Ağustos’ta PARİS

Sibel CUNİMAN PİNTO Köşe Yazısı
17 Ağustos 2011 Çarşamba

Ağustos ayı bu diyarlarda tatil ayı. Herkes izinde, yazlıkta, denizde… Ben ise şehirde. Üstelik gazetem benden yazı bekler. 

Dedim ki madem köşem Paris Esintisi, bir Paris cafésinde oturayım, bir esinti listesi yapayım.

Yaz gelince Paris’te neler olur?

Havalar soğur. En çok 20-22 dereceyi gördüğümüzde bayram ederiz. Akşamları hava sıcaklığı on derecelere düşer, yaz değil kış yağmurları insanı sırıl sıklam eder.

Çoğu Parisli şehri terk eder, sıcak diyarlara yelken açar. Haksızlar mı? (bakınız bir üst madde)

Oysa bu yıl nisan ayında yaz geldiğini sanmış, yazlıkları indirmiş, sandaletleri giymiştik. Bir iki hafta içinde bunun bir yaz şakası olduğunu anladık. Rüya bitti, battaniyelere geri döndük.

Sağanak yağmur altında bile ‘Paris Plages’ açılır. Nehir kıyısı yolları kapanır, tonlarca kum döşenir. Güneş randevuya gelsin gelmesin, şehirdekiler şezlonglara uzanır, kitap okur, muhabbet eder, şarabını, birasını yudumlar.

En ufacık güneş ışığında parklar, bahçeler mayosunu giyip güneşlenmeye gelenlerle dolar. Adamlar hep depresyonda ya, güneş belki biraz işe yarar!

Sokaklara terkedilmiş kedi ve köpek sayısı artar.

Günler oldukça uzundur. Saat 23’e kadar aydınlık akşamlar eve dönmek istemeyenlere kucak açar.

Dükkanlar, restoranlar iki ila beş hafta arası kapanır.

Şehrin temposu iyice yavaşlar. Öğle yemeği molaları uzar.

Açık bar/café/restoranların terasları dolup taşar.

Trafik rahatlar. Park yeri bulmak kolaylaşır. Üstelik ay boyunca sokaklarda park etmek bedavadır.

Sokak çalgıcıları, dilenci ve evsiz SDF(sans domicile fixe)’lerin sayısı azalır. Onlar da mı acaba tatile çıkar??

Boulangerie’ler (ekmek fırını) eczaneler gibi nöbet sistemiyle çalışır. Günde iki/üç kez taze ekmek almak için fırın önlerinde uzun kuyruklar beklemekten gocunmayan Parisliler baguette’lerini ‘dépôt de pain’(ekmeğin üretilmediği, sadece satıldığı, çoğunlukla market ve bakkallardan) almaya razı olur.

İncecik Parisienne kadınlar tiril tiril elbiseleriyle sokaklarda dolaşır.

Şık yaşlı hanımlar ve beyler akşam yürüyüşlerine çıkar.

Meydanlarda boules oynayan yaşlılar, şık yüksek topuklu ayakkabılarıyla işten dönen bisikletli hanımlar, çocuklarını parka getirmiş babalar… Parklarda konuşmalara kulak kabartın, ses tonlarına dikkat edin, bağıran, çağıran yoktur, herkes sanki iç sesiyle konuşur… 

Şehir başta Amerikalı ve Uzakdoğulu olmak üzere her dilden, her milletten turist istilasına uğrar.

Nehirde tekne trafiği artar.

Elektrikli urban cab’ler kısa mesafalerde turist/yolcu taşır, sürücüleri rehber olmamalarına rağmen Paris’le ilgili bilgi paylaşır.

Şehrin her yanında piyasaya merhaba diyen ‘sağlıklı hızlı yiyecek’ sektöründe inanılmaz bir canlılık yaşanır. Organik yiyeceğe tabii ki evet ama zevksiz rengarenk dekorasyonları, karton tabak ve plastik çatalla sundukları önceden hazırlanmış yemeklerin görüntüsü bile iştah kapatmaya yeter de artar. Paris’in imajı mı değişiyor yoksa ben mi yaşlanıyorum??

Şehir rehavete girse de yaşayanları meşhur ‘art de vivre’den (yaşama sanatından) vazgeçmez, hayatın küçük zevklerini takdir etmeye devam eder. Örnek mi? Ağustosta Paris’te iş çıkışı yapılacak en güzel aktivitelerden biri piknik…

Peki keyifli bir ‘à la française’ piknik için ne yapmalı?

Önce yer seçilecek. Paris’te oldukça çok seçenek var: güzel parklar, bahçeler, yeşil alanlar, Boulogne ve Vincennes Ormanları… Su kenarından vazgeçmeyenler için Seine Nehri kıyıları, nehrin üzerindeki küçük adalar ya da sadece yayalara açık köprüler… Gençlerin favorisi yiyeceğini, içeceğini, battaniyesini alıp müzik yapmak, dans etmek, sohbet etmek için soluğu Pont des Arts’da almak… Institut de France’la Louvre Müzesi’ni birbirine bağlayan bu köprü piknikçilerin vazgeçilmezi. Biraz daha gizli, ama aynı oranda zevkli ikinci bir adres Passerelle Léopold-Sédar-Senghor… Musée d’Orsay’in bir kaç adım ilerisinde. Hem daha sakindir hem akşam güneşi ayrı bir batar buradan…

Piknik mekanını belirledikten sonra iyi bir boulangerie’ye gidilecek, taze çıtır çıtır bir baguette alınacak. Sonra semt pazarından ya da şarküteriden katık oluşturulacak. Ardından iyi soğutulmuş roze şarap seçilecek. Mutlaka roze çünkü Parisli yazın, ama sadece yazın roze şarap içer. (Oysa yeni rozeler artık bu ‘yazlık serinletici şarap’ klişesine kafa tutuyorlar, ama bu başlığı başka bir yazıya bırakalım)

Fakat roze şaraptan bahsetmişken kısa bir parantez açıp İstanbul’a ışınlanmadan edemeyeceğim ve henüz keşfetmemiş olanlar için özel bir mekandan bahsedeceğim. Taksim’in merkezinde, Lamartin caddesi no:11/2’de, şarabın kırmızı renginden adını alan ve şarap hakkında herşey ‘about wine’ sloganıyla yola çıkan Rouge. Yazın terasta kurulan sofralarda, kışın oldukça şık dizayn edilmiş kapalı mekanda son derece incelikle seçilmiş, çoğu kadehte de tadılabilen 150 Türk ve dünya şarabından deneyin. Mekanın leziz yemek,  peynir ve şarküterileri şarabınıza eşlik etsin. Çok amaçlı bu şarap merkezinin kavında alışveriş de yapabilir, şarap kurslarına da katılabilirsiniz. Her şarapseverin uğraması gereken bu özenli ve lezzetli mekanın sahibi, aynı zamanda Gusto Dergisi yönetmeni Mehmet Yalçın ve ekibinin oluşturduğu samimi ortamdan ve profesyonel servisten memnun kalacaksınız. Üstelik Paris’i de aratmayacaklar size…

Paris’teki pikniğe geri dönersek iyi bir spot yakalayıp serince örtüleri, açınca şarapları, koyulaştıkça muhabbet, gün batımının o eşsiz ışığına eşlik edince nehirden geçen gezi tekneleri değmeyin keyiflere…

Bir Paris café’sinde noisette kahvemi yudumlarken aklımdan geçti tüm bunlar... Ülkenin siyasi, sosyal, ekonomik problemleri diz boyuyken, farklılıkların oluşturduğu tansiyonlar süregelirken, bunları kaşıyarak oy toplamaya çalışan aşırı uç partiler prim yaparken, klişelerden beslenen söylememler alkışlanırken, finansal deprem sürerken kendimi ağustos ayının rehavetine bıraktım. Şurada bir on beş güncük kaldı eylül maratonuna başlamadan…

Gözlerimi kapattım. Temiz ve serin havayı içime çektim.

Paris Ağustos’ta güzeldir.

Paris her mevsim ayrı güzeldir.