CNN Türk’ün Bilgi Deposu; Ferhat Boratav

“Kutuplaşma arttıkça insanlar ekranda gördüklerini objektif algılamıyor” İsrail- Türkiye ilişkileri hakkındaki görüşlerini de belirten Boratav, “İyi ilişkilerin hem İsrail hem de Türkiye açısından çok önemli olduğuna inanıyorum. Geçmişte önemliydi, bugün önemli ve gelecekte de önemli olacak,” dedi

Aylin YENGİN Yaşam
1 Haziran 2011 Çarşamba

Yanlış anlamazsanız size bir şey itiraf edeceğim: Ben her sabah Ferhat Boratav ile uyanıyorum. Yanlış mı anladınız? Açıklayayım öyleyse… Hafta arası işe gitmeden gazete okumaya zamanım olmadığı için, her sabah bir doz haber almak üzere CNN Türk’teki “Güne Merhaba” programı ile gözlerimi açarım. Son dönemde, nedense gözlerimi daha çabuk açar oldum. Bunun tek bir sebebi olabilir diye düşündüm: Ferhat Boratav’ın programa yadsınmaz katkıları… Yorumlarını dinleyince, insan bu kadar mı bilgili olur diye düşünmeden edemiyorsunuz. Konu bilgi olunca, böyle değerli bir haberci ile nerede görüşülür sizce? Tabii ki Bilgi Üniversitesi’nde…

Her sabah sizin yorumlarınızı dinleyerek güne başlıyorum. İnanılmaz bir bilgi birikiminiz var. Bu kadar çok şeyi nasıl biliyorsunuz?

Yanlışınız var, her şeyi bilmiyorum, öğreniyorum. Belki de bizim yaptığımız işteki en büyük eksikliğimiz bu – öğrenmeyi unuttuk. Ben orada anlattığım şeyleri ciddi bir biçimde çalışıyorum. Zaten bu işi öğrenmeden yaptığınız zaman, size söylenileni yapmakla sınırlı kalır, sadece bir aracı olursunuz. Yani muhabir değil, muhbir! Şu sıralar mesela, kafamı Ruslarla yaptığımız nükleer santral anlaşmalarına taktım. Niye Ruslar “bizim santralimiz Fukuşima’dan daha güvenli” diyorlar? Bunu öğrenmek bayağı bir mesai gerektiriyor. Sonuçta hiç kimse her şeyi bilmiyor, ama ben bir konuyu anlatmaya çalıştığım zaman onu mümkün olduğu kadar araştırmaya gayret ediyorum.

Ama güncel konulardan da sürekli haberdarsınız…

İlgimi çeken tüm konuları araştırıyorum çünkü. Mesela son dönemde İngiltere’deki krallık düğünü irdeledim biraz. Orada çok enteresan tarihi detaylar var. Kraliçe’nin onay belgesinin üzerinde neden devedikeni amblemi var diye araştırdım ve devedikeninin İskoçların sembol olduğunu öğrendim. Yaptığımız işin en önemli özelliği merak sahibi olmak! Gazeteci meraklı olmalı. Düşünün, ben 86’dan beri gazetecilik yapıyorum, takdir edersiniz ki o zamandan beri epeyce bilgi biriktirdim. Kabul ediyorum ki, mesleğe yeni başlayan birinin bu kadar çok birikimi yoktur, ama inanıyorum ki günümüz teknolojisiyle artık istenilen her bilgi elde edilebilir.

Tarih eğitimi almış olmanızın buna bir etkisi oldu mu?

Elbette, ama tarihe, okumanın ötesinde meraklıyım. Bu konuya olan ilgimi sürdürüyorum, çok okuyorum ve bunu da sabah yayınlarımda zaman zaman yansıtıyorum.

Çok uzun süredir CNN Türk’tesiniz. Şimdiye dek burada hangi görevlerde bulundunuz?

CNN Türk’te kuruluşundan bu yana çalışıyorum ve şimdiye kadar iki görevim oldu. Bir tanesi Genel Yayın Yönetmenliği, şimdi de Yayın Danışmanlığı. Uzun bir süre kanalın Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapmış olsam da, artık bu görevde olmamaktan çok memnunum çünkü ben üst yönetici konumunda olan kişilerin kendi fikirlerini söylemelerini, şahsi yorumda bulunmalarını çok doğru karşılamıyorum. Dolayısıyla, Genel Yayın Yönetmeni olarak çalışırken kendi görüşümü ortaya koymamak adına yayınlara çıkmamaya özen gösterdim. Bir kanalı yönetirken, “Ben de böyle düşünüyorum,” derseniz kanalın kimliğini etkileyen bir tutum sergilemiş olursunuz. Şimdi bu konuda çok daha rahatım.

Gençliğinizde tiyatro ve gastronomi ile ilgilenmişsiniz, devam ediyor mu bu meraklarınız?

Tiyatronun bana hem seyirci, hem de meraklısı olarak bana çok şey öğrettiğini düşünüyorum. Bir kere insanlara bir şeyler anlatmayı öğretti ve yaptığım iş de bunun bir parçası. Sabah programında yaptığım konuşmaları tıpkı bir tiyatro oyunu gibi kurgulamaya, işin içine bir ruh, bir dram katmaya çalışıyorum. Ayrıca, üniversite dönemimde bazen 50 kişiye varan bir grubun içinde yönetici olarak çalışmayı, insanlarla birlikte üretmeyi öğretti bana. Bu çok önemli bir şey… Dolayısıyla tiyatroya ilgim sürüyor mu? derken, orada öğrendiklerimi bütün işlerimde kullandığım için ilgim kesintisiz sürüyor.

Peki ya gastronomi?

Şu sıralar diyet yapıyorum, o yüzden işim zor (gülüşmeler). Gerçi diyetisyenim de kabul ediyor ki, hep lezzetli diyet yemekleri yapmaya uğraşıyorum. Yemek yemeyi de pişirmeyi de çok seviyorum. Diyete başlamadan hemen önce “Mutfaktaki Erkekler” adlı bir kitaba da dahil oldum. Şimdi o günler, güzel hatıralardan ibaret. Fransa’da okurken 2,5 yıl bir restoranda çalıştım, dolayısıyla büyük ölçekte yemek yapmayı da bilirim.

Bir erkeğe, özellikle de bir haberciye sorulabilecek en son soru, biliyorum ama çok ilginç bir aşk öykünüz varmış, bizimle paylaşır mısınız?

Eşimle Boğaziçi Üniversitesi’nden arkadaşız. Birlikte tiyatro kulübündeydik. Ta o zamandan başlayan bir arkadaşlığımız, dostluğumuz var. Fakat o mastırını tamamladıktan sonra, doktora için Amerika’ya gitti. Ben bir süre burada kaldım, sonra Fransa’ya gittim, geri döndüm, ardından Londra’ya gittim, tekrar geri döndüm. Hale (eşim) 18 yıl Amerika’da kaldı; ben arada evlendim, boşandım. O bu süreçte hiç evlenmedi, ama tabii uzun süreli ilişkileri oldu. Ama hep iletişim halinde kaldık, dostluğumuz ve gönül bağımız sürdü. Zaman içinde, benden bağımsız olarak Türkiye’ye dönmeye karar verdi, böylece bir kere daha ‘tanışmış’ olduk ve 1999 yılında da evlendik.

Bilgi Üniversitesi’nde televizyon haberciliği dersi veriyorsunuz. Amacınız CNN Türk’e yeni haberciler yetiştirmek mi?

Bilgi Üniversitesi kurulduğundan beri burada ders veriyorum. Hep televizyon haberciliği dersi vermedim tabii, başka dersler de verdim. Şimdi de iki ders veriyorum, hatta bir tanesi çok eğlenceli bir mastır dersi: Sinemada Gazetecilik. Filmler izliyoruz ve bir gazeteci gözüyle bu filmleri analiz ediyoruz. Aslında burada CNN Türk’e haberci yetiştirmek gibi özel bir misyonum yok, ama özellikle iletişim fakültesinden mezun olup da bizde çalışmaya başlayan arkadaşların becerileri ve seviyeleri konusunda bazen çok eleştirel olabiliyoruz. Bu konuda bizim de karınca kararınca bu konuda bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Buradan benim ve bu fakültenin diğer hocalarının derslerini alarak yetişen genç arkadaşlarımızın içinde CNN Türk’te çalışmaya başlayanlar ya da zamanla başka şirketlerden transfer olanlar da oldu tabii. Bu beni çok sevindiriyor tabii. En güzel anlarımdan bir tanesi, bundan yıllar önce Doğan Vakfı’nın düzenlendiği Genç İletişimciler yarışmasında kendi yetiştirdiğim bir öğrenciye ödül vermekti. Çok gurur duymuştum. Bu öğrencim daha sonra CNN Türk’te çalışmaya başladı.

Nasıl bir öğretmensiniz peki?

Valla bunu öğrencilere sormak gerekir. Ama şunu diyebilirim ki, sadece hatıralarımı anlatmıyorum. Anlattığım konuyu mümkün olduğu kadar akademik bir çerçevede ele almaya çalışıyorum. Öğrencilere yeni bilgiler vermeye, aynı konuları yeni ve güncel örneklerle sunmaya özen gösteriyorum. Benim dersimin en temel mantığı şu: yalnızca habercilik ve medya üzerine teorik bilgiler öğrenmekle kalmayın, bugün Türkiye’de habercilik adına ne yapılıyoru da öğrenin ki, üç yıl sonra mezun olduğunuzda hayata başlarken belli bir kalkış noktasını geçmiş olarak yola çıkın. Öğrencilerimi, Türkçeyi iyi yazan yazarları okumaya teşvik ediyorum, Yaşar Kemal gibi, Sait Faik gibi…

Türkiye’deki basın özgürlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu çok problemli bir alan aslında, ama bu sadece basın özgürlüğünden kaynaklanmıyor. Biz millet olarak özgür olmayı pek sevmiyoruz, içimizde öyle bir sorun var. En özgür olmamız gereken noktalarda bile, “Birisi şunu bir düzenlese, bir sınırlasa da, biz de ne yaptığımızı bilsek,” diye davranıyoruz. Bu temel sorunun yanı sıra, hükümet, yasama organı ya da tüm kamu erki şeffaf olmayı sevmiyor ve dolayısıyla da bilgi akışını kısıtlıyor. Bir de tabii doğrudan doğruya basın özgürlüğünü kısıtlayan yasalar, var olan yasaların kötü uygulamaları var. Anlayacağınız bu sorun farklı katmanlar halinde yer etmiş. Bir taraftan gazeteci arkadaşlarımızın gözaltına alınmaları, tutuklanmalarına odaklanırken, diğer taraftan bu tür sorunların arkasında daha kültürel ve daha toplumsal bir özgürlük ve şeffaflık problemi olduğunu göz ardı edemeyiz.

İnternetimizin özgürlüğü de kısıtlanacak sanırım…

Bilişim Teknolojileri Kurulu ‘Güvenli İnternet’ diye yeni bir uygulama başlatmaya hazırlanıyor. Kabaca yapmak istedikleri şu: Kullanıcıya hangi türden bir İnternet paketi almak istediklerini soracaklar – yani aile mi, çocuk mu vs.? Bu İnternet açısından hayal edilmesi bile güç bir sınırlama, oysa ben biliyorum ki bu toplumun büyük çoğunluğunun istediği bir şey. İlginçtir, insanlar çocuklarına kısıtlamayı kendileri getirmek istemiyor, “Birisi yapsın da ben bu meseleden kurtulayım,” diye düşünüyor. Bu maalesef çok derine işlemiş ve çok da yaygın bir zihniyet.

CNN Türk’te yayınlanan haberlerin tarafsız habercilik ilkesine birebir bağlı olarak sunulduğuna inanıyor musunuz?

Bazı konular vardır ki, tarafsızlık her zaman en uygun seçenek olmayabilir. Örneğin, hem bireysel, hem de siyasi anlamda şiddete karşı olmak, insan haklarından ya da temel özgürlüklerden yana olmak gibi… Böyle konularda bir tavır, bir duruş sergilemeniz gerekir, ama bunun dışında Türkiye gibi toplumsal bölünmelerin, ideolojik kutuplaşmaların çok sert olduğu bir ülkede bile, biz mümkün olduğunca her konuyu, bütün taraflarını da bir araya getirerek konuşmaya, konuşturmaya çok özen gösteriyoruz. Bu hem genel gazetecilik ilkeleri, hem de Doğan Grubu olarak benimsediğimiz bir şey. Bunu yaptığımız her durumda başarılı olabiliyor muyuz ya da insanlara yaranabiliyor muyuz? diye sorarsanız, bence yaranamıyoruz çünkü kutuplaşmalar arttıkça insanların ekranda gördüklerini objektif olarak algılayabilmeleri mümkün olmuyor. İnsan, “Bunlar benim gibi düşünmediklerine göre, demek ki tarafsız değiller,” diye düşünebiliyor.

Toplumumuzdaki genel kanı, özellikle İsrail hakkında son derece taraflı haber vermeniz. Özellikle Gazze savaşında haberlerin son derece tek yanlı verildiği konuşuldu. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Biraz önce söylediğim kutuplaşmanın belki en tipik, en bariz örneklerinden bir tanesi bu. Böylesine hassas bir durumda tarafları memnun edecek bir habercilik yapmak çok zor. Türkiye’deki Musevi Cemaati bu şekilde düşünmüyor olabilir, ancak emin olun o süreç boyunca pek çok kişi ve kuruluşlar, İsrail yanlısı haber yaptığımızı öne sürerek bizi eleştirdi. İsrail Büyükelçisi’nin CNN Türk’e çıkmış olması inanılmaz tepkilere sebep oldu. Kendi tecrübeme dayanarak söyleyebilirim ki, Mavi Marmara olayında, İsrail hiç alışkın olmadığı kadar az konuştu. İsrail iletişimi çok iyi bilen bir devlet, ama başka olaylarla kıyaslandığında bu konuda sessiz kalmayı tercih etti. Ortada hata demesek de, bir sorun olduğunun farkındaydılar. Ayrıca İsrail’in kendi içinde de ciddi bir muhalefet vardı. Bir de tabii Türkiye ile ilişkiler İsrail için hâlâ çok önemli ve bunu riske atmak istemediler.

Sizce de önemli mi İsrail ile Türkiye ilişkileri?

Kesinlikle, hem İsrail hem de Türkiye açısından çok önemli olduğuna inanıyorum. Geçmişte önemliydi, bugün önemli ve gelecekte de önemli olacak. Yıllarca Ortadoğu’da demokrasinin kök saldığı iki devlet olarak Türkiye ve İsrail örnek gösterilmiştir. Dolayısıyla bu iki devletin birbirleriyle iyi geçinmeleri gerekir. Ben son zamanlarda İsrail’de, Filistin ya da Arap ülkeleri ile ilişkileri dışında, demokrasi konusunda da ciddi sorunlar ve çatırdamalar olduğunu, İsrail’in toplumsal anlamda kendi içinde ciddi bölünmeler yaşadığını düşünüyorum. İsrail’de yükselen dinle karışık bir milliyetçilik dalgası, bir içine kapanma özlemi var. Ve açıkçası bu durum, benim gibi Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyi gitmesi gerektiği düşünenlerin işini zorlaştırıyor.

İlişkilerdeki bu kırılmalar ya da sorunlar Türkiye’de yaşayan Yahudileri etkiler mi sizce?

Elbette ki etkiler, etkiliyor da… Bu etkilenme iki türlü oluyor: birincisi algı düzeyinde, yani genel kanı olarak, ikincisi de spesifik olaylarla. Türkiye’de genel olarak, İsrail devletinin siyasetine muhalefet etmenin ötesinde bir antisemitizm olduğunu düşünüyorum. Antisemitizmin bu son süreçte artıp artmadığını bilemem, çünkü eskiye göre karşılaştırmak için elimizde hiçbir veri yok, ama bugün var olduğunu biliyorum. Türkiye’deki genel toplumsal tahammülsüzlüğün en ciddi hedeflerinden bir tanesinin Musevi Cemaati olduğunu ve Türkiye’deki insanların korkularını, kaygılarını besleyen, irrasyonel bir heyula oluşturulduğunu düşünüyorum. Burada bizim medya olarak da sorumluluğumuz var, zaman zaman bunu besleyen şeyler yapıyoruz. Bir taraftan çok övünüyoruz, 500 yıldan beri birlikte yaşadığımız için, ama o övüncümüzün temeli bence çok zayıf bir temel. Bu amaçla medyanın ötekileştirmenin çeşitleri konusunda ciddi bir eğitimden geçmesi ve kendi içindeki hataları dikkatle tenkit etmesi gerektiği görüşündeyim. Çünkü bu iş ötekileştirme ile başlıyor, şiddetle bitiyor! Maalesef medyada bu iki uç birbirinden farklıymış gibi gösteriliyor, oysa giderek alevlenen bir süreç. Hayalimde bu konuları içeren bir ders vermek var.

Hayalinizi gerçekleştirmeniz dileğiyle Ferhat Boratav, aklınıza sağlık…

Ferhat Boratav kimdir?

Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Fransa’da Grenoble Üniversitesi’nde

“Türk Göçmen İşçiler” üzerine mastır yaptı. Medya macerası Nokta dergisinde başladı. Londra’da BBC Türkçe Yayınlar Servisi’nde yapımcı, sunucu ve radyo habercisi olarak çalıştı. Türkiye’ye dönüşünde kısa süre bir televizyon yapım şirketinde çalıştı. Daha sonra haberciliğe geri dönen Boratav, ATV Haber’de yöneticilik, CNN TÜRK Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Halen Yayın Danışmanı olarak görev alıyor. Üniversitede uğraştığı tiyatroyu ve Fransa yıllarında yaptığı aşçılığı kariyerinin önemli halkaları olarak görüyor.