Cannes’dan eli boş dönenler

Festival Jürisi İspanyol Almodovar ile İtalyan Moretti’nin filmlerine yüz vermedi

Viktor APALAÇİ
22 Haziran 2011 Çarşamba

Cannes’dan evvelce Altın Palmiye kazanan İtalyan Nanni Moretti ile En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo yazarı seçilen İspanyol Pedro Almodovar’ın iddialı filmleri ödül listesinin dışında kaldı. Almodovar parlak kariyerinde “kendini bağlatan kadınları”, “annesi hakkında her şeyi”, “yüksek topuklu kadınları” anlatmıştı. Şimdi de kadına dönüştürülen bir erkeğin hikâyesini anlatıyor. “İçinde Yaşadığım Ten” İspanyol ustanın korku-gerilim türündeki ilk filmi. Nanni Moretti filmlerinde aşklarından, komünizmden, yakalandığı ve yendiği kanserinden, su topu tutkusundan, Berlusconi’ye olan kızgınlığından, sinema aşkından bahsetmişti. “Bir Papamız Oldu” görevine başlamayı reddeden yeni bir papanın firarını anlatıyor. Michel Piccoli papa rolünde harikalar yaratıyor.

 

Yarışmanın en iddialı dört filmi ödül listesinin dışında kaldı. İki hınzır mizah ustası, İspanyol Pedro Almodovar ve İtalyan Nanni Moretti, özgün ve kaliteli sayılabilecek, “İçinde Yaşadığım Ten” ve “Bir Papamız Oldu” adlı filmleriyle jüriyi etkileyemediler.

Önümüzdeki hafta, yine jürinin değerlendirmesinin dışında kalan Finli usta Aki Kaurismaki’nin “Le Havre”ından ve İtalyan Paolo Sorrentino’nun “This Must Be The Place”inden bahsedeceğiz.

 

İntikamım korkunç olacak

Cannes’da jüri, Pedro Almodovar’ın korku-gerilim türündeki ilk filmi olan “İçinde Yaşadığım Ten / La Piel que Habito”ya pek itibar etmedi, Madridli ustanın kendine özgü mizahını yansıtan filmini ödül listesinin dışında tuttu.

Pedro Almodovar parlak kariyerinde “kendini bağlatan kadınları”, annesi hakkında her şeyi”, “yüksek topuklu kadınları”, “kadınlığı seçen travestileri” anlattı.

Hınzır yönetmen şimdi de bizlere kadına dönüştürülen bir erkeğin hikâyesini anlatıyor. Thierry Jonquet’nin bir romanını senaryolaştırılan Almodovar, “İçinde Yaşadığım Ten”de, kızına tecavüz eden adamı kadına dönüştürürek intikamını alan bir plastik cerrahın fantastik öyküsünü anlatıyor.

1992’de Almodovar’ın jüri üyeliği ile başlayan Cannes macerası, ilk meyvasını yedi yıl sonra, “Annem Hakkındaki Herşey” ile kazandığı En İyi Yönetmen Ödülü’yle verdi. İspanyol sinemacı 2006’da “Volver” ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanırken, beş kadın Oyuncusu En İyi Kadın oyuncu seçilmişlerdi.

“İçinde Yaşadığım Ten”de Almovar, “Bağla Beni” adlı filminde ilk önemli çıkışını yapan, fetiş oyuncusu Antonio Banderas ile tekrar bir araya geliyor. Bu altıncı beraberliklerinde Banderas kariyerinin en vahşi rolünü canlandırıyor.

Annesi, evinin kahyası ve suç ortağı rolünü üstlenen Marisa Paredes’de Almodovar’ın fetiş oyuncularından biri.

2012 yılında Toledo’da geçen konusuyla “İçinde Yaşadığım Ten”, suni ten konusunda uzmanlaşmış çılgın estetik cerrah Robert’in (Antonio Banderas) öyküsünü anlatıyor.

Bir trafik kazası sonrasında yanarak ölen karısını yıllarca evvel kaybeden Robert akademik kariyerinin çok sevdiği karısının hayatını kurtarabilecek bir deriyi geliştirmeye adamıştır.

Dramdan 12 yıl sonra dış etkenlere dayanıklı bir deriyi geliştirmeyi başarır. Tecavüze uğrayan, tek varlığı olan kızının depresyona girip intihar etmesinden sonra Robert’in hayatı kararır. Kızına tecavüz eden gencin izini bulup onu kaçıran ve evinin mahzenine kapatan Robert, sonradan annesi olduğunu öğrendiğimiz evin kahyası Marilia’nın (Marisa Paredes) suç ortaklığı ile çılgın bir projeye odaklanır: Esareti altında yaşayan genci kobay olarak kullanıp, kendisini kadını haline getirecek karısının gençlik haline dönüştürecektir.

Hapishane kaçkını üvey kardeşinin çıkıp gelmesiyle kahramanlarımızın yazgısı değişecektir.

Bu fantastik gerilim filmi, şüphesiz ki Almodovar’ın parlak kariyerindeki başarıları arasında yer almayacaktır. İntikam ve şiddet temalarını, benzersiz mizah gücünü harmanlayarak kullanan Almodovar, iki saat boyunca tansiyonu hiç düşmeyen bir mizansenle konusunu anlatıyor.

61 yaşındaki yönetmen, tıpkı iki yıl önce Cannes’da yarışan “Kırık Kucaklaşmalar / Los Abrazos Rotos”da olduğu gibi festivalden eli boş ayrılıyor.

 

Papa firarda

2001’de “Oğul Odası / La Stanza Del Figlio” ile Altın Palmiye kazanan Nanni Moretti, bu yıl “Bir Papamız Oldu / Habemus Papam” ile yarıştığı Cannes’dan eli boş ayrıldı.

İtalyan sinemasının yaşayan en iyi yönetmenlerinden biri olan, aktör-yönetmen-senarist Moretti, filmlerinde sosyal ve politik sorular sormaktan hoşlanan bir sinema adamı.

Gençliğinde su topu oyuncusu, hızlı bir solcu olan Moretti filmlerinde aşklarından, komünizmden, yakalandığı ve yendiği kanser hastalığından, motosiklet ve su topu tutkusundan, Berlusconi’ye olan kızgınlığından ve sinema aşkından bahsetti. Sanatçı bu kez tabu bir konuya el atıyor.

Yeni bir papanın seçim aşaması ve Vatikan kulisleri. Fransız sinemasının yaşayan efsanesi Michel Piccoli ile ilk kez işbirliği yaptığı bu Vatikan komedisinde Moretti yeni seçilmiş bir papanın tereddütlerini anlatıyor.

Papanın ölümünden sonra yeni papayı seçmek için bir araya gelen kardinaller sürpriz bir ismi (uzun tartışmalardan sonra) yeni papa olarak seçerler. Saint-Pierre meydanından bekleyenler, Hıristiyan dünyasına beyaz duman tüttürülerek verilen müjdenin çılgınlığını yaşarlar.

Ancak küçük bir pürüz vardır: Yeni Papa (Michel Piccoli) pişmanlık ve tereddüt içindedir. Vatikan ismini dünyaya ilanından önce bir psikologdan (Nanni Moretti) yardım ister.

Papanın ruh sağlığının yerinde olmadığını gören psikolog, tedavisine hastasının çocukluğu, ailesi, hayalleri, tutkuları ve seks hayatı üzerine sorular sorarak başlar. Bunalan papa bir kolayını bulup Vatikan’dan kaçar ve Roma sokaklarında dolaşır durur. Gençliğinde aktör olmayı düşlediği, iç hesaplaşmasında görevinin yükü altında ezilmekten korktuğunu öğreniriz.

Filmin konusuna bakılınca, Moretti’nin kiliseyi eleştiren bir tarzı hedeflediği zannedilebilir. Papayı seçmek için toplanan yaşlı kardinallerin teneffüse çıkmış talebeler gibi göstermek Nanetti’yi eğlendirmiş olabilir.

Papa seçilince paniğe kapılıp, görevini bırakıp kendini Roma sokaklarına atan din adamı rolünde Michel Piccoli harikalar yaratıyor. Nanni Moretti hınzır mizahını konuşturduğu bu kaliteli ve cesur film Cannes’da eleştirmenler tarafından da pek beğenilmedi.