Körleşme

Hüzünden hazza gitmesi gereken patikayı neden hâlâ bulamıyoruz?

Faustlaşmış insana karşı mücadelenin beyhude olduğuna inandığımızdan mıdır, bu basiretsizlik?

Yoksa, bir de körleşmeye mi başladık?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
14 Eylül 2011 Çarşamba

51. Eylül ayını yaşıyorum. Muhtemelen 20 senelik eğitim sürecinin 20 keresinde okula geri dönüşü simgelediği için hep bir iç sıkıntısıyla karşılamışımdır Eylül’ü. Hazan mevsiminin başlangıcı Eylül, yaş ilerledikçe ve yolun sonuna doğru hızla yol aldıkça, hüzünden hazza gitmesi gereken patikayı gösteremiyor hâlâ ve ısrarla ve inatla. Mevsimlerin kafamıza kazıdığı önyargıların bizi yönettiği bir hayatta, hâlâ parçalayamıyoruz mutluluğu yok etmeye ant içmiş katil hüznü.

Neden?

Faustlaşmış insana karşı Don Kişotvari bir mücadele vermenin beyhude bir çabadan ileriye gidemediğini gördüğümüz için midir bu basiretsizlik? Yoksa, bu yetmiyormuş gibi, güce tapan yeni yetme dünyalıların körleşme sürecine kendilerini iyice kaptırmış olmalarını görmek midir hazan mevsimini hüzün mevsimine dönüştüren?...

***

Körleşme, neredeyse tarihin başlangıcından beri insanoğlunu teslim almış ve peşini hiç bırakmamış ender salgın hastalıklarından biri olarak hayatımıza girmiş. Hâlâ yaşıyor olmasının tek nedeni olmalı: güce tapmanın dayanılmaz kolaylığı, direnç gösterememenin, başkaldıramamanın rahatlatıcı fütursuzluğu. Hani, Roger Waters’in o ünlü sözünde olduğu gibi, comfortably numb – rahatlık içinde uyuşukluk – hali.

Sofokles’in ünlü Kral Oedipus trajedisinde körleşme, benzersiz bir hikâye ile kazınır insanın kafasına.

Tanrılar tarafından lanetlenen Oedipus’un yazgısında babasını öldürüp, annesiyle evlenmek vardır. Kâhinlerin bunu açığa çıkarmasıyla anne, babası tarafından terkedilir henüz bebekken. Çocukları olmayan bir kral ve kraliçenin büyüttüğü Oedipus kaderindeki lanetli haberi alarak terk eder ailesini, babası sandığı insanı öldürmemek için. Lâkin, kaçarken yolda rastladığı bir yaşlıyı öldürür. Bilmeden öz babasının hayatına kıymıştır. Oedipus gerçeği bilmez. Lanetli olmasına rağmen Tanrı özelliklerine de sahiptir aslında. Akıllı, güçlü ve yenilmezdir. Bunların sayesinde bir gün ülkesinde kral seçilir. Ve dul olan bir kadınla evlenir. Aslında bu kişi de öz annesidir. Lâkin ikisi de gerçeği ıskalar. Dört çocuk sahibi olurlar. Bir süre sonra ülkelerinde veba salgını çıktığında Kral Oedipus bunun nedenlerini kâhine sorduğunda yıkıma uğrayacağı gerçeği öğrenir. Annesi olan eşi, Kraliçe intihar eder. O da, annesinin kıyafetinden çıkardığı altın iğnelerle kendi gözlerini kör eder...

Oedipus tragedyası, insanoğlunun körleşmesinin hikâyesidir. Oedipus, “körleşmesinin” cezasını gözlerini kör ederek verir.

Gerçekleri öğrenebilmesine rağmen onlardan kaçmış bir insanın, güce tapan bir ‘kör’ün trajedisidir, son tahlilde.

Burada sorulması gereken tek sual vardır: Körleşmeden, bireyin kendisi mi sorumludur, yoksa toplumun yönlendirilmesi ile oluşmuş bir hastalık mıdır?

Sofokles cevabı bize ve tarihe bırakmıştır...

Ellias Canetti de “Körleşme” eserinde bu hastalığa takılmış, güç ve para için herşeyin yapılabildiği, dolayısıyla yalanlarla gerçeğin ayırt edilemediği bir dünyada bireyin de doğal olarak yok olduğunu anlatmaya çalışır.

‘Körleşmiş’ olan Kien, bilinciyle bu hastalıktan kurtulmak için kımıldamamayı ve taşlaşmayı dener. Belki de hiçbir şey yapmadan, öylece durarak içinde olduğu durumun vahametinden kurtulacaktır. Lâkin sonuçta taşlaşma hiçbir şeyi düzeltmediği gibi körleşmeyi de aşarak insanı sıfırlar ve birey de dünyanın içinde kaybolur, gider.

Körleşmenin ilacının taşlaşma olamayacağını söyler Canetti. Diğer bir okumayla, körleşmenin pan zehirinin harekete geçmek olduğunu anlatmak ister...

Oedipus, körleşmesinin cezasını gözlerini oyarak verir.

Kien ise zaten kendisini yok eder.

Körleşen post modern birey ya ne yapacak?

Gerçeklerden kaçmanın bedelini ödeyecek mi?

Bundan kendisini sorumlu tutmayıp, güç karşısında Don Kişot’un yel değirmenlerini mi hatırlatacak?

İleride kendisine sorulduğunda suçu Zeitgeist’e mi atacak?

Hayır, bedelin herkes için istisnasız çok büyük olduğunu söyler bize tarih, binlerce örnekle.

O halde duy sesimi hey oradaki!

“Benim hâlâ umudum var”ı dinlemek istiyorum...

Twitter.com/ basyazar