/Ishak-Alaton-Israilde-daha-mutlu-olamazdim.php

Netten okuyun

Sultan Camii Darüşşifası - ABDULLAH AYMAZ

Moiz sonra Manisa'daki Yahudi Mezarlığı'nda bekçilik işi bulur. Ama okuması yazması olmadığı için, mezar taşlarını okuyamaz ve işten atılır. Daha sonraları üzüm bağlarında tütün tarlalarında çalışır. Aslında İspanya katliamından sonra Sultan II. Bayezit zamanında Osmanlı ülkesine sığındıklarında tütün bitkisini de getirdiklerinden, tütün tarımını da zaten en iyi onlar bilmektedir. O günlerde kahvelerde, İzmir limanına bir şilebin geldiği ve Amerika'ya gideceği konuşulmaktadır. Bunu duyunca Moiz, kardeşi Salamon'u da yanına alarak cebindeki iki mecidiye ile gelip gizlice ve kaçak olarak gemiye biner. Gemide yola çıkınca fark edilirler. Ama geri dönüş yoktur.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1178512&title=sultan-camii-darussifasi

Hayırdan hayır, vakıftan vakıf... – ABDULLAH AYMAZ

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1178737&title=hayirdan-hayir-vakiftan-vakif

Azınlıkların bitmeyen çilesi - ABDULLAH YAVUZ ALTUN

1930'lu yıllar "Balkanlardan gelen anti-semitizm rüzgârı" ile başladı. 1934'te Trakya bölgesinde varlıklı olan Yahudilere karşı kampanya yürütülmesi sonucu, yağmalamalar ve tehditler başladı. 14 Haziran'da çıkarılan "iskân kanunu" neticesinde, devletin bu olaylara karşı tavrı belli olmuş oldu: 15 bin Yahudi İstanbul'a veya yurt dışına göç etti.

http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1178439&title=azinliklarin-bitmeyen-cilesi

“Gayrimüslimler şehit olamaz” – RIFAT N.BALİ

Bugün sıradan bir Müslüman Türk bir gayrimüslimle nerede tanışacak? 73 milyonluk bir ülkede toplam 100 bin kişi var. İstanbul’da, İzmir’de, Hatay’da yaşıyor gayrimüslimler. Matematik olarak bu ülke çokkültürlü değil, çok dinli de değil. Kimse kimseyi aldatmasın. Herkes de bunun böyle olduğunu biliyor ama siyasi maksatlarla, Türkiye sadece İslam ülkesi olarak resmedilmesin diye bu insanlar maalesef kullanılıyorlar.

http://www.milliyet.com.tr/-gayrimuslimler-sehit-olamaz-/pazar/haberdetay/11.09.2011/1437010/default.htm

Türkiye’de Azınlıklar – RIFAT N.BALİ

http://www.hristiyangazete.com/2011/09/turkiyede-azinliklar-rifat-bali/

Ladino: Türkiye Bir Dili Unutuyor – IŞIL DEMİREL, YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ ANTROPOLOJİ BÖLÜMÜ ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ

http://www.kesfetmekicinbak.com/category/detay.aspx?haberid=2720&AspxAutoDetectCookieSupport=1

Doğu Akdeniz’in gazı ve petrolü – CENGİZ AKTAR

http://www.acikradyo.com.tr/default.aspx?_mv=a&aid=28795

İşte Fischer'i konuşturan rakamlar! – BARIŞ ERKAYA

http://www.haberturk.com/haber/haber/667133-iste-fischeri-konusturan-rakamlar

Ak’deniz – YILMAZ ÖZDİL

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18665682.asp

Kriz nereye gidiyor? – SAMİ KOHEN

http://dunya.milliyet.com.tr/kriz-nereye-gidiyor-/dunya/dunyayazardetay/10.09.2011/1436823/default.htm

Risk İçeren Hamleler – SOLİ ÖZEL

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/666941-risk-iceren-hamleler

Türkiye ile İsrail arasında savaş çıkar mı? – AMBERİN ZAMAN

http://www.haberturk.com/yazarlar/amberin-zaman/666596-turkiye-ile-israil-arasinda-savas-cikar-mi

Palmer Raporu'nun ardından – DENİZ ÜLKE ARIBOĞAN

http://www.aksam.com.tr/palmer-raporunun-ardindan-3677y.html

Yaşasın, İsrail'le Savaşacaz! – ZUHAL NAKAY

http://sizdensize.milliyet.com.tr/D%C3%BCnya/Yasasin__Israil___/HaberDetay/6413

Osmanlı Meselesi – ECE TEMELKURAN

http://www.haberturk.com/yazarlar/ece-temelkuran/668129-osmanlilik-meselesi

İsrail Üzerinden Göz Boyamaca – EMİN ÇÖLAŞAN

http://www.haberinyeri.net/israil-uzerinden-goz-boyamaca-7147yy.htm

İsrail ve Ermenistan – FİKRET ERTAN

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1178772&title=israil-ve-ermenistan

İsrail dış politikada aklını hiç bu kadar yitirmemişti – BÜLENT ARAS

http://www.stargazete.com/roportaj/yazar/fadime-ozkan/israil-dis-politikada-aklini-hic-bu-kadar-yitirmemisti-haber-381291.htm

Netten izleyin

TRT, yandaşlığını abartttı, Mavi Marmara çizgi filmi propagandayı 0-6 yaş grubuna indirdi!

http://www.turuncutime.com/medya/72269-trt-yandasligini-abarttti-mavi-marmara-cizgi-filmi-propagandayi-0-6-yas-grubuna-indirdi-video.html

Gazze nerede?

http://video.haberturk.com/haber/video/pakize-sudanin-sorusuna-verilen-ilginc-yanitlar-1/53575?csface=1