Politik sinemanın gövde gösterisi

Fransa’nın üç filmle politik sinemasının gövde gösterisine soyunduğu Cannes’da “Devlet Görevi”, Belirli Bir Bakış bölümünün FIPRESCI Ödülü’nü kazandı. Liberal sağcı bir hükümette ulaştırma bakanı olan bir politikacının hayatının kısa bir bölümüne odaklanan film, devleti yöneten politikacı ve bürokratların karmaşık dünyasını gözlere serip eleştiriyor.

Viktor APALAÇİ
13 Temmuz 2011 Çarşamba

Jodie Foster’ın yönetip başrolünü oynadığı “Kukla/The Beaver” aile ilişkilerini ve depresyon temalarını başarıyla işliyor. Mel Gibson, üst üste sebebiyet verdiği skandallar yüzünden vizyon tarihi sürekli ertelenen filmde kariyerinin en parlak performansını çıkarıyor.

On haftadır 64. Cannes Film Festivali’nde öne çıkan filmleri, festivalin perde arkası olaylarını yazıyoruz. Sinema dünyasının aynası sayılan bu festivalin on iki günlük süresi boyunca yılın önemli filmlerinin yarısını izlemek mümkün. 

On haftadır sözünü ettiğim filmlerin büyük bir bölümünü önümüzdeki aylarda izleyeceğiz. Gelecek haftaki yazımızda vizyondaki filmlere dönüş yaparak, alçak gönüllü bir başyapıt olan İran filmi “Bir Ayrılık”tan söz edeceğiz. 

ACIMASIZ BİR DÜNYA 

Fransız sineması Cannes’da üç filmle politik sinemanın gövde gösterisine soyundu. Bunlar, yarışma filmi Alain Cavalier’nin “Pater”i, yarışma dışı gösterilen Xavier Durringer’in “La Conquete”i ve Belirli Bir Bakış bölümünün ağır topu “Devlet Görevi / L’Exercice de l’Etat”sı. 

Pierre Schoeller’in senaryosunu yazıp yönettiği bu film bölümünün Uluslararası Eleştirmenler Birliği (FIPRESCI) Ödülü’nü kazandı. 

Yapımcıları arasında Jean – Pierre ve Luc Dardanne’in de bulunduğu “Devlet Görevi”nin senaryo yazılımı 1 yıl sürmüş. Schoeller’e, Liberation Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Gregoire Biseau danışmanlık yapmış. Gazete manşetlerinden yola çıkarak iyi ve iddialı bir film yapan Fransız yönetmen, içinde dersler içeren politik mesajlar veren bir yapıta imzasını atmış. 

Filmin konusu, liberal sağcı bir hükümette ulaştırma bakanı olarak görev yapan bir politikacının hayatının kısa bir dönemine odaklanıyor. Özelleştirmeye karşı çıkan, Bertnard Saint-Jean adlı bakanın, politika dünyasındaki macerası ustalıklı bir sinematografi eşliğinde işleniyor. 

Film Ulaştırma Bakanı’nın yatak odasında gece yarısı çalan bir telefonla başlıyor. Bir otobüs uçuruma yuvarlanmıştır. Bakanın görevi olay yerine gitmek, basına açıklamalarda bulunmaktır. 

“4000 kişiyle ilişkim var ama dertleşecek kimsem yok” diye yakınan bakanın yaşamından kesitler sunan film, politik çekişmeleriyle, ekonomik kriziyle, olayların başdöndürücü hızıyla, gündemin sık sık değişmesiyle, kaos ortamıyla gerçekçi bir atmosfer yaratıyor. 

Bakanlıklar arasında, devlet görevlileri arasında düşmanlıklara kolaylıkla yol açan, birbirine sürekli çelme atan, engel çıkaran karmakarışık bir dünyayı gözlerimize seren “Devlet Görevi”nin senaryosu, gerçek a kurgulanmış olayları ustalıkla harmanlıyor. 

Ne yaptığını bilmeyen karışık bir devlet yönetiminde, samimiyet ve görev arzusuyla hizmet etmeye çalışan insanları çarkları arasında ezen acımasız bir sistemi, film tarafsızlıkla gözlere sererken, eleştirmekten de geri kalmıyor. 

Ulaştırma Bakanı Saint-Jean görevi icabı yaptığı bir seyahette arabasının kaza yapması ile yazgısı değişir. Güvendiği, uyarılarına uyduğu, sağduyulu danışmanı Gilles’in bile desteğini çektiği zor bir dönemde, dibe vurma arifesindeki bakanın popülaritesi aniden tavan yapar. Şoförünün öldüğü bu kazadan yaralanarak çıkan Saint-Jean’ın olayını başbakan, politik amaçlarının doğrultusunda kullanır. 

Filmde, günahı ve sevabıyla, insani zaafları ve meziyetleriyle, iyi çizilmiş Ulaştırma Bakanı karakterini, Dardanne Kardeşler ve Bruno Dumont filmlerinden tanıdığımız Olivier Gourmet canlandırıyor.  Ülkemizde tanınmayan, ama iyi oyunculuğuyla her filmine damgasını vuran Gourmet, nefis bir “yalnız adam” portresi çiziyor. Fransız sinemasının en kaliteli karakter oyuncularından, emektar Michel Blanc, görev adamı, üst düzey devlet memuru Gilles rolünde harikalar yaratıyor. Festivalde izlediğim 40 civarındaki filmin en iyi performansı Michel Blanc’dan geliyordu. 

GARİP BİR SÖZCÜ 

Antisemit görüşleri ve özel hayatındaki düzensizlikle tepki çeken Avusturalyalı Mel Gibson’un başrolünü oynadığı “Kukla / The Beaver”, oyuncunun üst üste sebebiyet verdiği skandallar yüzünden vizyon tarihi sürekli ertelenen bir film. 

Jodie Foster’ın on beş yıl aradan sonra tekrar kamera arkasına geçtiği bu filmin dünya prömeyeri, yarışma dışı gösterildiği Cannes’da yapıldı. Eleştirmenlerin beğenisini kazanan filmdeki oyunu ile Mel Gibson’un (“Cesur Yürek / Braveheart” ve “Mad Max” dahil) kariyerinin en parlak performansına imza attığı konuşuldu.

“Little Man Tale” (1991) ve “Home For the Holidays” (1995)ten sonra, yönetmen olarak yer aldığı bu üçüncü filmde, yine aile ilişkilerini işleyen Jodie Foster, 40 yıllık sinema kariyerinin zirvesinde olduğunu gösteriyor. 

14 yaşında bir genç olarak Cannes’a ilk defa “Taxi Driver” ve “Bugsy Malone”un oyuncusu olarak 1976’da gelen Jodie Foster, film yönetmeni olarak da sinemada söyleyecek sözü olduğunu kanıtlıyor. 

Kendisine altın tabakta sunulan incelikli ve kaliteli bir senaryoyu mükemmel bir sinematografiyle perdeye aktaran Jodie Foster, bu trajikomik dram filminde depresyon temasını ustalıkla işliyor.  Ünlü bir oyuncak şirketinin başarılı yönetmeni ve iki çocuklu mutlu bir ailenin reisi iken, depresyona giren, işinden ve ailesinden uzaklaşan Walter’ı (Mel Gibson) hayata bağlayan peluş bir kukla oluyor. 

Vantrolog Walter, tesadüfen bulduğu bu kukla aracılığıyla, ailesine ve çevresine söylemeye cesaret etmediği şeyleri dile getiriyor. Kendisine yeni bir kişilik kazandıran kuklası sayesinde Walter, hayatını kontrol altına alıp, ailesine ve işine dönüyor, kendisini affetmeyen büyün oğlu hariç çevresinin güvenini ve sevgisini kazanıyor. 

Alter egosu yerine geçen kuklasının verdiği ilham ile yeni bir oyuncak geliştiren Walter, satış rekorları kırıyor, bu arada karısı ve ailesiyle eski güzel günlerine dönüyor. Ancak Walter, elindeki peluş kuklanın esiri olduğunu görüyor. Film “ondan kurtulabilecek midir?” sorusuna cevap arıyor. 

Filmdeki rolüne dört elle sarılan Mel Gibson’un, özel hayatında sebebiyet verdiği skandallardan arınmak için çektiği acılardan yararlanarak gerçekçi bir kompozisyon çizdiği söylendi. 

İsa’nın çarmıha gerilmesini yorumlayan “Günaha Çağrı / The Passion of the Crist” (2004) ve çeşitli söylemleri ile dile getirdiği antisemit ve ırkçı tutumu, ailesine ve sevgililerine karşı takındığı skandal tavırlarıyla dışlanan Mel Gibson, “Kukla”daki olağanüstü performansıyla geçmişini unutturmaya çalışıyor.  Filmde sabır ve hoşgörü abidesi eşini oynayan Jodie Foster, oyuncu olarak da, yönetmen olarak da çok başarılı. “Kukla”yı, Robert Redford’un 1980’in Oscar Ödüllü başyapıtı “Sıradan İnsanlar / Ordinary People” ile kıyaslayan eleştirmenler çıktı.