Bu hafta ağımıza takılanlar...

Museviliğin tarihi, bir halkın hüsranlarını ve umutlarını simgeleyen acıklı bir tarihtir. Tek başına şu efsane bile, insanlık değerlerinin kalıcılığını ve derinliğini anlatmaya yeter: Musa Peygamber’in asasını kullanıp denizi yararak açılan geçitten kavmini denizaşırı bir ülkeye götürmesini ve böylece esenliğe kavuşmayı anlatan o müthiş efsane, aslında toplum olarak umutların gerçekleşmesini, İsrail kavminin zorbalıktan kurtuluş sevincini anlatır. AHMET SAYIN

İzak BARON Diğer
17 Ağustos 2011 Çarşamba

Güncel

YAHUDİ İNANCINA GÖRE KUTSAL CUMARTESİ GÜNLERİ (ŞABAT) ÇALIŞMAK YASAK OLDUĞU İÇİN, O GÜN OCAĞINI YAKMAYANLAR GÖRÜNÜŞTE İHTİDA EDEN AMA GERÇEKTE YAHUDİ İNANCINI TERK ETMEYEN DÖNMELER (MARRANO) OLARAK SUÇLANIRMIŞ

Kordoba Halifeliği'nin başkenti olan Toledo'daki (Tuleytullah) enstitü-kitaplıkta üç dinden uzmanlar bir arada çalışırlardı. Başta Aristo olmak üzere antik Yunan'ın bütün düşünürlerinin eserleri Arapça'ya, Latince'ye, İbranice'ye çevrilmiş ve bunlar Fransa'ya, İngiltere'ye, İtalya'ya taşınmıştı. O dönemin Vatikan'ı, antik Yunan'ı ve Roma'yı puta-tapanların pagan uygarlıkları olarak görür ve bu uygarlıklara ait eserlerin okunmasını yasaklardı.

Kordoba'da ise farklı dinlerden astronomlar yıldızlardan yararlanarak deniz yolculuklarında yön belirleme yöntemlerini geliştirmişler, haritacılar bilinmeyen uzak coğrafyaları kayıtlara geçirmişlerdi. Bu çalışmalar olmasaydı Kristof Kolomb Okyanus'a açılamazdı.

Katolik yobazlığına ve Engizisyon'a dayanan İzabel-Ferdinand ikilisi, "La Convivencia"yı nihai sona erdirdiler. Müslümanlar ve Yahudiler, Katolik inancı benimsemedikleri takdirde ya öldürüldüler (Hatta diri diri yakıldılar), ya da İspanya'dan kovuldular.

Yani İslam'ın ve Avrupa'nın tarihinde bunlar da yaşandı.

Ve şimdi 21'inci yüzyıl Türkiye'sinde "Bizim gibi inanmayanları izole edelim" mi, ya da "Bizim gibi düşünmeyenlerle birlikte yaşamayalım mı" benzeri tartışmalara tanık oluyoruz. İspanyol engizisyonunun başyargıcı Torquemada, cumartesi günleri Seville'de bacalarından duman tütmeyen evlerin sakinlerini tutuklatırmış.

Yahudi inancına göre kutsal cumartesi günleri (Şabat) çalışmak yasak olduğu için, o gün ocağını yakmayanlar görünüşte ihtida eden ama gerçekte Yahudi inancını terk etmeyen dönmeler (Marrano) olarak suçlanırmış.

Bu suçun cezası da bazen diri diri yakılmak (Otodafe) olurmuş.

Mehmet Barlas

http://sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2011/08/09/bagnaz-dusunceler-siyaseti-de-dini-de-zora-sokar

FİLİSTİNLİLERİN 1967 SINIRLARINA 'FİT' OLMALARI, İSRAİL'İN BÖLGEDEKİ VARLIĞINI RESMEN VE ALENEN TANIMALARI ANLAMINA GELİYOR

Çok telaffuz edilen "1967 sınırları" konusu üzerinde durmak yerinde olur:

Kestirmeden söylersek, "1967 sınırlarına dönmek", İsrail'in Golan tepelerini Suriye'ye, Şeba çiftliklerini Lübnan'a, Doğu Kudüs'ü de Ürdün'e geri vermesi demek. Üçüncü şık çok çarpıcı elbette: Doğu Kudüs'ün Ürdün'e geri verilmesi, Yahudilerin Ağlama Duvarı'nı ellerinden çıkarmaları, ibadet için Ürdün makamlarından izin almaları demek. Dahası Doğu Kudüs'e yerleşmiş bulunan Yahudilerin yeniden bir Arap devletinin boyunduruğu altına girmeleri demek.

Şu anki konjonktürde İsrailli hiçbir siyasetçinin bunu kabul etmeyeceği, edemeyeceği çok açık. Zaten siyasetçiler kabul edecek olsa, kamuoyu baskısı kabul edenleri devreden çıkacaktır.

1967 sınırlarının durmadan gündeme getirilmesinin Yahudiler açısından barındırdığı bu absürtlük, iş Filistinliler açısından düşünülünce daha da büyüyor:

Filistinlilerin 1967 sınırlarına 'fit' olmaları, İsrail'in bölgedeki varlığını resmen ve alenen tanımaları anlamına geliyor. Dahası bu, 1948 tarihini hiçbir şekilde gündeme getirememe sonucunu da doğuruyor. Türkçesi şu: "1948'de İsrail'in kurulması, ardından Arapları topraklarından kovmuş olması meşrudur ve doğrudur. Doğru olmayan, İsrail'in 5-11 Haziran 1967 arasında gerçekleştirdiği işgaldir."

İsrail-Filistin meselesiyle ilgilenen Araplara sorsanız belki bu şekilde bir açıklamayı kabul etmeyeceklerdir, ancak ısrarla sürdürülen "1967 sınırları" tartışmalarının bundan başka anlamı yok. Ve İsrail bunun gayet farkında. Araplara 1948'i gündeme bile aldırmamanın sonsuz keyfiyle, şimdi 1967 sınırlarından da 'yırtma' peşinde.

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/08/08/1967-sinirlari-ne-anlama-geliyor

DÜN GECE OTURDUM, İSRAİL’İN İÇ İŞLERİNE KARIŞMAMIZ ÜZERİNE KELLİ FELLİ BİR YAZI YAZDIM

Dün gece oturdum, İsrail’in iç işlerine karışmamız üzerine kelli felli bir yazı yazdım; Gazze’den girdim, Somali’ye uğradım, İsrail’den çıkacakken bir tornistan durumu bende, bir de Türkiye’ye değindim ki; ne bor madenleri kaldı, ne topraklarımızdan silinmeye yüz tutmuş tütün, fındık, pamuk gibi göz nurlarımız, dokunulmadık!

“Barış elçisi olmaya mı kalkıştık?” diye de bir başlık attım, “Önce ülkendeki barışı sağla demezler mi insana?” diye devam ederken, Somali’ye de zaten oradan giriş yaptım ki; mübarek Ramazan ayında önce akrabanı, komşunu doyur demezler mi insana diye ufak bir sorgulama yapıp, zavallı Somali halkının kendimi bildim bileli aynı sıkıntı içinde olduğundan dem vurdum!

Bunca yıl dünya yardım göndermek dışında bir çözüm bulamaz mıydı diye hayıflandım, bir anda “Keriz Feneri” aklıma geldi, falan…

Bir döktüm içimi, anlatamam!

Gülgün Karaoğlu

http://gundem.milliyet.com.tr/israil-derken-gazze-ye-gectim-/gulgun-karaoglu/gundem/gundemyazardetay/11.08.2011/1425330/default.htm

TÜRKİYE İLE ‘İTTİFAKI’ KIRILDIĞINDAN, MISIR’DA MÜBAREK REJİMİ ÇÖKTÜĞÜNDEN BERİ KARA KARA DÜŞÜNEN İSRAİL İÇİN ‘HAVA HOŞ’DAN DA ÖTESİ…

Suriye etrafındaki uluslararası manzara da şöyle: Amerika yahut Batılı güçler için ‘hava hoş’. Kafayı İran’la ve Şiilere mücadeleye ve ‘Şii hilalini kırmaya’ takmış; Bahreyn’i alenen işgal edip Şii nüfusu sindirip, Yemen’i oyuncak kılıp, Suriye’ye dair ‘reform’ sözcükleri saçarken ancak komik duruma düşen Suudi Arabistan için de öyle... Türkiye ile ‘ittifakı’ kırıldığından, Mısır’da Mübarek rejimi çöktüğünden beri kara kara düşünen İsrail için ‘hava hoş’dan da ötesi… Neoconlar’ın Irak savaşıyla açılan ‘pandoranın kutusundan’ çıkarak bölgedeki Şii etkisini güçlendirme peşindeyken, Batı’ya karşı tecrit olma tehdidiyle karşı karşıya kalan İran içinse vaziyet ancak ‘eli mahkumluk’la özetlenebilir. Ama Türkiye için ‘hava hiç de hoş değil’. Davutoğlu’nun Şam’a ‘başka kimselerin’ değil ama ‘Türkiye’nin mesajını’ ilettiğini üstüne basa basa söylemesi bundan…

Türkiye, sadece ‘yumuşak’ değil ‘sert’ gücünün de hesabını kitabını doğru yaptığı ölçüde ‘düzenleyici’ ülke olabilir. Yoksa statüko elbette dış müdahaleler ve savaşlarla da yıkılır, ama yerine ne geleceği hiç belli olmaz. Türkiye için en tehlikelisi ‘kendi kurgulamadığı’ bir ‘savaşa’ girişmek. Unutmamak lazım ki, mezhepsel fay hatlarının giderek kayganlaştığı / kayganlaştırıldığı bölgede geniş çaplı savaşın çıkması, neocon Bush yönetimi ve İsrail’li şahinlerin yıllar önce arzulayıp zorladıkları bir şey… Buna en başta ‘yerli’ olduklarını söyleyenlerin itiraz etmesi icab eder…

Ceyda Karan

http://www.haberturk.com/haber/haber/657267-suriye-ve-yerli-olanlarin-itiraz-etmesi-gerekenler

400 BİN KİŞİNİN YÜRÜDÜĞÜ İSRAİL'DE "MISIRLILAR GİBİ YÜRÜ" DİYE PANKART TAŞINMASI ANLAMLIDIR

Önce Tunus, ardından Mısır'da yapılan kitlesel gösteriler yöneticileri devirdi. 400 bin kişinin yürüdüğü İsrail'de "Mısırlılar gibi yürü" diye pankart taşınması anlamlıdır. Hepimiz, Arap-İsrail, Yahudi-Mısır ilişkisinin tarih boyunca düşmanlık ve husumete dayandığını zannederiz. Öyle değil. Hz. Yusuf'un Mısır'da maliye bakanı olması ve arkasından Yakup (İsrail) oğullarının Mısır'a gitmesi iki halk arasında yüzyıllar süren yakınlaşmalara yol açtı. İsrailoğullarının hangi tarihte Mısır iktidar seçkinleri (Firavun'un ali/yakın çevresi, mele'i/bürokratik merkezi ve mütrefi/sömürücü zenginler zümresi) tarafından köleleştirildiğini bilmiyoruz, ama bu kavmin Mısır'daki hayatları 400 sene sürdü. İki halk birbirlerini gayet iyi tanımaktadır.

Ali Bulaç

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1025

EĞER TÜRKLER ‘SURİYE BATAKLIĞI’NA ÇEKİLEBİLİRSE İSRAİL TÜRKİYE’NİN KENDİSİNE DÖNÜK MUHALEFETİNİ DE KIRMIŞ OLACAK

Malum son dönemde İsrail’i en fazla köşeye sıkıştıran ülke Türkiye. Bunun temel nedeni ise Türklerin son 10 yılda kazandıkları siyasi, askeri ve ekonomik özgüven. Ayrıca Türklerin komşularıyla anlamsız kavgalara uzaklaşıp, bunun yerine bölgesel ticaret ve işbirliklerine girmesi onları daha bağımsız, dolayısıyla daha bir ‘söz dinlemez’ hale getiriyor. Türkiye’nin yeni dış politikasında en başarılı ve en verimli örneği ise Suriye oluşturuyordu. Türkiye 1990’ların sonunda savaşın eşiğine geldiği Suriye ile olan ilişkilerini sınırları gevşetecek kadar ileri götürdü. Suriye’ye çok ciddi ekonomik, siyasi ve insani yatırımlar yapıldı. Ancak Esed Rejimi’nin bir türlü kendisini yenileyememesi ve Arap Baharı olarak adlandırılan sokak hareketlerini kanlı bir şekilde bastırmaya çalışması Türkiye’yi içinden çıkılması güç bir yol ayrımına getirdi. Türkiye ya tüm ahlaki ve siyasi ilkelerini ayaklar altına alıp kârına bakacak, ya da ilkeli davranıp Suriye’deki yatırımlarını tehlikeye atacak. İşte İsrail için büyük fırsat bu noktada ortaya çıkıyor. Eğer Türkler ‘Suriye bataklığı’na çekilebilirse İsrail yukarıda sayılan kazanımlarına ek olarak Türkiye’nin kendisine dönük muhalefetini de kırmış olacak. Eğer Türkiye son dönemde artan telkinlere kulak verip Suriye’ye karşı operasyonun en önünde yer alırsa, Suriye tüm yaşananların sorumlusu olarak Türkiye’yi görecek ve daha da kötüsü Araplar arasında taraf haline gelen Türkiye özellikle Filistin meselesi gibi konularda siyaset üstü öncü rolünü kaybetmiş olacak. Tüm bunlara ilaveten Türkiye bu ülkede silahlı bir çatışmaya da çekilebilirse bu durumda ekonomisi ve dış ilişkileri bozulduğu için yine Batı’nın kapısını çalacak, dolayısıyla İsrail’e karşı zayıflamış ve belki de dizleri üzerine çökertilmiş olacak.

Sedat Laçiner

http://www.stargazete.com/yazar/sedat-laciner/suriye-de-turkiye-yi-bekleyen-tehlike-haber-373570.htm

MUSA PEYGAMBER’İN ASASINI KULLANIP DENİZİ YARARAK AÇILAN GEÇİTTEN KAVMİNİ DENİZAŞIRI BİR ÜLKEYE GÖTÜRMESİNİ VE BÖYLECE ESENLİĞE KAVUŞMAYI ANLATAN O MÜTHİŞ EFSANE, ASLINDA TOPLUM OLARAK UMUTLARIN GERÇEKLEŞMESİNİ, İSRAİL KAVMİNİN ZORBALIKTAN KURTULUŞ SEVİNCİNİ ANLATIR

Museviliğin tarihi, bir halkın hüsranlarını ve umutlarını simgeleyen acıklı bir tarihtir. Tek başına şu efsane bile, insanlık değerlerinin kalıcılığını ve derinliğini anlatmaya yeter: Musa Peygamber’in asasını kullanıp denizi yararak açılan geçitten kavmini denizaşırı bir ülkeye götürmesini ve böylece esenliğe kavuşmayı anlatan o müthiş efsane, aslında toplum olarak umutların gerçekleşmesini, İsrail kavminin zorbalıktan kurtuluş sevincini anlatır.

Tarih içinde bizim Musevilerle geçimsizliğimiz olmamıştır. Hatta onlar, çeşitli fırsatlarla bizim tarafımızdan korunmuştur. Musevilerin İspanya’dan kitlesel sürgün sonucu Osmanlı topraklarına yerleşmesinin 500. yıldönümünü 1992’de kutlamıştık. Türkiye, 1930’lu yıllardan başlayarak Nazi zulmünden kaçan Musevi sanatçı ve bilim adamlarına kucak açmayı görev saymıştı. Can derdindeki Musevilerin, kimi Türk diplomatlarınca kural dışına çıkmayı göze alarak kurtarılması ise bizde hümanizmin taçlandırdığı olaylardandır.

Ahmet Sayın

http://mimesis-dergi.org/2011/08/musevi-sanatcilar-ve-turkiye/

YAHUDİ ASTEĞMENLERİ DE "LEVAZIM" SINIFINA YAZARLARDI HALICIOĞLU MEKTEBİNDE... EH, YAHUDİLER "PARA İŞLERİNDEN İYİ ANLIYORLARDI" YA, VARŞOVA GETTOSU’NDA SS SUBAYININ PİYANİST SZPİLMAN'A SÖYLEDİĞİ GİBİ...

Yahudi asteğmenleri de "levazım" sınıfına yazarlardı Halıcıoğlu mektebinde... Eh, Yahudiler "para işlerinden iyi anlıyorlardı" ya, Varşova Gettosu’nda SS subayının piyanist Szpilman'a söylediği gibi... Tüh, keşke komutana psikolojiden ve fizikten de iyi anladıklarını hatırlatsaydık Freud ve Einstein örneklerini verip, belki bir Yahudi arkadaşı "bölük kantinindeki televizyonu açma kapama görevlisi" yapardı iyi tarafına gelirse!

Bu saçmalıklar bitecektir, bitmek zorundadır.

Davutoğlu, azınlık üyelerini Türkiye Cumhuriyeti'nin memuru olmaya çağırıyor. Özellikle de "hariciyeye" girmeye. Daha önce iki kişiye önerildi, kibarca yan çizdiler. Leon ile Daron.

Hem de önerdiği, öyle Zambia Büyükelçiliği falan değil, OECD Daimi Temsilciliği gibi önemli görevlerdi ha! Maaşı mı beğenmediler, yoksa korktular mı, bilemeyiz.

Önümüzdeki ay Dışişleri Bakanlığı yeni bir sınav açıyor, yüz seksen kişi alınacak bakanlığa. (Bildiğiniz hariciye sınavı... Hani İlhan Selçuk'un bir yazısını Fransızca'ya, Le Monde Diplomatique gazetesinin bir makalesini de Türkçe'ye tercüme ettirirlermiş eskiden... Ben kendim girmediğim için tanık olmadım. Okul ve sınıf arkadaşım olacak birkaç serserinin çıkardığı dedikoduların aksine, hiç girmedim o sınava.)

Başvuru süresi iki hafta sonra bitiyor.

Gelecekte bir Konsolos Vahan, bir Büyükelçi Maria görmek isteriz.

Hani bir "Hariciye Nazırı Karatodori Paşa, ya da bir Noradonkyan Efendi" gibi...

Muhalefete sorarsanız "Davutoğlu Osmanlı'yı canlandırmaya çalışıyor" da diyecektir.

Oysa, azınlıkları "devletle barıştırmaya" çalışıyor.

Azınlıklar da kusura bakmasınlar, gene yan çizeceklerse, "eziliyoruz" diye ağlamaya da hakları kalmaz eskisi gibi.

Engin Ardıç

http://sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/08/14/buyukelcimiz-bayan-maria

EĞER TÜRKİYE HAKİKATEN DEMOKRATİK BİR ÜLKEYSE, İSRAİL HER TERÖR OLAYINA ORANTISIZ BİR ŞEKİLDE KARŞILIK VERİNCE ÖLDÜRÜLEN BİRKAÇ –BAZEN SUÇSUZ– MÜSLÜMAN İÇİN VERYANSIN EDERKEN, İSLAMİ DEVLETLERİN ÇOĞU SUÇSUZ BİNLERCE MÜSLÜMANI ÖLDÜRMESİNE SEYİRCİ KALMAK BAŞINDAN BERİ SÜRDÜRÜLMESİNİN İMKÂNSIZ OLDUĞU BELLİ BİR POLİTİKAYDI

Hevesli İslamist, Antisiyonist ve Üçüncü dünya "kardeşleri" Türkiye, Suriye ve İran üçlüsü sıkı fıkı bir çifte, bir de eski üçülü hatıralarıyla solo kariyer yapma arasında çelişkide olan biri soliste dönüştü. Suriye ve İranla sıfır sorun rüyaların da ötesinde bir durumdu; ticari gerçekçilik ve ortak İslami görüş sayesinde sadece ufak tefek problemlerin bile olması büyük iyimserlikti. Güdülen politikaya "görünüşte sıfır sorun, seccadenin altına süpürülen yüzlerce dert" doktrini diyebiliriz.

Eğer Türkiye hakikaten demokratik bir ülkeyse, İsrail her terör olayına orantısız bir şekilde karşılık verince öldürülen birkaç –bazen suçsuz– Müslüman için veryansın ederken, İslami devletlerin çoğu suçsuz binlerce müslümanı öldürmesine seyirci kalmak  başından beri sürdürülmesinin imkansız olduğu belli bir politikaydı. Dertli komşuların varsa, dertli sınırların varsa, bu komşularla sadece din kardeşi olmakla sıfır problem oluşturamazsınız.

Burak Bekdil

http://www.hasturktv.com/arsiv/2585.htm

Netten okuyun

Bir dönüş hikâyesi... – AYŞE ADLI

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-30140-bir-donus-hik%C3%A2yesi.html

Bu da kara propaganda – CAN DÜNDAR

http://gundem.milliyet.com.tr/bu-da-kara-propaganda/gundem/gundemyazardetay/11.08.2011/1425137/default.htm

İsrail Beşşar’a müteşekkir – TAHA KILINÇ

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/08/11/israil-bessara-mutesekkir

Siyonoloji Nedir - Tarihin Sinik Tekerrürü

http://www.hasturktv.com/anti_semitizm/2539.htm

Eskilerden

Mesela Kuzguncuk’un enteresan tarafı, o senelerde bekçilerin başının Musevi olmasıydı. Kuzguncuk’ta o zamanlar polis teşkilatının bir yanını da bekçiler oluşturuyordu. Bekçibaşı Musevi Baruh Efendiydi. Ve Ramazan’da da Baruh Efendi Müslüman ailelerinin evinin önünde davul çalardı, gece sahur davulu. Enteresan bir adamdı ama. Mesela o zamanlar, 1940’lı seneler evvelinde, Türk doktor yoktu Kuzguncuk’ta. Musevi bir doktorumuz vardı: Bizanti. Bizanti hem kadın doktoru hem dahiliyeci hem de hariciyeci; hem kesici hem doğramacı… her şeydi. Bir gün dedemin yalısına geldi. Ben kuş palazı olmuşum, sandalla geçerken üşütmüşüm boğazımı. Benim yattığım oda sobalı sıcak bir oda, Bizanti paltoyla geldi oraya. Teyzem paltosunu istedi, çıkarmadı. Dedi ki “efendim Fayka Anacığım yeminliyim çıkarmam”. Ne yemini? Biz de şaşırdık. Meğersem onun başından bir vaka geçmiş. O zaman tiftikten yapılan paltolar var. Gayet kıymetli bir palto yaptırmış, bir Musevi ailesine doğuma gitmiş. Girdiği zaman da paltosunu çıkartmış asmış. Derken doğum bitiyor, çıkıyor dışarı “palto” diyor. Palto yok. Meğersem doğumdan 15 lira para istiyormuş. Adam da Bizanti’nin paltosunu komşusuna rehin verip para almış Bizanti’ye vermek için. Bizanti paltosuz kalmış. Sonra tabii parayı vermiş paltoyu kurtarmış. Mesela eczacımız da Musevi’ydi: Yabay. Pastacımız vardı o zamanlar Ermeniydi: Mıngır Efendi. Bir pasta 5 kuruştu o zamanlar. Kuzguncuk’ta o zamanlar medeniyetler ittifakı vardı. Herkes iç içeydi, birbirine saygı gösterirdi. Kuzguncuk’ta çarşıda boylu boyuna oturan insanlar, gece geç saatlere kadar, kızlar, çocuklar herkes dolaşır gezer. Başka bir yere gidemezsiniz, sinema yok tiyatro yok muhitte. Yalnız ama halk birbirine kaynaşmış vaziyetteydi. Kimsenin kimseye düşman olarak baktığını hatırlamıyorum ben. Bu böyle 50’li yıllara kadar devam etti. İkinci cihan harbinden önce ve sonra gidenler çok oldu. Ayrıca 6-7 Eylül’den sonra da giden çok oldu. İki defa büyük muhaceret oldu, İsrail kuruldu. Buradaki Museviler de yavaş yavaş gitmeye başladılar.

http://www.sokagimdantarihyaziyorum.org/sayfa.php?ilce=9&rp=83

Kastorya Otoparkı

http://www.biristanbulhayali.com/kastorya-otoparki/#more-307

Moşe Benbasat - Şabat Gazetesi - 9 Nisan 1948

http://ortanindogusu.blogspot.com/2008/09/moe-benbasat.html

Tavsiyeler

Mose Fransez - No mos karişeyamos en los meseles del hükümet

Mose Fransez con Zeki Müren - Soy un person muy çevresi geniş, muy muy memorya var bende…

http://mosefransez.com/

Türkiye'deki İsrail Temsilcilikleri Resmi Blogu

http://israilblogu.com/

Netten izleyin

Had Gadia - Scene from Free Zone

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=6VxD4WqMOmc

Si verias-sephardic song, Anna Jagielska-Riveiro

http://www.youtube.com/watch?v=wHyJx11HOKc&feature=related

Sephardic Wedding Songs by the Ensemble Saltiel

http://vimeo.com/13203594