Mümkünce’den geçtiniz mi?

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
6 Nisan 2011 Çarşamba

İnsanın içini ısıtan bir reklam izliyoruz son zamanlarda. Usta oyuncu Şener Şen’in de rol aldığı kısa filmde, ‘Mümkünce’de her şey mümkün’ yazılı bir tabelaya rastlıyoruz. Önceleri Mümkünce’yi senaryo gereği yaratılmış sanal bir isim zannettim. Ta ki, yakın zamanda Beypazarı’na yaptığım bir gezide Taraklı ilçesine giderken Mümkünce’den geçinceye kadar. Gerçi programda olmadığı için görmedik ama Mümkünce’nin gerçekten bir yerleşim merkezi olduğunu öğrenmiş olduk.

Beypazarı son zamanlarda turizmin canlandığı bir ilçe. Restore edilmekte olan evleriyle, geleceğin Safranbolu’su diyebiliriz. Tarihi seyrine ve mimari dokusuna baktığımızda, birçok medeniyete ev sahipliği yapan Beypazarı’nda en son Selçuklu ve Osmanlı egemenliğine tanık oluyoruz.

Eski Ankara-İstanbul yolu üzerinde bulunan Beypazarı’nda sayısız yangınlarla harap olmuş evler Safranbolu’dan gelen ustaların yardımıyla yeniden inşa edildiler. İki- üç katlı olan evlerin en üst katında inşası tamamlanmamış bir oda bulunuyor. Rivayete göre bu anlayış Azrail’in gelmesini önlemek içinmiş.

Arnavut kaldırımları ile gelenlerin ilgisini çeken ilçede el sanatları gelişmiş. Ne yazık ki, çok az özgün hatıra eşyası gördük. Bazı konularda çok fazla globalleşmişiz. Geçen sene Tokat’tan aldığım taş baskı masa örtüsünün aynısı Beypazarı’nda satılıyordu.

Havuç  Beypazarı’nın bir simgesi. Meydandaki yeşil yapraklı, turuncu renkli havuç heykeli her gelen ziyaretçinin dikkatini çekiyor. Çarşıda taze sıkılmış havuç suyu, havuç reçelinin yanı sıra incecik sarılmış yaprak dolma, erişte ve Beypazarı kurusuna rastlıyorsunuz.

‘Yaşayan Müze’ çok etkilendiğim bir mekan oldu. Tutuna tutuna çıktığımız daracık taş merdivenlerinden taş yağma bir avluya çıktık. Soluklanmak için oturduğumuz küçük tahta masalarda kimimiz yörenin ünlü maden suyunu, kimimiz de demli çayları içtik. İki katlı müze oda oda bölünmüştü.

Bir bölümünde isteyenler ebru sanatını uyguladılar. Bir diğerinde Hacıvat’la Karagöz oynatıldı. Bir odada ise bir köylü kadın nazara karşı kurşun döküyordu. Önce göstermelik olduğunu zannettik. Ama gerçekten tatbikatını yaptığını anlayınca, herkes sıraya girip çarşafın altına girdi. Bu da gezinin ayrı bir nüktesi oldu.

Görülecek yerleri kadar Beypazarı’nın yaşam tarzı da ilginç. Kadına çok değer veriliyor. Onların deyişiyle ‘anaerkil’ bir toplum. Eğitim düzeyleri çok yüksek. Kadınla erkeğin eğitim düzeyi neredeyse eşit. Göç olayı yok. Okumaya gidenler hep geri dönmüşler. Dolayısıyla kendi değerlerine sahip çıkmışlar.

Kendilerine ‘cimri’ dememek için ‘tasarrufu seven’ bir toplum olduklarını söylüyorlar.  Örneğin  evlenmek hiç sorun değil. Damat adayının para biriktirmesi, takılar alması gerekmiyor. Zira düğünde bir tek takı takılıyor. O da bir önceki nesilden, bir sonrakine veriliyor. Sünnet düğünü için para harcanmıyor. Yapılan bir düğün sırasında, ailede yaşı gelmiş çocuğun da sünneti aradan çıkıyor. İlginç değil mi?

Meyve ağaçlarının çiçek açtığı bu mevsimde gittiğiniz her yer güzel görünür. Ama yolunuzu bir kez de Beypazarı’na düşürmenizi, güler yüzlü halkıyla sohbet etmenizi, temiz havasını solumanızı öneririm.

Gördüklerim arasında, Beypazarı’nın en iyi lokantası olarak bilinen ‘Bağ Evi’nde Türk Sanat Müziği eşliğinde dans eden baba-oğlu unutamayacağım. 60 yaşındaki oğul bize unutulmaz bir stand-up yaşatırken, avluda sohbet ettiğimiz 84 yaşındaki babası sigarasını özenle sararken gözlerinden yaşam ışığı yansıyordu.