Organ naklinin trajik yüzü

Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo İshiguro’nun bol ödüllü romanından alınan film, teknolojik gelişmenin her zaman insanlığın iyiliği için kullanılmadığı gerçeğini tokat gibi yüzümüze çarpan bir bilimkurgu – korku öyküsü anlatıyor.

Viktor APALAÇİ
4 Mayıs 2011 Çarşamba

Organ nakli için tasarlanmış birer donör olduklarını bilmeyen 3 gencin, romantizmden melodrama kayan hayatları, kabullenmesi güç acı gerçekle yüzleşmeleri, filmde belirsizlik, gerilim, hayalkırıklığı temaları eşliğinde anlatılıyor.

30. İstanbul Film Festivali’nin ağır topları sıcağı sıcağına vizyona giriyor. Geçen hafta En İyi Yabancı Film Oscar’ının galibi, Danimarka sinemasından gelen “Daha İyi Bir Dünya”yı izledik.

Danimarka taşrasında yolları keşisen, yazgıları değişen iki ailenin öyküsünü, Susanne Bier kadın duyarlılığıyla dile getiriyordu. Oscar’ı en az bu film kadar hak eden Kanada filmi “İçimdeki Yangın / İncendie”de bu hafta vizyona girdi.

Son yarım yüzyılın en iyi İngiliz yazarları arasında gösterilen Japon asıllı Kauo İshiguro’nun aynı adlı bol ödüllü romanından alınan “Beni Asla Bırakma / Newer Let Me Go” ilginç bir bilimkurgu filmi.

“28 Gün Sonra”, “Gün Işığı” filmlerinin senaryo yazarı Alex Garland tarafından sinemaya uyarlanan “Beni Asla Bırakma”nın yönetmeni, 16 yıllık kariyerinde önemli bir başarısı olmayan Amerika’lı Mark Romanek.

Time dergisinin “Tüm Zamanların En İyi 100 Romanı” listesinde yer alan “Beni Asla Bırakma”, Kazuo Ishiguro’nun “Günden Kalanlar / The Remains of the Day”den sonraki en ünlü romanı. Anthony Hopkins’in başrolünü oynadığı film 8 dalda Oscar’a aday olmuştu.

2002’deki bağımsız gerilim filmi “One Hour Photo / Baskı”dan beri 8 senedir beyaz perdeden uzak duran Mark Romanek, deneyimli bir senaryo yazarının ünlü bir romandan uyarladığı “Beni Asla Bırakma”daki sadık uyarlamasıyla, şansını iyi kullanıyor.

Mükemmel bir İngiliz yatılı okulunda birlikte eğitim görmüş, mutlu bir çocukluk geçirmiş üç arkadaşın olgunluk dönemlerinde, kendilerinden gizlenen, kabullenmesi güç acı bir gerçekle yüzleşmelerini anlatan film, bilimkurgu atmosferini neredeyse hiç kullanmayan, usta işi bir bilimkurgu örneği.

İngiltere kırsalındaki görkemli bir özel okulunda okuyan, ikisi de sınıfın yakışıklı öğrencisi Tommy’ye aşık olan Ruth’la Kathy’nin sonu kötü biten öyküsünü anlatan filmin, romanlizminden melodrama kayan hüzünlü ve doku nakli konusuyla, hasta insanların uzun yaşaması için, organ bağışçısı olarak yetiştirilen klonları izliyoruz.

ÇOCUKLUK, GENÇLİK VE BAĞIŞÇILIK

Okuldan mezun olan üç arkadaş kendilerini bekleyen korkunç gerçekle yüzleşeceklerdir. Onları aslında organ nakli için tasarlanmış ve yetiştirilmiş birer donördür. İhtiyaç duyulan organları sağladıktan sonra yaşama veda edeceklerdir.

Teknolojik gelişmenin her zaman insanların iyiliği için kullanılmadığı gerçeğini tokat gibi yüzümüze çarpan “Beni Asla Bırakma” büyük bir trajedi türünde, ustaca yazılmış bir bilimkurgu-korku öyküsü.

Karanlık, kasvetli ve alternatif evrende bulunan bir İngiltere’de geçen konuda, İshiguro’nun seçtiği temaların belirsizliğiyle, anlatım tekniğine hayran kalıyoruz.

Belirsizlik, gerilim, hayalkırıklığı, bıkkınlık, hayatın acı gerçeklerine yenik düşme temaları ustalıkla işlenmiş. Geçip giden zamanla, ne kadar az zamanımız kaldığıyla ilgili film, iş işten geçmeden hayattan birazcık mutluluk elde etmeye çalışan insanlar hakkında varoluşçu bir hikâye.

Okul yıllarında Tommy’ye (Andrew Garfield) saf bir aşk ile bağlanan Kathy’nin (Carey Mulligan), kendisinden daha atak olan Ruth’a (Keira Knightley) yenik düşmesi, Tommy iyi elinden kaptırması filmde görkemli bir romantizm eşliğinde anlatılıyor.

Mezuniyetinden sonra iki arkadaşının izini kaybeden Kathy’nin, uzun yıllar sonra onları bulması, üçünün acı gerçeklerle yüzleşmesi kolay olmayacaktır.

BİLİMKURGUSAL ALT METİN

Bilimkurgusal alt metniyle film, kahramanlarının çoçukluk, gençlik ve bağışçılık dönemlerini, üç bölümde anlatıyor. Okulda kaderlerine razı olmanın, yazgılarına katlanmanın şart olduğu eğitimini alan kahramanlarımız, yaşama hakkına sahip olamadıklarına, isyan edemiyorlar.

Yönetmen Mark Romanek gereksiz bir sömürü malzemesi kullanmadan, aşk, kıskançlık, ihanet, hoşgörü ve öfke üzerine güzel mesajlar veriyor.

Zorlu koşullarda yeşeren bir aşk öyküsü anlatan, alternatif dünyada geçen bu bilimkurgu denemesi, incelikli fantastik duygusuyla öne çıkıyor.

 Film, özel amaçla yetiştirilen insanların beyinleri otorotiler tarafından yıkandığında, ortaya çıkan tehlikeli gerçeği gözlere seriyor.

İçinde bilimkurgu unsurlarının olmadığı bu bilimkurgu filminin oyuncu kadrosu çok başarılı. Kırılgan ama sevimli genç kız rollerinden aşina olduğumuz Keira Knightly, arkadaşının sevgilisini çalan Ruth rolünde negatif bir portre çizmesine rağmen, partneri Andrew Garfield gibi rolünün hakkını veriyor.

İngiliz Bağımsız Film Ödüllerinde, bu filmlerindeki rolüyle En İyi Kadın Oyuncu ödülüne layık görülen Carey Mulligan, görkemli oyun gücüyle parıldıyor.