Rahat uyu Türkiye

Vladi BENBANASTE Köşe Yazısı
17 Ağustos 2011 Çarşamba

Valla enteresan çocuk benim oğlum… Daha mezuniyete 2 ay filan varken aklına koymuştu; oturmuş, düşünmüş, planlamış  “Ben askere gideceğim baba” diye geldi bir akşam. İçimden ‘ne acelesi var yahu’ diye düşünsem de, geçmişte ben de ani bir kararla askere gitmek istiyorum diye dilekçe verdiğimi hatırlayıp “git oğlum iyi olur” dedim… Eeee ne de olsa armut dibine düşer. “Hemen, ağustosta gideceğim baba” dedi… Olur mu öyle şey, seyahat acentesi mi bu?  “Rezervasyon yapacaktım, ağustosun ikinci haftasına, askere bi bilet… Lütfen mümkünse Çanakkale, Bursa, Gemlik tarafları filan rica edecektim. Bi bakabilir misiniz?” Öyle olmaz bu iş,  filan falan diye bildiklerimi anlatmaya çalışırken “Gideceğim baba! Ben ağustosta askerim” dedi. Kararlı çocuk. Ben de üstelemedim, “İyi oğlum hayırlısı olsun” dediysem de en erken aralıkta gideceğini düşünmekte olduğumu ona söylemedim. 

Mezuniyet töreninin hemen ertesinde şubeye gitmiş, başvurusunu yapmış ve muayenesini bitirmiş olduğunu müjdeledi. Ben içimden halen “Hadi canım bu kadar da çabuk almazlar ki” diye düşünürken, bir akşam iş dönüşü askerliğe bu dönem kabul edildiğine dair dosyayı salonda gördüm. “Hadi yaaa!!!” dedim içimden… Sonrasında, Tuzla’da imtihan, arada “ijo del padre askere gidecek” diye bir dediği iki edilmeyen bir aile haline geldik. Sayılı gün çabuk geçer derken kısa bir süre önce vakitler gece yarısını birkaç dakika geçmiş, konu komşu,  arkadaşlar, oğlumun sevenleri yanında, evdeki tüm bilgisayarlar ve destek olarak gelen bilumum ‘lep top’ları açıp ekipçe en büyük askerin nereye düştüğünü merakla beklerken, haber geldi: Erzincan 59. Topçu Birliği… Sizin bildiğiniz top peşinde koşanlardan değil resmen topçu. O anda şu geçti aklımdan “Vay beee; sen bu kadar büyüdün de askere gidecek çağda çocuğun mu olmuş be Vladicigim?” Derken, “uçak bileti” dedi birisi… “Amaaan” dedik şimdi herkes bilet alır biz ayaza kalmayalım, acilen rezervasyon, uçak bileti filan... Derken el ayak çekilince, dostlar eve gidince kaldık eşim ve ben. Bana; sanki hayatımda ‘çaptır-1’ kapandı, yeni bir ‘çaptır’ açıldı gibi geldi… Eşimle haritaya bakıyoruz; Erzincan nireeee, biz nire? Kara yolu kaç km? Uçak kaç saat? (Fiyatına da bakıyorum tabii) Yazları kaç derece? Kışları çok kar var mı? O bölgede izne çıktığında ‘bizimkine’ göz kulak olacak tanıdık var mı? Sonra oğlum geldi, yatakta hoş beş sohbet ettik… Vay be, bunu da yapmayalı kaaaç sene geçmiş… Hoşuma gitti bu askerlik işi… Haydi bakalım hayırlısı. İki gün sonra yolculuk var. Bizim askeri birliğine teslim edeceğiz.

Sabah eşim ve oğlumun yuvadan beri ayrılmaz arkadaşıyla buluşup “askeri alışveriş” yapılmaya karar verildi.

(Tesadüfün böylesi o da askere gidiyor.)  İki anne bir araya geldiler, büyük bir bilgi birikimine sahip olan önceden giden “askerliğini bitirmiş tecrübeli” anneler ile görüşüldü;  inceden inceye araştırma yapıldı; alınacak askeri malzemelerin listesi oluşturuldu, nereden alınacak konusu için yine tecrübeli annelere danışıldı. Efendim bir Kadıköy’de varmış bir de Eminönü’nde. Hemen ikinci bir toplantı ve anında karar: Eminönü’ne gidilecek. İyi dedim, çok şeyler almayın, orada her şeyi verirler, ıvır zıvır bir ihtiyacı da olur ise kantinden alır. Oğlum kendini rüzgârın akışına bırakmış, beni destekler bir şekilde yüzüme baktıysa da “ok yaydan çıkmıştı.” Anneler, “ilk hedefimiz Eminönü” derken ben de işime doğru yola koyuldum.

Akşam döndüğümde yatağın üzerinde yığınlar gördüysem de kısa zaman içinde bunlar kamufle edildi. Taaaa ki “haydi artık çantamızı yapalım” diyene kadar neler aldıklarını görmedim. Ama hiç olmazsa iyi olmuştu sabah giderken “çok bir şey almayın” demiş olmam.  Evet, sözümü dinlemişlerdi gerçekten “az ve öz bir alışveriş olmuştu.” 20 çorap, 20 haki renk atlet, 20 kadar iç çamaşır alınanların başında geliyordu. İç çamaşırların kasa gibi; fermuarlı bir cebi de var... Yakında dijital şifreli modelleri de piyasaya sürülecekmiş.  Malzemeleri satan dükkân sahibi bizimkilerden sonra dükkânı kapatıp yeni mal almaya çıkmıştır. Aslına bakacak olursanız aldıklarının hepsi gerekli olmasına gerekli de “öööle gidemezsin ki askere!!!” Adı üzerinde askerlik bu. Erzincan yazları çok sıcak, kışları çok soğuk bir yer. Tamam diyecek bir şey yok geceleri soğuk, gündüzleri sıcak bir yer... O da tamam. Ama kulağın üzerine sürmek üzere 50 koruma faktörlü krem biraz fazla kaçmamış mıdır? Dezenfekte için ‘pürel’, pişik için ‘pudra’, ayak vurursa ‘doktor şoll’, postalın içine koymak üzere silikonlu ‘taban’, dolabı kapatmak için ‘asma kilit’, çengelli iğne, sinkov, eşyalara adını yazmak için keçeli kalem… Sanırsın ‘klöb med’de ‘ceyo’ olacaklar…  Zaten bunların çoğunu içeri bile sokamayacaklar ama bir taraftan usta bir satıcının eline düşmüş olmaları, bir taraftan ‘Juiş mama faktörü’, ikisi bir araya gelince olmuş olanlar.

Veeee gün geldi bindik uçağımıza teslim ettik oğlumuzu askere. Gitmeyi istediği günkü kararlılığı nizamiyede gözlerinde ve davranışlarında  görmeye devam ettim; “Duygusallık yok!!” dedi bizlere. En iyisini yaptı ‘ayrılık anını’ biraz aceleye getirdi; geldi,  yanaklarımızdan öptü, öyle kısa bir sarıldık, öpüştük koklaştık… “Haydi görüşürüz” dedi… Arkasını döndü… Hoş geldiniz, diye karşılayan eski dönem erlere doğru gözden uzaklaştı… Boğazımıza bir şeyler düğümlendiyse de kolay değil yüksek yerden gelen bir emir var, “duygusallık yok!” Rahat uyuyabilirsin Türkiye ‘en büyük asker’ seni koruyor.

Sevgiyle kalın.