Bu hafta ağımıza takılanlar...

Diyelim on-on beş dakika önce tanıştığınız biriyle konuşuyorsunuz ve birbirinizi tanıma safhasındasınız. O kişi, söz arasında kendisinin Yahudi olduğunu söylese, ağzınızdan çıkan ilk söz "Estağfurullah, o nasıl söz!" mü olur? Bu olay gerçektir, yaşanmıştır. Şahitli isbatlı hadise. A.TURAN ALKAN

İzak BARON Diğer
4 Mayıs 2011 Çarşamba

Güncel

 “ESAD GİDERSE FİLİSTİN HALKI İYİCE YALNIZ KALIR VE BUNDAN EN FAZLA İSRAİL KÂRLI ÇIKAR” ŞEKLİNDEKİ UYARILAR BİR ÖLÇÜDE HAKLI OLABİLİR, AMA BAAS REJİMİNİN GİTMESİNİ İSTEYENLER, BİR ÜLKE OLARAK SURİYE’NİN KAPIYA KİLİT VURMASINI VE ANAHTARI DA İSRAİL’E TESLİM ETMESİNİ İSTİYOR DEĞİLLER Kİ!

Suriye konusunda da bu tür “gerçekçiliğe çağrı” numaralarına kanmamak pekala mümkündür. Bu açıdan öncelikle “Suriye mi, İsrail mi?” sorusunun son derece yanlış olduğuyla işe başlayabiliriz. Evet, “Esad giderse Filistin halkı iyice yalnız kalır ve bundan en fazla İsrail kârlı çıkar” şeklindeki uyarılar bir ölçüde haklı olabilir, ama Baas rejiminin gitmesini isteyenler, bir ülke olarak Suriye’nin kapıya kilit vurmasını ve anahtarı da İsrail’e teslim etmesini istiyor değiller ki! Eğer Baas rejimi sona erer ve burası bir şekilde demokrasiyle tanışırsa, Suriye halkı yine Filistin davasının savunuculuğunu ve İsrail’den, işgal etmiş olduğu topraklarını geri alma mücadelesini sürdürebilir.

Diğer bir deyişle, Filistin davası Baas Partisi ve Esad ailesinin tekelinde değildir. Hatta onların yıllardır bu davayı bir ‘amaç’ değil de bir ‘araç’ olarak görüp kullandıklarını; daha ileri gidip, Filistin halkının maruz kaldığı zulmü ön plana çıkarıp kendi halklarına reva gördükleri zulümleri meşrulaştırmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Sonuç olarak, Suriye’de otoriter rejimin sona erip yerini demokrasiye bırakması halinde Ortadoğu’da ve dolayısıyla Filistin sorununda belli bir normalleşme yaşanacağı da kolaylıkla ileri sürülebilir ve bu durum kesinlikle Filistin halkının lehine gelişmelere kapı aralar.

Ruşen Çakır

http://haber.gazetevatan.com/Haber/373613/1/Gundem

NETANYAHU’NUN 1967 SINIRLARINA VE KUDÜS’Ü PAYLAŞMAYA NİYETİ YOK

Netanyahu büyük ihtimalle, Batı Şeria’nın bazı bölgelerinden sınırlı sayıda birliği geri çekmeyi ve bir avuç yerleşim karakolunu (gerçek yerleşimleri değil, daha radikal yerleşimcilerin İsrail hükümetinin izni olmadan inşa ettikleri karakolları) boşaltmayı önerecek. Fakat uluslararası mutabakata dayanan kapsamlı bir barış anlaşması teklif etmeye hiç niyeti yok. Başkan Obama ise aksine, İsrail’in 1967 sınırlarına dayanan bir Filistin devletini ve Kudüs’ün iki devletin de başkenti olarak paylaşılmasını savunduğu, Filistinli mültecilerin eve dönüş hakkı iddialarını ortaya koyacak ve İsrail’in güvenlik ihtiyaçlarını vurgulayacak bir konuşma yapmayı düşünüyor. Netanyahu’nun 1967 sınırlarına ve Kudüs’ü paylaşmaya niyeti yok; fakat onun ve Obama’nın şu anda bir konuşma yapmak için ortak bir amaçları var: Filistinli otoritelerin, iki devletli çözümün parametreleri için Eylül’de BM Genel Kurulu oylaması talep etmelerinin önünü kesmek.

Tony Karon

http://www.stargazete.com/dunya/yazar/tony-karon/iki-devlet-cozumu-haber-347216.htm

İLK BAKIŞTA BAAS REJİMİ ORTADAN KALKINCA İRAN'IN HAMAS VE HİZBULLAH'A SİLAH VE PARA YARDIMININ ZORLAŞMASI İSRAİL İÇİN OLUMLU BİR DEĞİŞİKLİK OLARAK DÜŞÜNÜLEBİLİR AMA GETİRİ-GÖTÜRÜ HESABI AYNI SONUCU VERMİYOR

İsrail'in de Suriye'deki rejim değişikliğinden çekinmesi için nedenleri var:

İlk bakışta Baas rejimi ortadan kalkınca İran'ın Hamas ve Hizbullah'a silah ve para yardımının zorlaşması İsrail için olumlu bir değişiklik olarak düşünülebilir ama getiri-götürü hesabı aynı sonucu vermiyor. Çünkü İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın kontrol edilebilir riskini, Suriye'deki rejim değişikliğinin getireceği belirsizlik riskine tercih ediyor.

Ayrıca Suriye ile İsrail kâğıt üstünde -1967'den bu yana- savaş halindeler ama iki ülke arasındaki sınır, Ortadoğu'nun en sakin bölgesini oluşturuyor: Sıfır sınır ihlali, sıfır çatışma. Hem de en az 30 yıldır!

Gelelim Türkiye'ye... Bizim için de Suriye'deki rejim depremi ciddi potansiyel tehlikeler içeriyor.

Öncelikle bugünkü manşet haberimizde de belirtildiği gibi, Suriye'deki Kürt ayrılıkçıların hareketlenmesi, Güneydoğu'yu etkileyebilir.

Ayrıca Suriye'de Baas'ın yerini alabilecek alternatif siyasal hareket olmadığı için meydan fanatik dincilere kalabilir. Böyle bir gelişme de Ortadoğu'da istikrarı kendi iç istikrarının da olmazsa olmaz koşullarından biri olarak değerlendiren Türkiye'yi kaygılandırabilir.

Görüyorsunuz; ortak bir korku ya da kaygı zıt kutuplardakileri bile bir çizgide buluşturabiliyor.

Erdal Şafak

http://sabah.com.tr/Yazarlar/safak/2011/04/27/ortak-korku

SANIRIM SORUNUN BİR CEVABI, HER MÜSLÜMANI PİR-Ü PAK ZANNEDEN VE PEŞİNEN TEMİZE ÇIKARAN YAYGIN ÖNKABUL. “MÜSLÜMAN MÜSLÜMAN’I ÖLDÜRMEZ”, “MÜSLÜMAN SOYKIRIM YAPMAZ” GİBİ SIK DUYDUĞUMUZ SÖZLER, BU ÖNKABULÜN İFADELERİ

Bir başka deyişle, Müslüman olmayanların (özellikle de İsrail ve Batı’nın) Müslümanları öldürmesi, bizi çok öfkelendiriyor. Buna mukabil, Müslümanların Müslümanları öldürmesi o kadar büyük bir sorun olmuyor.

Sizi bilmem, ama bana sorarsanız bu epey problemli bir tutum. Amerikan ordusunun “Altıncı Filo”su karşısında esip savuran, ama Türk ordusunun Diyarbakır veya Mamak’taki işkencehaneleri karşısında dilini yutan ulusalcı tavırdan pek farklı değil.

Peki neden böyle bir çifte standart var Müslüman kamuoyunda?

Sanırım sorunun bir cevabı, her Müslümanı pir-ü pak zanneden ve peşinen temize çıkaran yaygın önkabul. “Müslüman Müslüman’ı öldürmez”, “Müslüman soykırım yapmaz” gibi sık duyduğumuz sözler, bu önkabulün ifadeleri.

Bunun hemen arkasından da, “eğer ortada bir kötülük varsa, bunu mutlaka başkaları tezgâhlıyordur; perde arkasında Batılı emperyalistler vardır” gibi bir mantık devreye giriyor. Dolayısıyla da eleştiri oklarımız sadece Batı’ya yöneliyor; Müslümanlar arasındaki kötülere ve kötülüklere değil.

Mustafa Akyol

http://www.stargazete.com/politika/yazar/mustafa-akyol/musluman-muslumani-oldurunce-haber-347262.htm

BÖLGENİN ARTIK ÜÇ ODAK NOKTASI VAR: TÜRKİYE, İRAN VE İSRAİL. O KARMAŞIK DENKLEM BU ÜÇ PARAMETREYLE ÇÖZÜLECEK VEYA DAHA DA DOLAŞACAK

Bütün bunlara rağmen Arap Baharı, 1989'da Berlin Duvarı'nın düşmesinden sonra birbiri ardınca yıkılan eski Doğu Bloku iktidarlarını anımsatıyor. Şimdi o bölgede isyandan, başkaldırıdan, özgürlük ve demokrasi arayışından payını almamış bir tek ülke yok. Fakat durum bu noktaya gelince denklem büsbütün karmaşıklaşıyor. Bölgenin artık üç odak noktası var: Türkiye, İran ve İsrail. O karmaşık denklem bu üç parametreyle çözülecek veya daha da dolaşacak. Bu karmaşa içinde Türkiye, Arap Baharı'nı dışarıdan tetikleyen ülke oldu. İslam - modernleşme- demokrasi üçgenini ülkede bütün sancılarına rağmen ayağı üstüne dikmesiyle oralarda patlayan bombanın fitilini ateşledi. Üstelik Mısır çıkışından sonra olayları adeta üstlendi, adeta yönlendirdi. Ayrıca, Suriye, hem coğrafi hem siyasal nedenlerle Türkiye'nin kendisi sayılabilecek kadar iç içe olduğu bir ülke. Bu gelişmeler Türkiye'nin kontrol edemeyeceği kadar zorlu bir gerilim doğurmaya aday. Belki bölgeye yönelik 1948 sonrası politikasının çökmesinden duyduğu kaygıyla ABD bundan sonra daha farklı hareket etmek isteyecek ve Arap Baharı bir kere daha ve çok hazin bir biçimde Prag Baharı'na benzeyecek. Farklı bir yüzle, farklı bir dokuyla ama gene de Prag Baharı'nı andıran bazı filizler yeşerterek. Türkiye için asıl sınav şimdi başlıyor ve bu çok önemli.

Hasan Bülent Kahraman

http://sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2011/04/27/prag-bahari-arap-bahari

BEN DE İSTERDİM Kİ HAMAS İSRAİL'İN VARLIK HAKKINI TANISIN, ŞİDDETİN ZAMANININ GEÇTİĞİNİ, İSRAİL İLE BARIŞ GÖRÜŞMELERİNİ YÜRÜTECEK BİR HÜKÜMETİN PARÇASI OLABİLECEĞİNİ İLAN ETSİN

Lieberman olayı doğru okumuş. Ortadoğu değişiyor ve bu değişiklik Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı Hamas'a karşı uygulaya geldiği dışlayıcı politikadan geri adım atmaya zorluyor. Ne var ki olayı doğru okuyan Lieberman, aynı değişimin İsrail'i de değişime zorlayacağını görmek istemiyor. Mısır için Mübarek rejimi ne idiyse, Arap dünyası için İsrail ordusu aynı şeydir. Şiddet ve sınır tanımaz bir cezalandırma güdüsüyle ne Mısır yönetilebilir artık, ne de Arap dünyası dize getirilebilir. Çok değil, birkaç yıl içinde bugün Tahrir Meydanı'nda adalet isteyen genç kuşak, İsrail'in de evrensel vicdan mahkemesinin karşısında hesap vermesini isteyecek. Buna hazırlanması gereken İsrail ordusu değil, o gün yargılanacak olan İsrail vicdanıdır.

Lieberman'ın tedavisi yanlış ama hiç değilse teşhisi doğru koymuş. Ackerman ise teşhiste bile yanılmış. El-Fetih-Hamas uzlaşmasının Ortadoğu'daki "Arap Baharı"nın sonucu olduğunu görememiş, aksine El-Fetih yönetimini bu dönüşümün dinamiklerini yakalayamamakla suçluyor. Oysa Arap Baharı'nın dinamiği, Hamas'ı Filistin'in bütün bölgelerinde iktidara taşıyacak bir dinamiktir. El-Fetih hangi dinamiği yakalayarak seçimlere gidecek? Bir yerleşim birimi inşasını dondurma kararını bile uygulamayan İsrail'le kalıcı bir barış yapılabileceğine hangi Filistinliyi inandıracak?

Ben de isterdim ki Hamas İsrail'in varlık hakkını tanısın, şiddetin zamanının geçtiğini, İsrail ile barış görüşmelerini yürütecek bir hükümetin parçası olabileceğini ilan etsin. Nitekim bir gün İsrail-Filistin arasında kalıcı bir barış olacaksa, bunu böyle bir Hamas yapacak. Onu dışlayarak, dişleyerek, taşlayarak Ortadoğu'ya barış gelmez. İsrail vicdanına sesleniyorum: Uyanın! Dışladıklarınız, sizi tarihten dışlamadan önce siz de uzlaşmanın bir yolunu bulmaya bakın.

Kerim Balcı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1127446&title=tek-secenek-baris

“ACABA BU İKİNCİ SEFERİN BU KEZ TERSİ YÖNDE BİR ETKİ YARATMASI, YANİ OYLARDA DÜŞÜŞE YOL AÇMASI MI BEKLENİYORDU?”

Seçim öncesine rastlayacak ikinci Gazze seferinin AKP’nin oyları üzerindeki muhtemel etkilerini öngörmeden böyle bir erteleme kararını almış olabileceklerine herhalde kimse inanmaz.

Davos ve “Birinci Mavi Marmara” eylemlerinin AKP oylarını artırdığı tespitini Türkiye’nin yeni dış politikasının yapıcılarından bizzat duymuş bir gazeteci olarak şimdi kendime soruyorum; “Acaba bu ikinci seferin bu kez tersi yönde bir etki yaratması, yani oylarda düşüşe yol açması mı bekleniyordu?” diye...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu seçimde partisinin yeni anayasayı tek başına yapmasına yetecek ve kendisine başkanlık yolunu açacak bir rejim değişikliğinin amacını güderken “İkinci Gazze Filosu” vasıtasından neden yararlanmasın ki? Velev ki ikinci filo olayının AKP oylarını artıracağından emin olunsun.

Kadri Gürsel

http://dunya.milliyet.com.tr/ikinci-gazze-filosu-suriye-ye-de-ugrasin/dunya/dunyayazardetay/28.04.2011/1383268/default.htm

KİŞİ, SÖZ ARASINDA KENDİSİNİN YAHUDİ OLDUĞUNU SÖYLESE, AĞZINIZDAN ÇIKAN İLK SÖZ "ESTAĞFURULLAH, O NASIL SÖZ!" MÜ OLUR?

Diyelim on-onbeş dakika önce tanıştığınız biriyle konuşuyorsunuz ve birbirinizi tanıma safhasındasınız. O kişi, söz arasında kendisinin Yahudi olduğunu söylese, ağzınızdan çıkan ilk söz "Estağfurullah, o nasıl söz!" mü olur?

Bu olay gerçektir, yaşanmıştır. Şahitli isbatlı hadise.

...............

Türk toplumunun, tarih içinde çok renkli bir farklılıklar koleksiyonu barındırmasına rağmen, Alevi'den bahsederken, "Afedersin" demek ihtiyacı duyulmasını işte bu dereye benzetiyorum. Çok renkliliği ve şüphesiz çok daha heyecanlı ve zevkli bir toplumsal hayattan, tekil, kuru, tek renkli ve yeknesak bir durağanlığa geçivermişiz.

Halbuki büyüklerimiz Ermeni komşularından bahsederken nasıl da tabii duruyorlar, gözlerinin içi sevgi ışığı ile aydınlanıyordu. Daha ötede Rumlar, Yahudiler vardı ve İstanbul'un eski günlerini anlatan kitaplar okudukça, onların en az bizimkiler kadar İstanbullu olduklarını hayretle fark ediyor, şaşırıyorduk.

A.Turan Alkan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1128185&title=otekiyim-otekisin-otekiler

Netten okuyun /tıklayın

Hamas-Fetih Barışı... DENİZ TANSİ

http://www.hasturktv.com/arsiv/1979.htm

İsrail Yılları – ROZ KOHEN

http://www.kanalkultur.com/kks/Yazarlar/Roz-Kohen/roz-kohen-israil-yillari.html

Azınlıklar nasıl azınlık oldu? – AYŞE HÜR

http://www.durde.org/2011/04/azinliklar-nasil-azinlik-oldu/

Holokost - Netten Anıyoruz

Holokost Ansiklopedisi

http://www.ushmm.org/wlc/tr/a2z.php

Holokost İnkarı Yargılanıyor: Çarpıtmalarla Yüzleşirken Tarihe Başvurma

"Holokost inkarcıları", Holokost hakkındaki bu sağlam gerçekleri inkar etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaklaşık altı milyon Yahudinin aslında katledilmediği ve Almanların çok büyük miktarlarda para koparmak amacıyla hileyle Siyonist bir senaryonun kurbanı haline getirildiği iddia edilmektedir. Holokost inkarcısı David Irving’in “Auschwitz Zırhlısı’nı Batırın!” sloganı altına inkarcılar, Holokost’un sembolik özünü oluşturan ve Yahudi ıstırabının simgesi haline gelen Auschwitz-Birkenau ölüm kampında zehirli gaz odalarının olduğunu inkar etmektedir.

http://www.hdot.org/tr/denial

Bir toplama kampından çocuk şiirleri

"Haydi, yüreğinizi açmaya çalışın

Güzelliğe; ormanlara gidin bir gün(...)

O zaman anlayacaksınız ne harikulâde bir şey olduğunu

Yaşamanın."

http://www.sozbitti.com/index.php?showtopic=16622

Terezin Nazi Kampı

http://meyraningemisi.blogspot.com/2011/04/terezin-nazi-kamp.html

Bunlar da mı insan? - PRİMO LEVİ

http://www.insanokur.org/?p=4951

Primo Levi'nin yapıtlarında otobiyografik öğeler ve ironi kavramı

http://www.belgeler.com/blg/14nk/primo-levi-nin-yapitlarinda-otobiyografik-ogeler-ve-ironi-kavrami-autobiographic-contents-and-irony-in-the-work-of-primo-levi

Anne Sexton – Auschwitz’den Sonra

Öfke, kara bir orak gibi,

kuşatır beni.

Her gün,

bir Nazi

götürürdü, sabah saat 8'de, bir bebeği

ve kahvaltı için hafif ateşte

pişirdi tavasında.

 

Ve ölüm bakar ilgisiz bir gözle

ve kazır tırnak diplerindeki kiri.

 

İnsan şeytandır,

Bağırırım avaz avaz.

İnsan bir çiçektir

yakılmamalı,

Bağırırım avaz avaz.

İnsan

çamurlara bulanmış bir kuştur,

Bağırırım avaz avaz.

 

Ve ölüm bakar ilgisiz bir gözle

ve kaşır kıçını.

 

İnsan minik pembe ayakları ile,

olağanüstü parmakları ile

bir tapınak değildir

ama bir keneftir.

Bağırırım avaz avaz.

İnsan, bir daha asla bardak kaldırmasın.

İnsan, bir daha asla kitap yazmasın.

İnsan, bir daha asla ayakkabısını giymesin.

İnsan, bir daha asla gözlerini açmasın

bu tatlı Temmuz gecesinde.

Asla.Asla.Asla.Asla.Asla.

Bağırırım avaz avaz bütün bunları.

Yalvarırım Tanrı işitmesin beni.

http://www.sanatlog.com/sanat/anne-sexton-auschwitzden-sonra/