Hekimbaşı Yalısı

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
22 Haziran 2011 Çarşamba

Yağdı yağacak derken nihayet yaz sezonunu açmaya karar verdik. Yıllardır olduğu gibi ailenin genç bireyleri şehirde, biz ebeveynler ise Ada’dayız. Şehirdeki  buzdolabı  peynir ve meyve, Ada’daki ise sebze, salata ağırlıklı. Çok sıcak havalarda akşam yemeğini karpuz ve beyazpeynirle geçiştirmemize rağmen evde kilolarına kilo katan sadece benim. Aslında çok da şaşırmıyorum. Sabahları eşim erken saatte Ada’nın çevresini seri adımlarla yürürken, ben ya pembe rüyaların içinde, yok eğer şehre inmek için erken kalkmışsam, kahvaltı tepsimi alıp balkonda kuş seslerini dinliyor olurum.

***

Pazar akşamüstü bir nikaha davetliydik. Mecbur gideceğiz. Evimizden İskele’ye bir hayli yol var. Faytonlara olan fobime rağmen, boş bir araba geçse hemen bineceğim. Ne gezer. Bütün arabacılar “tur” yapacak turistlerin peşinde. Birden bastıran sıcakta topuklu ayakkabılar, elde kostüm ceketi İskele’ye geldik. Mavi Marmara’ya binip Bostancı’ya gideceğiz. Dört tarafı açık kameriyeyi andıran küçücük bir yer inşa etmişler. İçeri girip akbille geçmek lazım. Kalabalıktan turnikeye yanaşmak mümkün değil. Gençler, yaşlılar, pusetler, kucağında çocuk biberonla süt verenler, sırt çantaları… herkes birbirini itiştirip duruyor. Sırtımızı verdiğimiz çaycıların bitişiğinde görüntü daha kötü. Hangi gerekçe ile olduğunu bilemiyorum ama, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, tam da Ada’nın dolmaya başlayan günlerinde, yıllardır var olan parkı yıkıp yenisini yapma kararı almış. Bir tarafta grayder, bir tarafta toprak yığınları, uçuşan tozlar ve pislik. Bu nasıl bir güzelleştirme çalışmasıdır?

Sonuçta kendimizi Mavi Marmara’nın içinde bulduk. Alt kat kapalı olduğundan, serinlemek amacıyla hızlı hızlı üst kata çıktık. Koltuklar sinema düzeni şeklinde, üç bir tarafı ise camlarla çevriliydi. İçerisi hamam gibi. Oturmaktan vazgeçip, hava giren bir bölümde ayakta bekledik. Doğrusu iyi bir deneyimdi. Bu ulaşım aracını bir daha kullanmamak gerektiğini anladım. Bostancı’ya varınca hemen bir taksiye bindik. Az sonra şöför, “Klima’yı açmamı ister misiniz?” dedi. Nihayet medeniyet. Gerçi bir sürü uyum yasası konulurken artık sıcak havalarda taksilerde klima kullanımının şart olduğunu düşünüyorum.

***

Davetli olduğumuz nikah töreni Anadolu Hisarı’ndaki Hekimbaşı Yalısı’ndaydı. Son birkaç yıl içinde gerek nikah, gerekse Janet-Jak Esim’in konseri gibi vesilelerle gittiğim mekanın gerçek adı Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı. Salih Efendi Osmanlı döneminde padişahın hekimi olduğundan yalı bu isimle anılır. Dışı kök boya (kiremit rengi) olan ahşap köşkte halen hekimbaşının torunları yaşıyor. Ancak günümüz şartlarında yalıyı ayakta tutabilmek ve onarım yapabilmek için aile bir kaynak oluşturmuş. Yalının muhteşem bahçesi özel davetler için kapılarını açıyor. Gerçekten de konuk olarak gittiğim her etkinlikte kendimi çok özel hissettim. Nikah sonrası oturduğumuz masalarda sıcak bir gün sonrası Boğaz’dan gelen esintiyle ürpermek güzeldi.

Gece bitiminde ise trafiksiz bir saatte 25 dakikada şehirdeki evimizdeydik.