Bu hafta ağımıza takılanlar...

Annesinin onun yerine Peter’ı gördüğü 13 Aralık 1942 günkü ağlayışını aklından çıkaramaz. Annem 67 yıldan beri, geri dönmediğim için sevinçten mi ağlamıştı? Yoksa Isaakito’sunun geri dönmeyişinin hayalkırıklığına mı gözyaşı dökmüştü? Doktorlar, dostları, eşi, oğulları, ne kadar onun suçsuz günahsız olduğunu söyleseler de, Isaak Behar, 64 yıl sonra bile, ruh huzurunu, annesinin, babasının ve kızkardeşlerinin ölüme gönderildikleri o pazar sabahı sonsuza dek yitirdiğini hisseder. – Doğan Akhanlı

İzak BARON Diğer
2 Mart 2011 Çarşamba

YOKSA ISAAKİTO’SUNUN GERİ DÖNMEYİŞİNİN HAYALKIRIKLIĞINA MI GÖZYAŞI DÖKMÜŞTÜ?

Isaak Behar şimdi 87 yaşında. Kitabını okudum, hakkında yapılmış belgesel filmleri izledim ve onunla yapılan üç söyleşiye katıldım. Söyleşilerin hepsinde, yakışıklılar yakışıklısı iki oğlun Daniel ve Benjamin’den, onu seven ve onun için Yahudi dinine geçmekle kalmayıp annesinin adını da alan, 40 yıldan fazla evli olduğu eşi Lea Hanım’dan söz eder. “Mutlu olduğumu söyleyeceğim ama” der, sonra her seferinde annesine söz verip de geri dönemediği o Pazar sabahını hatırlayarak yutkunur. Sonra, annesinin onun yerine Peter’ı gördüğü 13 Aralık 1942 günkü ağlayışını bir türlü aklından çıkaramaz. Annem diye sorar 67 yıldan beri, geri dönmediğim için sevinçten mi ağlamıştı? Yoksa Isaakito’sunun geri dönmeyişinin hayalkırıklığına mı gözyaşı dökmüştü? Doktorlar, psikologlar, dostları, eşi, oğulları, ne kadar onun suçsuz günahsız olduğunu söyleseler de, Isaak Behar, 64 yıl sonra bile, ruh huzurunu, annesinin, babasının ve kızkardeşlerinin ölüme gönderildikleri o pazar sabahı sonsuza dek yitirdiğini hisseder. Çünkü, diye düşünür o günden beri, annemin o pazar sabahı niçin ağladığını asla öğrenemeyeceğim.

Doğan Akhanlı

http://www.demokrathaber.net/izak-behar--“annem-o-sabah-nicin-agladi”-makale,368.html

YAŞANAN SAVAŞLAR SONUCU ÇEKİLEN ACILAR MIYDI HÜZÜNLÜ LEFKOŞA’YI VE HÜZÜNLÜ KUDÜS’Ü ORTAK KILAN?

“Saray Otel’in terasından baktığımda, Lefkoşa’yı bir bütün olarak sadece gözlerim görüyordu. Aslında gördüğüm, bir şehrin içinde her şeye rağmen birbirine karışmış iki ayrı din, iki ayrı kültürdü ve tüm bunlara gözle görülmeyen ama insanın içine işleyen bir hüzün hakim oluyordu.

İçime işleyen o hüzünle dolaştım eski Lefkoşa sokaklarını. Bandabuliya’da sebze, baharat kokularına eşlik eden eskinin kokusunu mutlulukla içime çektim. Büyük Han’ın parke taşlarının üzerinde adımlarımın çıkarttığı tok sesin kulaklarıma verdiği hazzı hissediyor, içlerinde Kıbrıs’a özgü el işlerinin, çeşitli hediyelik eşyaların satıldığı odalarda dolaşırken, oralarda neler yaşandığını beynimde canlandırmaya çalışıyordum. Selimiye Camii’nin heybeti karşısında ise boğazımda düğümlenen küçük yumruyu uzun zaman çözemedim. Büyük Han’ın köşesinde, surlara dayanmış derme çatma yapılmış, hasır iskemleli küçük kahvede sıcacık pilavunanın (bir çeşit çörek) yanında çayımı yudumlarken ‘ben bu mistik havayı ve hüznü bir başka şehirde daha yaşamıştım’ diye düşünüyordum. Kudüs’tü bu şehir! Orada da insanın içini yakacak kadar kuvvetli mistik bir hava ve hüzün koklardım. Ve elimde olmadan düşündüm… Yaşanan savaşlar sonucu çekilen acılar mıydı hüzünlü Lefkoşa’yı ve hüzünlü Kudüs’ü ortak kılan?” 

Stella Aciman, dünyadaki bir başka azınlık bizi bize anlatmak için içimizden 25 tane kadın seçiyor. Çünkü aylar yıllar boyu gezdiği, aslında bir yerde tutkunu olduğu ve belki de bundan sonraki yaşamını burada geçirmeye karar verdiği bu ülkenin en az konuşan kesiminin kadınlar olduğunu gözlemliyor. Aramızdan kadınlar. Her kesimden, her meslekten kadınlarımız konuşuyor bu kitapta. Kadınlarımız, bugün geldiğimiz noktayı öyle net ve öyle anlaşılır şekilde anlatıyorlar ki bu kitapta, insan hiç şaşırmıyor “neden bugün buradayız?” diye…

Dr. Filiz Besim

http://www.yeniduzen.com/detay.asp?a=28645&z=17

İSMET PAŞA’NIN İSRAİL’İ TANIMASININ NEDENİ, BATI DÜNYASINA HOŞ GÖRÜNMEK VE VARLIK VERGİSİ UYGULAMASINDA, TÜRKİYE’DEKİ YAHUDİLERE UYGULANAN BASKIYI AFFETTİRMEKTİ

Peki biz ne yaptık?

Cezayirli, direnişçilere çaktırmadan, yardımda bulunduk ama dünya önünde resmen Fransa’nın yanında yer aldık... Yani Cezayirli direnişçiler acımasızca katledilirken, biz Fransa’yı destekledik… Sonra 1962’de Cezayir özgürlüğünü kazandı ama biz yine de Cezayir’i tanımadık!

O zaman desteklediğimiz 1,5 milyon Cezayirli’nin katili “soykırımcı” Fransa, şimdi bizim 1,5 milyon Ermeni’ye “soykırım” uyguladığımız iddiasının bayraktarlığını yapıyor!

İkinci hadise, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, İsrail kurulur kurulmaz, ilk tanıyanlardan biri de, Türkiye oldu! İsmet Paşa’nın İsrail’i tanımasının nedeni, Batı dünyasına hoş görünmek ve Varlık Vergisi uygulamasında, Türkiye’deki Yahudilere uygulanan baskıyı affettirmekti…

Ama İslâm Dünyası, bunu da affetmedi, unutmadı…

Cevhar Kantarcı

http://www.gazeteport.com.tr/YAZARLAR/NEWS/GP_858738

BU ROMANDA NE MUSEVİLERDEN NE DE YAHUDİ DÜŞMANLIĞINDAN SÖZETTİM. OYSA YAHUDİ DÜŞMANLIĞINI KONU ALAN SÖYLEMLERE DEĞİNDİM

19. yüzyıl Avrupası’nda odaklanan ‘Prag Mezarlığı’ adlı romanında dönemin gizli haber alma servisleri arasındaki mücadeleyi anlatan, roman kahramanının öyküsünü kaleme alırken anlattıklarının gitgide bugün yaşadıklarımızla benzerlikler göstermeye başladığını, gizli serviler arasındaki mücadelede yazdıklarının bugün Assange ve Wikileaks’le gündeme geldiğini, kendisinin bir dahi ya da peygamber olmadığını, çünkü bugün yaşananların geçmişte de yaşandığını, herkesin bildiği gerçeklerin gizli servislere geçmiş yüzyıllarda da satıldığını aktardı. Tarihin söylemlerden meydana geldiğini, birçok okuyucusunun kendisine roman kahramanlarının düşüncelerini yakıştırdığını söyleyen yazar, “Bu romanda ne Musevilerden ne de Yahudi düşmanlığından sözettim. Oysa Yahudi düşmanlığını konu alan söylemlere değindim. Bu roman tarihin söylemlerden, söylemlerin de olgulardan oluştuğunu anlatmaya çalışıyor. Bu yönüyle okurların kolayca kavrayabileceği bir roman değil.”

Eco’nun İtalya’da geçtiğimiz yıl ekim ayında yayımlanan ‘Prag Mezarlığı’ adlı romanı Vatikan’ın gazetesi Osservatore Romano ve Roma Hahamının eleştirilerine hedef olurken yazarın Gizli Siyon Protokolleri’ni* roman malzemesi seçmesi İtalya ’da antisemitzm eksenli siyasi bir tartışma başlatmıştı. Roma Hahamlığı’ndan yapılan açıklamada Eco’nun Nazizm’e esin olan Gizli Siyon Belgeleri’ni malzeme olarak kullanılması eleştirilerek bu tercihin yeni bir Yahudi düşmanlığına neden olabileceğini öne sürülmüştü. Eco ise ‘Prag Mezarlığı’nın öncelikle bir tarih kitabı değil roman olduğunu anımsatmış, Gizli Siyon Belgeleri’nin gerçek olmadığına vurgu yaparak, “Ana haber bültenlerinde akşam cinayet haberleri yayımlanıyor. Çocuklar da izliyor bu haberleri. Uzmanlar izletmeyin deseler de çocuklar, gençler bir şekilde internet üzerinden ulaşıyor bu tür haberlere. Geçmişte Nazizm’e, günümüzde El Kaide ve benzeri örgütlere esin periliği yapan Gizli Siyon Protokolleri’ne intermet dahil birçok kaynakta ulaşılıyor. Tarihin labirentlerinde tartışılan belgeler konusunda konuşmak yerine suskun kalmayı anlamıyorum” diye konuşmuştu.

Aslı Kayabal

http://www.acikgazete.com/editorden/2011/02/24/wikileaks-i-animsatan-olaylar-19-yuzyilda-da-yasandi.htm?aid=40202

MUSEVİ OKURLARIMIZ HEP BİRLİKTE YÜKSEK SESLE BİR KADDİŞ SÖYLESİNLER

Yitgadal ve yitgadaş şmeh Rabba... Musevi okurlarımız hep birlikte yüksek sesle bir Kaddiş söylesinler. Müslüman okurlarımız da içlerinden bir Fatiha okurlarsa seviniriz. "Gayrımüslime Fatiha okunur mu?" diye tartışmayı bırakınız, lütfen okuyunuz.

Çünkü Yomtov Garti ölmüş

Yıllarca anamı ağlatmıştı...

Benim fizik hocamdı. Bizden önce matematiğe de gidermiş, ben fiziğine takıldım.

Hiç umurumda değildi fizik de kimya da biyoloji de cebir de geometri de. Hiç çalışmıyordum, Mösyö Garti de sürekli kırık not veriyordu tabii. Bir, iki, kimi zaman üç... Dört aldığımız zaman sevinir, beş alırsak havalara uçardık. Biz o zamanlar rahmetli Salih Attila'yla birlikte sınıfın en arka sırasında haftada üç roman bitirirdik, iki Türkçe bir de Fransızca. Varlık Yayınları dört lira, Livre de Poche dört yüz yetmiş beş kuruş. Okuduktan sonra değiştokuş ederdik. Salih on yedi yaşında öldü, Mösyö Garti doksan altı yaşında.

Bu nedenle Mösyö Garti'yi sevmezdim, şimdi düşünüyorum da, o benim değil ben onun anasını ağlatmışım "haylaz" öğrenciliğimle.

Sonradan çok sevdim onu, "iş bittikten" sonra, fen engelini, hele o "onuncu sınıf" belasını kazasız geçip kapağı edebiyat şubesine attıktan sonra.

Engin Ardıç

http://sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2011/02/25/mosyo_garti

DÜŞÜNEN VE ARAŞTIRAN ÜSTÜN BİR BEYİNLE BİRLİKTE, YILLARIN BİLGİ VE TECRÜBE BİRİKİMİ, KAĞIDA DÖKÜLMEMİŞ VE DÖKÜLEMEYECEK NE VARSA YOK OLUP GİDER

Yomtov Garti’yi bilen bilir.

Marifet iltifata tabi ise, Garti yaşarken hak ettiği itibarı, sevgiyi, saygıyı gördü.

Benim tarifime, benim övgüme ihtiyaç yok.

Ama diyeceğim şu ki...

Araplar “Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibidir” derler.

Bu sadece şairane bir vecizeden ibaret değil.

Düşünen ve araştıran üstün bir beyinle birlikte, yılların bilgi ve tecrübe birikimi, kağıda dökülmemiş ve dökülemeyecek ne varsa yok olup gider.

Bir Einstein’ın, bir Pascal’in, bir Spinoza’nın, bir Goethe’nin, bir Euler’in... Aklıma ilk gelenleri saydım, ölümü “âlemin ölümü” gibi değil midir?

Bir 10’ar sene daha yaşasalardı eğer, bugün nerede olurduk acaba?

Yahut beyinlerindekini “kurtarmak” mümkün olsaydı eğer...

Bilim beyni tanımaya; hisleri, düşünceleri ‘okumaya’ çalışıyor yıllardır.

Belki gün gelir... Alimle birlikte âlemin ölmesi engellenir!

Serdar Devrim

http://www.yenibiris.com/HurriyetIK/Oku.aspx?ArticleID=9182

ANTİSEMİTİZM VE HER TÜRLÜ IRKÇILIK BİR İNSANLIK SUÇU, BİR CİNNET VE CİNAYET FİKRİ...

Neden Amerikan Büyükelçisi Ricciardione bizim 'ulusalcılar'a arka çıkıyor? Bizim ulusalcı Yahudi düşmanlarının İsrail lobisi ve 'neo-con'larla işleri ne? Bu tuhaf birlikteliğin yegâne sebebi AK Parti düşmanlığı olamaz. Öyleyse bu ruh hali içerde olduğu gibi dışarda da insanların kimyasını bozuyor demektir. Son derece sağlıksız. Bir o kadar sağlıksız olan da 'nefret söylemi'...

Antisemitizm ve her türlü ırkçılık bir insanlık suçu, bir cinnet ve cinayet fikri... 2004'te Soner Yalçın'ın 'Efendi' kitabıyla bu fikir 'Türk popüler kültürü'nün bir parçası haline geldi adeta. Bu 'onur'da aslan payı da kitabı basıp mağazalarının başköşelerinde pazarlayan Doğan Kitapçılık ile, kitap çıktığında tanıtım ve reklam kampanyasının tavan yaptığı bu grubun gazete ve televizyonlarına ait.

Tebrik edilesi işlere imza attılar. Yeni kuşak bir antisemitler topluluğu yarattılar; bunlar kentli, eğitimli ve laik ulusalcılar. Her şeyden ve herkesten korkan, memleketin satıldığına iman eden, irrasyonel insanlar grubu...

İhsan Dağı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1097015&title=yahudi-dusmanlarina-amerikan-destegi

İSRAİL'İN HASIMLARI AYNI ANDA 200-300'DEN FAZLA SAYIDA FÜZE YA DA ROKETİ İSRAİL'LE ATARLARSA NE OLUR?

İsrail'in hasımlarının bu sayıdan çok füze ya da roketi belli bir sürede İsrail hedeflerine atması halinde sistemin bunlarla baş etmesinin hem teknik ve hem de maliyet açısından mümkün olmadığı da söyleniyor. Bu konu şöyle de ifade edilebilir: İsrail'in hasımları aynı anda 200-300'den fazla sayıda füze ya da roketi İsrail'le atarlarsa ne olur (ki bugün Hizbullah'ın 50.000, Hamas'ın binlerce ve Suriye'nin de binlerce füzeye sahip olduğu tahmin ediliyor)? İsrail muhtemelen bunlarla baş edemez ve bu durumda hasımlarına karşı başka vasıtalara başvurur. Bunlar da kritik hedeflere ya da füze atılan bölgelere ağır bombardıman ve ağır topçu atışı ve daha ağır olanları olur. Bu durumda ihtilaf büyür ve geniş ve yaygın savaşlara yol açar. Hasımlar da buna kendi imkânlarıyla cevap verir ve böylece bölge yangın yerine döner.

İsrail'in bugün için en büyük stratejik korkusunun mahiyeti ve bu konudaki ihtimaller işte böyle. Ayrıca buna elbette İran füzeleriyle ilgili korkusunu da eklemek gerekiyor. Bunları ve ilgili konuları şimdiden bilmek de şart oluyor.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1096563&title=israilin-en-buyuk-stratejik-korkusu

İRAN VE İSRAİL’İN GİZLİ SAVAŞI DEVAM ETTİKÇE – İKİ TARAFIN DA GİZLİ YÜRÜTMEYİ TERCİH ETTİĞİ SAVAŞ – TAHRAN YAVAŞ YAVAŞ UYUMSUZLUĞUN FİYATININ ÖDEMEK İSTEDİĞİNDEN FAZLA OLDUĞUNU ANLAYACAKTIR

Bazıları Mısır’daki olaylar yüzünden İsrail-Filistin barış görüşmelerinin artık durdurulması gerektiğini söylüyorlar. Bence tam aksine. Herkesi tatmin edecek en iyi sonuç simdilik erişilmez olsa bile – ve artık iki tarafın uzlaşmaz tutumları yüzünden tam bir çözümün hiçbir zaman olmadığı gerçeğini kabul etmenin zamanı geldi -  Filistin devletinin 2011 de kurulacağı artık çok muhtemel. Tüm anlaşmazlıklar çözülmese bile.

İsrail İran’a da aynı güçlü yaklaşımı gösterebilir. İran halkı ve bilhassa onlara zulmeden rejim nükleer programları yüzünden başlatılan boykot sonucu Kuzey Kore gibi yanlızlığa itilirlerse fazla dayanamıyacaklardır. İran ve İsrail’in gizli savaşı devam ettikçe – iki tarafın da gizli yürütmeyi tercih ettiği savaş – Tahran yavaş yavaş uyumsuzluğun fiyatının ödemek istediğinden fazla olduğunu anlıyacaktır. Arada, İran rejimi halkı güvenilir bilgi kaynaklarından mahrum etmeye devam ettikçe İsrail İran’daki milyonların açık, serbest ve inanılır bilgi kaynağı olabilir. Tabi ki bu sabır, dayanma ve özveri isteyen uzun süreli bir çalışmadır. İsrail bu konuda çok şey yapıyor. Daha da yapabilir ve yapmalıdır.

Eninde sonunda kâhinlerin uyarılarına rağmen İsrail’in korkuya kapılmasına hiç gerek yok. Kendi nisbeten kuvvetli pozisyonunu kullanarak İsrail Ortadoğu’da hem kendi çıkarlarını korumak hem de bu dengesiz bölgede güçlü bir istikrar kaynağı olması ona çok şey kazandıracaktır.

Efraim Halevy

http://www.hasturktv.com/arsiv/1690.htm

NASIL Kİ UZUN ZAMAN KENDİ BÜNYELERİNDEKİ SORUNLARI GÖZ ARDI EDEN ARAP DEVLETLERİ HİÇ BEKLEMEDİKLERİ ANDA DEPREMLERE YAKALANIYORLARSA, İSRAİL'İN DE AYNI AKIBETLE KARŞILAŞMASI KAÇINILMAZ

İsrail'in 1967 Altı Gün Savaşı'nda işgal ettiği Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki 100'den fazla yerleşim bölgesinde bugün 500 bin civarında Yahudi yerleşimci yaşıyor. Yerleşimciler, uluslararası hukuka göre 'işgalci' statüsünde bulunmalarının yanı sıra, hem İsrail ordusuna hem de Filistinlilere karşı saldırgan tavırlarıyla biliniyorlar.

Zeytin bahçelerine, ibadethanelere, kasabaların altyapılarına, insanlara yerleşimcilerle düzenlenen sistemli ve bilinçli saldırılar, yerleşimci gerçeğini İsrail'in istikbali açısından bir an önce yüzleşilmesi gereken tehlikeli bir olgu haline getiriyor.

İsrail içinde yerleşimcilere karşı çok ciddi bir reaksiyon hareketi başlatmak, en azından şu günlerde, mümkün değil. Zira sözü dinlenilen birçok dini lider ve İsrail siyaset sahnesindeki birçok önemli devlet adamı "illegal yerleşimlerin" sınırları içinde yaşıyor. Tıpkı Amerikan siyasetindeki 'hem kınama hem destekleme' ikilemi gibi, İsrail içinde de yerleşimcilere karşı böyle bir ikilem mevcut.

Aslında Arap dünyasında son haftalarda yaşanan karmaşa, İsrail'e kendi içindeki bu ve benzer sorunları çözmesi için bir hatırlatmada bulunuyor: Nasıl ki uzun zaman kendi bünyelerindeki sorunları göz ardı eden Arap devletleri hiç beklemedikleri anda depremlere yakalanıyorlarsa, İsrail'in de aynı akıbetle karşılaşması kaçınılmaz.

Peki, İsrail olanlardan kendine ne kadar hisse çıkarıyor? Herhalde cevabını herkesin bildiği bir soru bu.

Taha Kılınç

http://usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/02/24/araplarin_israile_verdigi_ders

ULUSLARARASI AÇIDAN İSRAİL, EN İYİ İHTİMALLE ŞEFFAF, EN KÖTÜ İHTİMALLEYSE SAĞI SOLU BELLİ OLMAYAN BİR ÜLKE HALİNE GELDİ

Başbakan Tayyip Erdoğan’a oldukça yakın bir stratejik araştırmalar enstitüsünün direktörü Dr. Sedat Laçiner de “Türkiye artık İsrail’e hiçbir şey borçlu değil” diyor. Erdoğan’ın politikalarına karşı çıkan Milliyet gazetesi analisti Kadri Gürsel’e göreyse, “İsrail bölgede tecrit edilmiş bir ülke ve ne kadar tecrit olursa, o kadar tehlikeli oluyor. Sadece İran’a saldırması bile bölgeyi savaşa sürükleyebilir.”

Gazze filosu olayını inceleyen BM komitesinde Türkiye’nin temsilcisi olan diplomat Özdem Sanberk de sertlik konusunda aşağı kalmıyor. Sanberk ayrıca Türkiye’nin İsrail’den talep ettiği tazminat ve özürle ilgili anlaşma sağlamaya çalışan İsrail-Türkiye komitesinin de üyesi. “Komitenin anlaşmaya vardığını ve İsrail Başbakanı’nın da çözümü kabul ettiğini”, fakat İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın İsrail’in özür dileme ihtimalini reddettiğini söylüyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden inşa edilmesinin sıkı destekçilerinden Sanberk’in asıl kaygısı, mevcut durumun normal addedilip, değişmesinin imkânsız hale gelmesi.

Gelinen noktadaki yakıcı soru, BM Genel Sekreteri’nin filo olayıyla ilgili inceleme komitesinin raporunu nasıl ifadeye dökeceği ya da İsrail’in daha kötü mü yoksa daha iyi bir konumda mı kalacağı. İsrail, vakanın bütününden zaten ciddi bir darbe yedi. Türklerin saldırıda hayatını kaybetmesinin ardından, Gazze’ye yönelik abluka büyük ölçüde kaldırıldı. Uluslararası açıdan İsrail, en iyi ihtimalle şeffaf, en kötü ihtimalleyse sağı solu belli olmayan bir ülke haline geldi.

Zvi Barel

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&Date=&ArticleID=1041378

İSRAİL İÇİN DE AKLINI BAŞINA TOPLAMA İHTİYACI HİÇ BU KADAR ACİL BİR HAL ALMAMIŞTI

Temsili Arap yönetimlerinin İsrail'in Filistinliler üzerinde işgal ve boyunduruğunu sürdürmesine rıza göstermeyeceği muhakkak. ABD ve Avrupalı müttefikleri için, İsrail'i kayıtsız şartsız destekleme politikalarını terkedip, Oslo barış sürecini canlandırma ve İsrail'le Filistin arasında kalıcı barış için çalışmaya başlama zamanı geldi. Geçenlerde yazdığım gibi, İsrail için de aklını başına toplama ihtiyacı hiç bu kadar acil bir hal almamıştı. Arap devrimleri kaçınılmaz olarak, İsrail halkının ve Yahudi diasporasının, İsrail'in huzur ve güvenliğinin Filistinlileri işgal ve boyunduruk altında tutmakla değil, ancak adil bir barışla mümkün olacağını kavramalarına yardımcı olacak.

…..

Türkiye'de "eksen kayması" iddiası çöktü; Türkiye Ortadoğu'dan değil, Ortadoğu Türkiye'den esinleniyor... Aklı başında Amerikalılar ve Avrupalıların, AKP iktidarında Türkiye'nin Ortadoğu'da demokratikleşmeye yaptığı katkıyı görmeleri ve artık (Neocon ve İsrail lobisi kaynaklı) "eksen kayması" iddialarını bir kenara bırakmaları zamanı geldi. Zaman, Türkiye'yi AB'den dışlamak isteyen Avrupalı siyasilerin de daha iyi düşünmeleri için bir fırsat sağlıyor.

Şahin Alpay

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1099215&title=araplarin-uyanisindan-cikarilacak-dersler

YANİ PATRON SABETAYCI DEĞİL DE MÜSLÜMAN TÜRK OLSA SORUN KALMAYACAK MIYDI?

Metal Fırtına, Kurtlar Vadisi, Kavgam üçlüsünün gençlik içerisinde yayıldığı günlerin pelerinli kahramanıdır Yalçın. Okuma oranının dibe vurduğu, ancak ve ancak Best-Seller zırvaların okunduğu günlerde “best” satmanın yolunu yakalamış hırslı bir gazetecidir.  Merak, cinsellik ve din üçlüsünün çok satmanın şifresi olduğu günlerde zirve yapmıştır. Sabetayizm üzerinden yediği ekmek tam da bununla açıklanmalıdır. Şimdilerde eski heyecanı yaratmayan Sabetaycılık kavramı üzerinden yazdığı kitapla “abi biliyor musun ülkeyi Sabetaycılar yönetiyooo” çıldırmasının baş mimarlarındandır. Her ne kadar Yalçın, insanların böyle düşünmesini istememiş olsa da kâr hırsıyla yaptıklarının ortaya çıkardığı sonuç budur.

Yalçın’ın bakış açısı sınıf kavramının üzerini örter. Çünkü bir patronun temel güdüsü kâr etmek, çıkar ilişkilerine girmek, sermaye birikimini arttırmak için devlet aygıtıyla hükümetler vasıtasıyla ilişkilenmek, emperyalizme yedeklenmektir. İster sabetaycı, ister mason, ister satanist olsun… Ne fark eder. Patron patrondur işçi de işçi…

Ülkedeki “tüm zenginler Yahudi’dir” gibi bir ön kabulü insanların kafasında canlandıran bu gizemli kitap ve görüşler sınıfsallığın üstünü örtüp Yahudi karşıtı bir milliyetçiliği körüklemekten başka ne işe yaradı? Yani patron sabetaycı değil de Müslüman Türk olsa sorun kalmayacak mıydı?

Barış İnce

http://www.birgun.net/politics_index.php?news_code=1298884809&year=2011&month=02&day=28

Netten okuyun /tıklayın

Son tanık... Marek Edelman’in anısına... – DOĞAN AKHANLI

http://www.demokrathaber.net/son-tanik-marek-edelmanin-anisina-makale,243.html

Cahit Kayra ve Varlık Vergisi – MURAT BARDAKÇI

http://www.haberturk.com/yazarlar/604626-cahit-kayra-ve-varlik-vergisi

70 yıl sonra Varlık Vergisi – HASAN PULUR

http://www.milliyet.com.tr/70-yil-sonra-varlik-vergisi/hasan-pulur/yasam/yazardetay/26.02.2011/1357149/default.htm

Varlık Vergisi ve Milli Koruma Kanunu – EMRE GÜL

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=149044

Okul Öncesi Yıllar: 20. Asrın İkinci Yarısı – ROZ KOHEN

http://www.kanalkultur.com/kks/yazarlar/roz-kohen/2502-roz-kohen-okul-oncesi-yillar-20-asrin-ikinci-yarisi.html

Arşivlerden

Feuchtwanger: bir entelektüel kaderi – AHMET TULGAR

Feuchtwanger’in kişisel tarihi, düşünsel dünyası Alman entelijansiyasının Nazizm karşısındaki çaresizliğinin özetidir biraz da.

Yaklaşmakta olan bir felaket, yalnız ve aşırı güç atfedilmiş aydınlar, hata üstüne hata yapan bir sosyaldemokrasi. Ülkeler nasıl da benzer birbirlerine. Biri birine, biri diğerine, dönem dönem.

http://ahmettulgar.wordpress.com/2010/10/25/feuchtwanger-bir-entelektuel-kaderi/