1 Eylül 1939 - savaşın gölgesinde

Irk hijyeni… Hitler’in Alman Şansölyesi olduğundan beri peşinden koştuğu ideali böyle tanımlamak olası. Yoğun bir bilgi kirliliği ile desteklenen öylesi bir baskı oluşmuştu ki Alman halkının üzerinde, insanlar korku ile efsunlanmışlar, toplumsal belleklerini ve muhakeme yeteneklerini yitirmişlerdi.

Marsel RUSSO Perspektif
24 Ağustos 2011 Çarşamba

Nisan 1939 ortalarında, Varşova – Moskova ilişkilerinin Polonya’nın Rus paranoyasından dolayı çökmesinden sonra, İngiltere ile Fransa, Sovyetler nezdinde devreye girerler. Ancak birlikte hareket etmek adına yapılan tüm ittifak görüşmeleri sonuçsuz kalır. Avrupa’nın batısı ile doğusu arasında kapanması mümkün olmayan bir güven bunalımı vardır. Bu savaş öncesi dönemin en belirgin özelliği olacak ve zaman içinde Berlin – Moskova yakınlaşmasını getirecektir. 17 Nisan’da Berlin’deki Sovyet elçisi ülkesinin “III. Reich ile tümüyle normal ve her türlü ideolojik farklılıktan bağımsız ilişkiler sürdürmek istediğini” Alman hükümetine bildirir. Avrupa üzerinde oynanan tehlikeli kumarda, taraflar tüm kozlarını kullanmaktadırlar. Birazdan eller son kez dağıtılacaktır…

Führer ve maiyetinin mistik buluşması

“Hitler demek savaş demek, göreceksiniz!” Bu sözler Georg Elser’e ait. 1917 yılında on dört yaşında okuldan ayrıldığından beri hep çalıştı. Metal işçiliği, marangozluk, saat imalatı üzerine iş kovaladı. El becerisi çok gelişmiş… Ancak becerisi bununla sınırlı kalmıyor. Elser çağının sorunlarını da anlamaya, kavramaya çalışıyor. 1929 yılındaki büyük kriz onu derinden etkiliyor ve bir anda kendisini komünist bir yapılanmanın içerisinde buluyor. Hitler’i takip etmeye başlıyor. Nazizm’in iktidar yürüyüşüne sessizce tanık oluyor. Şimdilerde, SS’lerin tüm muhalifleri acımasız şekilde ezdikleri günlerde, artık çok emin. Hitler ulusunu gün ve gün içinden çıkamayacağı büyük bir yıkıma, bir savaşa sürüklüyor. Birileri, bir şeyler yapmalı… Ve karar veriyor. Bu kararı hiç kimseyle konuşmamalı, paylaşmamalı. Onu gerçekten heyecanlandıran, gece gündüz meşgul eden bir karar bu: Elser Adolf Hitler’e karşı bir suikast planlıyor.

…Ve 20 Nisan. Berlin… Kendisine biat eden bir güruhun tam ortasında, aklı başka yerde, ulaşılamayacak kadar yalnız, tekil bir varoluş, bir eşi daha yok: Adolf Hitler dört saattir Alman Silahlı Kuvvetleri’nin resmi geçidini izliyor. Yüzünde hiçbir ifade yok. “On binlerce genç asker, piyade, süvari, motorize birlikler, panzerler, deniz ve hava kuvvetleri birimleri” düzenli bir geçiş içindeler… Ve kameralar on iki değişik noktadan, on binlerce parti üyesinin arasında Führer’in askerlerle buluşmasını ölümsüzleştiriyor.

“Tanrı’nın huzurunda bu kutsal yemini” ettikleri adamın önünden geçen askerler haykırıyor: “Führer’e her koşulda itaat ederek çalışacağıma ve kahraman bir asker olacağıma, bu yemin için hayatımı vermeye hazır olacağıma…” 

O gün Nasyonal Sosyalistlerin takvimindeki en önemli gün değil, ama yine de önemli bir bayram. Führer’in doğum günü, hem de ellinci yaş. Bir önce akşam Göbbels, Alman Radyosu’nda şu açıklamayı yapıyor: “Alman Halkı Führer’in onlara layık görüp bağışladığı yeni dünya konumundan dolayı sevinç duyuyor (…) Alman Silahlı Kuvvetleri tarafından garanti edilen güvenlik içinde, ekonomi, kültür ve sosyal yaşam güçleniyor. Bir zamanlar büyük bir acizlik içinde çökmüş olan ülkemiz yükselerek yeni boyutlara ulaştı (...) O hep bizim olarak kalsın, olduğu gibi ve her zaman nasıl olduysa: Bizim Hitler’imiz.”

Bundan bir hafta kadar sonra, 28 Nisan’da, tüm Alman halkının dinlenmekle yükümlüğü kılındığı radyo konuşmasında, Hitler’in bu seferki hedefi Amerikan Başkanı Franklin

Roosvelt... Hitler’in konuşması bir sanat eseri, mükemmel dramatize edilmiş. Vurucu noktalarla duyguları altüst eden ve Berlin’in gelecekteki duruşunu ifade edecek bir konuşma:

“Sayın Başkan Roosvelt, çok iyi anlıyorum ki imparatorluğunuzun büyüklüğü ve ülkenizin uçsuz bucaksız zenginliği, kendinizi tüm dünyanın ve halkların kaderi hakkında sorumlu hissetmenize yol açıyor. Oysa ben, çok daha mütevazı ve küçük bir çerçevede yer alıyorum Ben kendimi dünyanın kaderi hakkında sorumlu hissedemem, çünkü bu dünya benim halkımın acınası kaderi ile ilgilenmedi. Kaderin bana yüklemiş olduğu görevi de çok iyi biliyorum: Yalnızca kendi halkıma hizmet etmek ve onu bu korkunç sıkıntıdan kurtarmak…”

Hitler’in Amerika üzerinden Avrupa’ya saldığı haber, Moskova’ya karşı olan inanılmaz suskunluğu, işte bu dönemlerde hem İngiliz hem de Fransız dışişlerinin dikkatini çekecek cinstendir. Nitekim 5 Mayıs’ta Berlin’deki dışişleri bürosunda gerçekleşen bir toplantıda Alman ve Rus diplomatlar, aralarında görüşülebilecek ilk konuları belirlemek üzere bir araya geliyorlar. Eş zamanla, Göbbels Alman basınına bir talimat veriyor: “Rusya, Stalin ve Bolşevizm’e karşı yeni bir polemik yaratılmayacak!” 

Hitler şeytan iksirini hazırlamaktadır. Ağustos’ta Moskova ile bir Saldırmazlık Paktı imzalayacaktır. Hem Hitler hem de Stalin böylece dünyayı ters köşeye yatıracaklardır. Birbirinden ölesiye nefret eden bu ikilinin birbirlerinde ne buldukları sorulur olacaktır değişik başkentlerin siyasi kulislerinde.

Hitler’in hesapları milimetrik… Bir süredir diline doladığı ve ayyuka çıkardığı Danzig sorunu değildir aslı mesele. Ona göre, “konu doğudaki yaşam alanımızın genişlemesi…” Bunun için ilk önce Polonya’yı yutmak gerekiyor. Varşova, Moskova ile mesafeli durduğuna ve İngiltere ile Fransa’dan medet umduğuna göre, Stalin ile anlaşmak çıkarlara uygun. Hem böyle bir anlaşma, ikinci harekete zemin hazırlayabilir. Hollanda, Belçika hemen düşer, Fransa biraz zaman alır. Batının dize gelmesi ile Rusya yolu açılır.

Zyklon B

Dr. Bruno Tesch fiziksel kimya dalında çok başarılı bir bilim adamı olarak tanınmaya başlandı. Kimyasal silahların üretiminde Nobel ödüllü Dr. Haber ile birlikte çalıştılar, özellikle 1914 savaşında Verdun Muharebesi’nde binlerce askerin ölümüne neden olan hardal gazı gibi zehirli gazlar konusunda… Tesch o zamandan beri fen bilimleri ile ahlakın çatıştığı belirsiz sınırı düşünerek yaşıyor.

İşadamı Paul Stabenow ile kurduğu Testa adlı şirket haşaratla mücadele için kullanılan bir maddenin ticaretini yapıyor. Etken maddesi asit olan zehirli bir madde bu… Ticari adı

Zyklon B… Satışı her daim artıyor… Almanya’da dar alanlarda yaşamak zorunda kalan nüfusun sayısının çoğalmasına paralel olarak da artacağa benzer. Kışlalardaki askerler, hapishanelerdeki tutuklular ve yeni yeni faaliyete geçen toplama kampları. Bu tesisleri düzenli olarak bitlerden arındırmak için giderek daha çok Zyklon B’ye ihtiyaç duyuluyor…

Bu kamplardan biri Ravensbrück. Almanya’nın ilk kadın toplama kampı 18 Mayıs’ta kapılarını açıyor. Yeni toplama kampına 900 kişilik ilk grup geldi bile. Onlar SS muhafızlarının yaşayacakları barakaları inşa edecekler. Her şeyin hazır olması ile, altı hafta sonra Avusturya’dan 440 Roman ve Sinti buraya transfer olacak. SS muhafızlarının onları iyi tanıyabilmeleri için sol göğüslerinin üstüne bir işaret takacaklar. Romanlarda bu kahverengi, politik mahkûmlarda kırmızı, adi suçlularda yeşil, homoseksüellerde siyah ve ırksal alçaklık suçu(1) işleyenlerde ise sarı Magen Davit… Gestapo’nun hazırladığı bir listeye göre, Almanya’da o an itibarı ile yaklaşık 300.000 kişi toplama kamplarında ve cezaevlerinde…

Führer, Alman halkını bir varoluş savaşına hazırladığını söylüyor her fırsatta. “Halkların birbirleriyle önlenemez mücadelesinde yalnızca saf ırktan halkların başarılı olabileceklerine…” inanıyor. Bu anlamda Yahudi ırkının bertaraf edilmesi yeterli değil, her bireyin irsiyet sağlığı açısından kritik bir gözle incelenmesi gerek Hitler’e göre.

Halk bu görüşleri destekliyordu. 1929 Nürnberg’de ‘her yıl yeni doğan bir milyonun en zayıf olan 700.000’nin yok edilmesi’nin insanlık dışı olmadığını, aksine bunun ‘halkın gücünün artışı’ anlamına geldiğini söylediğinde büyük alkış almıştı. 1935’te aynı yerde yapılan tıp kongresinde tedavi edilmesi mümkün olmayan ruh hastalarının bertaraf edilmesi için yöntemler aranmasını emretmişti.

Dolayısı ile soyadı K olan bir çiftin engelli olarak dünyaya gelen çocukları hakkında, hastaneye başvurduklarında kendilerine telkin edilen ‘çocuğun tez bir ölümle kurtarılması’ fikri kimseyi şaşırtmamalı. Ortada bir ‘ırk hijyeni’ söz konusuyken böylesi bir bebeği yaşatmanın sıkıntısına ve maliyetine katlanmak gereksizdi. Neticede Bebek K Leipzig’da anne babasının dilekçesinin kabulü sonrasında ‘uyutuluyor’... O, bu dünyada ancak beş ay yaşayabilmişti. Birkaç hafta sonra Hitler yayınladığı emirde bu problemin artık sistematik olarak ele alınması gerektiğini söylüyor.

Irk hijyeni – Hitlerin Alman Şansölyesi olduğundan beri peşinden koştuğu ideali böyle tanımlamak olası. Yoğun bir bilgi kirliliği ile desteklenen öylesi bir baskı oluşmuştu ki Alman halkının üzerinde, insanlar korku ile efsunlanmışlar toplumsal belleklerini ve muhakeme yeteneklerini yitirmişlerdi. Ulusal gururlarını öylesine okşuyor, duygularına öylesinde ustaca hitap ediyordu ki, bireysel varlıklarını Führer için feda etmek duygusu modalaşıyordu. İnsanın, lideri adına önemsizleşmesi, üniforma giydirilmiş bir halkın despotik yapıya taparcasına kendi benliğini satması… Hitler’in Kavgam’da ve birçok konuşmasında Nasyonal Sosyalizmi bir din olarak tanımlaması ve kendisine Tanrısal bazı özellikleri yakıştırması, Alman toplumunun nafile bir döngüye girdiğinin teyidi gibiydi. Hitler histerikçe coşkuya kapıldığında halk kendinden geçiyor onu tanrılaştırıyordu… Halk ona destek sundukça da O daha fazlasını istiyor, gittikçe küstahlaşıyordu.  Bu ne yazık ki, neredeyse son güne kadar devam etti, 30 Nisan 1945’e dek…

SON