Sünnetimize dokunmayın!

Fitili ateşleyen Genel Yayın Yönetmenimiz İvo Molinas’tır sevgili okurlar! Sayın Molinas, 1 Haziran 2011 tarihli Şalom Gazetesi’nde yayımlanan “Yahudi Olmak Zor Zanaat” başlıklı başyazısında siyasi bazı konuların yanı sıra, San Francisco’da sünnetin yasaklanması ihtimaline değindi ve bende şafak attı!

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
15 Haziran 2011 Çarşamba

Sünnetin nasıl yasaklanması düşünülüyor, biliyor musunuz? Birkaç ay sonra, yani sonbaharda San Francisco’da bir referandum yapılacak ve sonucun amaçlandığı şekilde çıkması halinde, erkek çocukların sünnet edilmesi artık suç sayılacak. Sünnet yasaklandığında, suçu sabit görülen kişiler (tahmin ediyorum ki ebeveynler ile doktor ya da din görevlisi moel) 1.000 USD para ve bir yıl hapis cezasına çarptırılacak. Şaka gibi, değil mi?

Neyse ki Müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Erkek çocukların sünnet edilmesinin ne anlama geldiğini uzun uzadıya anlatmama gerek yok. Sağlık açısından yararlarına değinmeyeceğim bile. Bu arada San Francisco’daki, erkek organının kötürüm edilmesi anlamına gelen MGM kısaltmasıyla uygulamaya konulmaya çalışılan sünnet yasağı, genel bir yasak. Yahudileri de, Müslümanları da eşit derecede ilgilendiriyor.

İzninizle bu dehşetengiz gelişmeyi Yahudilerin açısından ele almaya çalışacağım.

Yahudilik tarih boyunca hep kutsal değerleri üzerinden yok edilmeye çalışıldı çünkü Yahudileri fiziksel olarak topyekûn ortadan kaldırmanın mümkün olmadığı anlaşıldı. Antik çağlardan beri Ortadoğu sahnesinde boy gösterip kaybolan güçlü devletleri bir düşünün. Kimler vardı tarih kitaplarımızda? Eski Mısır, Asur, Babil, Hitit, Suriye Elenleri, Romalılar... Bugün hangilerini görüyoruz? Hadi orta yaşlılar doğru dürüst tarih ve coğrafya okudu, hiç değilse isimlerini biliyor. Bugün Mısır’daki piramitleri görmek için akın akın giden gençler, piramitlerle firavun arasındaki bağlantıyı kurabiliyor mu? Hangi kıtaya gittiklerini biliyorlar mı peki?

Eminönü’nde bir gence soruyordu TV programcısı: Kıbrıs nerededir? Cevap, Karadeniz’de. Emin misin? Eminim tabii, askerliğimi orada yaptım. Bu bir fıkra değil, sevgili okurlar.

Yine konudan saptım. Az önce saydığım antik devletlerin hiçbiri artık yok, hatta adlarını hatırlayan da yok ama 2.000 yıl sürgünde kalan Yahudiler var ve dediğim gibi Yahudilik hâlâ kutsalları üzerinden vurulmaya çalışılıyor.

Antik Romalılar, Yahudiliğin kutsal mabedi Bet Amikdaş’ı kirletmek için -tanrı dedikleri Jüpiter heykellerini dikmek yetmedi- içini domuzlarla doldurdu. Nasıl fikir ama! Tanrı müdahale etti ve Hanuka mucizesi gerçekleşti. Ardından mabetleri yıktılar, Yahudileri tutsak ettiler, yaban ellere sürdüler, Engizisyon’la ya asimile etmeye ya da ortadan kaldırmaya çalıştılar, Auto da Fe dedikleri (inanç ateşi demek oluyor, efendim) odun ateşlerinde yaktılar, yetmedi, gettolara kapadılar, sinagogları yaktılar, kutsal kitapları yaktılar, yetmedi... Sinagogları içinde insanlarla yaktılar, din âlimlerini kutsal metin rulolarına sarıp yaktılar, mezarlıkları tahrip edip kirlettiler, yetmedi... Holokost, Exodus ve diğer gemi öyküleri, çeşitli zorunlu silah altına alınmalar, vergiler... Yetmedi, çok şükür ki yetmedi.

O zaman anlaşıldı ki Yahudi halkını hayatta tutan unsurlar, manevi değerleri, gelenekleri, görenekleri ve alışkanlıklarıdır.

Yahudiler, sürgünde bulundukları 2.000 küsur yıl boyunca Tora emirlerinin tümünü yerine getiremedi ama sünnetten, yani Brit Mila’dan asla vazgeçmedi. Kutsal Olan’ın, Avraam’a verdiği emir neydi? “Antlaşmam şudur: İçinizdeki her erkeği sünnet edeceksiniz. Fazlalık derinizi keseceksiniz. Bu, sizinle aramdaki antlaşmamın işareti olacak. Nesilleriniz boyunca içinizdeki her erkek sekiz günlükken sünnet edilecek. Böylelikle antlaşmam, vücudunuzda ebedi bir antlaşma olarak bulunacaktır. Fazlalık derisini kesmeyen sünnetsiz bir erkeğin canı, halkımın arasından kesilecektir çünkü antlaşmamı ihlâl etmiştir.” (Bereşit 17:10-14)

San Francisco’da bugün yapmaya çalışılan ve önlem alınmazsa çorap söküğü gibi başka eyaletlere ve ülkelere de yayılma tehlikesi bulunan korkunç şey, Yahudiliği yaklaşık 4.000 yıldır ayakta tutmuş olan “Antlaşmayı”, işaretini (yani sünneti) yasaklatmak suretiyle unutturmaktır. Binlerce kilometrelik bir yolculuk bile ilk adımla başlar, öyle değil mi?

Kutsal Olan’ın “Antlaşma işaretini” üreme organına koydurması anlamsız bir tesadüf eseri olabilir mi? Erkek organının kötürüm edilmesi ifadesi, ancak cinselliği baş tacı edenlerin paganca söylemi olabilir. Oysa ki o işaretin -örneğin yanağa veya burnun ucuna değil de- üreme organına konması, gelecek nesillerin koruma altına alınması demektir.

Kadın ağzından çıkan bu sözler garip gelse de, rica ediyorum benimle birlikte bağırın: “Sünnetimize dokunmayın!”