Torunuma mektuplar 19- Gölgenin Sırrı

Sara YANAROCAK Kavram
23 Mart 2011 Çarşamba

Aynada gördüğümüz kişi, bizim en büyük düşmanımız da olabilir, en büyük dostunuzda. Bu neyle yaşamayı seçtiğimize bağlı. Işığımızın sevgisiyle mi, gölgelerimizin korkusuyla mı yaşamayı seçiyoruz? Işığımızı bilincimize çıkarmadıkça, bilinçaltımız bizim adımıza seçimlerini yapar. Ve farkında bile olmadan, geçmişimizin gölgelerinde yaşamaya mahkum oluruz. Gölgelerimizle barışmadığımız sürece, şikayet ederiz, acı çekeriz, suçlarız, suçluluk duyarız, kızarız. “Zavallı ben” rolünü oynayarak, sorumluluk üstlenmekten kaçarız. Tüm bunların, doyumlu bir yaşam sürmek için bize en ufak bir yararı olmadığını bile bile bunu yaparız.

Debbie Ford

Canım torunum, güneş oğlum Guy. Purim Bayramı’nı candan kutluyorum. Okuldaki karnavala katıldın. Kostümün damat kıyafeti sana çok yakışmış güzelim. Arkadaşlarınla oyunlar oynadın, annen melek, baban palyaço oldu. Tatlılarını yedin. Her günün tatlı ve mutlu geçsin kuzucuğum. Hag Purim Sameah.

Bu hafta mektubun başlangıcında sana yazdığım cümleler, beni bu konuda sana mektup yazmaya yönlendirdi.

Guy’cığım hayat öyle tuhaf bir şey ki, insan isterse hayatın harika ve güzel yanlarını isterse sevimsiz ve sıkıcı taraflarını görür.

Hayatı ele alış şekli, tamamen insanın kendi elindedir.

Aynada kendimize baktığımız zaman hoşnut da kalabiliriz, memnun da olmayabiliriz.

Aynaya akseden görüntü senin dünyanın aydınlığını da yansıtabilir, sıkıntılı gölgelerin karanlığını da.

Guy David, aynada göreceğin aydınlık veya karanlık görüntün, tamamen senin ruh durumunla doğru orantılıdır.

Bazı insanlar, hayatın basit taraflarından bile beslenip mutlu olmasını becerirler, etraflarına iyimserlikleriyle ışık saçarlar. Aynadan kendilerine akseden görüntüleri hem kendilerini, hem de çevresindeki insanları aydınlık kılar. Mutlu eder, ısıtır.

Bazı insanlar ise etrafındaki büyük veya küçük olumsuzlukları tümden büyüterek, kendilerini karanlıkların gölgelerine hapseder. Hayata sürekli füme renkli gözlüklerle bakıp hem kendilerine, hem de etraflarına hayatı zehir ederler. Etraflarındaki insanları da kendileriyle birlikte boşluklara, hüzünlere sürüklerler.

Bu insanların beslendiği hayatı damarı “zavallı ben” duygusudur. Yani kendini müzmin bir kurban gibi görürler, hiç bir şey onlara hoşnutluk duygusu yaşatmaz.

Kendilerine mutlu olma hakkını görmezler sanki. Mutlu olmak, iyi hissetmek onlarda suçluluk duygusu yaratır. Etraflarındaki insanların da kendilerini suçlu hissetmeleri için ellerinden geleni yaparlar.

Geçmişimizin gölgelerinde yaşamaya kendimizi mahkum ettiğimiz zaman bunu öylesine içselleştiririz ki kendimizi artık hüzünler ülkesine hapsederiz.

Geçmişte yaşanmış olan sıkıntıları, üzüntüleri ve kızgınlıkları kendi içimizde halledemediğimiz zaman bunların altında ezilir, büzülür, değersiz, sinik, zavallı ve kendine acıyan insanlar haline gelebiliriz.

Guy David, hayatta mutlu olmanın birinci yolu elindeki güzel ve olumlu kazanımlarınla sahip olduğun iyi duygular, dürüstlük, sağlam bir inanç duygusuyla, seni sevenlerle ve kendi sevdiklerinle birlikte yaşadığın iyi günün farkına varıp, kıymetini bilerek yaşamaktır. Kaybettilerinin ve ulaşamadığın şeylerin yasını tutup ah vah etmek yerine, bu anda elinde olan, sana ait olan güzel duygular ve imkanlarınla mutlu olmasını bilmektir.

“Düşüncen konuşmana,

Konuşman hareketine,

Hareketin kaderine yansır.

Güzel düşün, güzel yaşa”

Mevlana

Canım güzel oğlum, hayatta seninle ilgili en önemli dileklerinden biri, aydınlık, huzurlu, doygun ve memnun bir biçimde hayatını yaşaman.

Dilerim hiçbir neden ve hiçbir kimse seni gölgelerin içine çekemesin. Karanlık bir aynanın çerçevesi içine seni hapsedemesin.

“Unutma, sana ışık tutanlara sırtını dönersen, göreceğin tek şey kendi karanlığındır”

Descartes

Guy aşağıda sana bu konuyla ilgili bir halk masalı anlatmak istiyorum.

Yeni bir mektupta buluşana değin, seni hasretle öpüyorum tatlım.

Seni çok seven Babaannen Sara

18 Mart 2011

Torunuma bir öykü "Taşçı"

Tüm dileklerin gerçekleştiği zamanlardan birinde, her sabah kazmasını yanına alarak dağların taşların yontmaya giden bir taşçı yaşarmış. Yaptığı işten nefret eder ve dünyanın en güçlüsü olmayı istermiş. Günlerden bir gün, kükremeleri andıran gürültüler duymuş ve taş yonttuğu dağın yan tarafından bakınca, kalabalık bir insan topluluğunun kollarında taşıyıp coşkuyla selamladğı bir kral görmüş.

 “İşte bu” diye düşünmüş. “Bir kral olsaydım eğer, herkes beni selamlar, bana tezahürat yapardı. Çok güçlü olurdum.” Böylece kral olmayı dilemiş ve kral olmuş.

Halkı tarafından kollarda taşınmak ve çoşkuyla selamlanmak çok hoşuna gidiyormuş ama hava sıcakmış ve kralın kürkü ile ağır tacı onu rahatsız ediyormuş. “Benim kadar güçlü bir kralı rahatsız eden şey nedir?” diye düşünmüş. Sorusunun yanıtı güneşmiş.

“Güneş olmayı mı dilemeliydim acaba? O kraldan daha güçlü” demiş kendi kendine. Ve böylece güneş olmayı dilemiş ve güneş olmuş. Buna bayılmış. Işığını kullanıp bitkileri büyütebiliyormuş. Işınlarını yönelttiği her yerde kontrolü ele alabiliyormuş. Ama sonra, kendisinden daha güçlü bir şey yolunu tıkamış, ışığını engellemiş. Bu bir bulutmuş.

“Bulut olmayı mı dilemeliydim acaba? O güneşten daha güçlü” demiş kendi kendine. Ve böylece bulut olmayı dilemiş ve bulut olmuş. Buna bayılmış. Dört bir yana atılıp, güneşin ışıklarını engelleyebiliyormuş. Ama sonra, kendisinden daha güçlü bir şey onu havalandırıp uçurmuş. Bu rüzgârmış.

“Rüzgâr olmayı mı dilemeliydim acaba? O buluttan daha güçlü,” demiş kendi kendine. Ve böylece rüzgâr olmalı dilemiş ve rüzgâr olmuş. Buna bayılmış. İstediği yere üfleyerek, istediği her şeyi hareket ettirebiliyormuş. Kendini çok güçlü hissediyormuş. Ta ki hareket ettiremeyeceği bir şeyle karşılaşıncaya dek. Bu dağmış.

“Dağ olmayı mı dilemeliydim acaba? O rüzgârdan daha güçlü” demiş kendi kendine. Ve böylece dağ olmayı dilemiş ve dağ olmuş. Ve buna bayılmış. Öylesine güçlüymüş ki hiç kimse onu yıkamazmış. Hiçbir şey onu hareket ettiremezmiş. Ama durum. “Ay! Oh yo, dağın canını acıtan bu şey de neymiş böyle?” Bu taşçının kazmasıymış!

İşte o anda taşçının ne kadar güçlü olduğunu anlamış. Ve ömrü boyunca yaptığı işi yapmayı dilemiş. Taşçı olmuş. Ama bu kez kendi gücünün farkına varmış.

Kaynak: Geçmişimizden Tohumlar: Geleceğin Ekinleri.

Yahudi Öyküleri Ve Masalları