20.Yüzyılda İspanya-Sefarad ilişkileri

Coya DELEVİ Perspektif
15 Aralık 2010 Çarşamba

“500 yıl boyunca, çeşitli kültürel zenginlikler yaratıp sürgünde tüm canlılığıyla yaşamını sürdürmüş olan ‘Sefaradizm’, fiziki olarak, 1992’de sona ermiştir. Bununla beraber, Judeo-Espanyol lisanında bayramlarını kutlayan, o lisanı konuşan atalarını unutmanış olanların gönlünde günümüzde de yaşamını devam ettirmekte, Sefarad şarkılarını ve mutfağını belleklerde yaşatmayı sürdürmektedir. Sefaradizm’i canlı tutan yalnızca ve yalnızca bu insanların geçmişlerine ve atalarına duydukları sonsuz sevgidir...” Edgar Morin

13.Alfonso 1931’de İspanya’yı terk etti. Bunu izleyen yıllarda Hispano-Sefarad ilişkileri nasıl gelişti? Bugün hangi noktadayız? En önemlisi, 2. Dünya Savaşı yılları nasıl geçti? 2. Cumhuriyet, politik çalkantılar, İspanya İç Savaşı, General Franco’lu yıllar... Bu oldukça uzun sürecin önemli olaylarını kısaca nakledeceğiz. Doğal olarak bu, bir kitabın verebileceği ölçüde ayrıntılı bir çalışma değil. Gene de, okura bazı ipuçları iletmesi açısından yararlı olabilir.

Cumhuriyetçi iktidar Yahudilere yönelik olumlu politikasını sürdürdü. Örneğin, 1935’de eski Cordoba Sinagogu’nda çeşitli törenlerle ünlü düşünür Maimonides’in (Rambam) doğum günü kutlandı...

18 Temmuz 1936’da İspanya İç Savaşı başladı. Bunun 2. Dünya Savaşı’nın bir provası olduğu söylenir. Yani ‘demokrasinin faşizme karşı savaşı’... Çok sayıda Yahudi, tehdit altındaki ‘Cumhuriyet’in yanında çarpıştı. Ancak, bir grup Yahudi’nin de asilerin ve İtalyan faşistlerin saflarında harbe katıldığı biliniyor. 1 Nisan 1939’da sona eren bu şavaşın üzerinden beş ay geçmemişti ki, 2. Dünya Savaşı patlak verdi.

General Franco, henüz tüm ülkenin kontrolünü yeni, yeni sağlayabilmişti. Öyle ki, iktidarı bir ölçüde etkilendi. Politika yazarları ortak bir noktada birleşiyor: “Franco, ülkesinin Hitler ve Axis Kuvvetleriyle (Almanya, İtalya, Japonya) iş birliğine olumlu bakıyordu. Böyle olmasına rağmen, savaşın ilk yıllarında, özellikle bir ‘taahhüt’ altına girmekten de kaçındı”. Erensia Sefardi Dergisi’nin editörü Dr. Albert de Vidas 2005’te, yani Pulido’nun 1905’te yayınlanan kitabının 100. yılında şöyle yazıyordu:

“Ne acıdır ki, Sefaradların, Madrid’in ilgisine, korumasına en çok gereksinim duydukları Holokost yıllarında Pulido hayatta değildi. Belki de yaşasaydı, 300.000 ‘Vatansız Yahudi’ (Israelitos sin Patria), Franco İspanyası’nın onlar için küçük parmağını bile kaldırmadığı bu meş’um dönemde, ölüm kamplarında, Almanya ve işbirlikçileri tarafından katledilmekten kurtulabilirdi...”

Geçenlerde, İspanya’nın El Pais Gazetesi’nde, “Franco Nazilere Yahudilerin listesini verdi” başlığıyla yayınlanan bir haber özetle şunları diyordu:

“1941 yılında Franco, yerel yöneticilere, beldelerinde yaşayan Yahudilerin listesini hazırlamalarını emretmişti. Bunları Himmler’e vermek niyetindeydi. 2. Dünya Savaşı’nın süregeldiği yıllarda hazırlanan listelerde 6.000 Yahudi’nin ismi bulunuyordu. O dönemde İspanya’nın, Almanya, İtalya, Japonya ittifakına katılacağı söylentileri dolaşıyordu. Öyle ki, İspanya, Yahudileri ‘yakın’ göz hapsine almıştı.

Savaşın sonlarına yaklaşıldığında, Almanya’nın mağlubiyetleri karşısında Franco, Hitler’le ilişkilerini sonlandırma gayretine girdi. Hazırlanmış olan listelerin yok edilmesi emrini verdi. Ne var ki, bu arada imha edilmeyen listelerin bir bölümü İspanyol arşivlerine girebildi”.

Politikanın ya da kaderin bir ironisi olsa gerek, İsrail’in o yıllardaki Başbakanı Golda Meir, yolladığı mektupta, Soykırım boyunca ülkesindeki Yahudileri koruduğu(!) için General Franco’ya teşekkür ediyordu...

Bir İspanyol yazarın, savaş yıllarıyla ilgili sözleri de oldukça düşündürücü: “Geçen savaşta Yahudilerin tutumu düşünüldüğünde, İspanyol hükümetinin bu savaştaki ‘Anti-Judio’ girişimleri anlayışla karşılanmalıdır. Buna rağmen, Nasyonalist İspanya, 1940’ta Himmler’in Madrid’i istilasından önce binlerce Yahudi sığınmacıyı kurtarmıştır...”* 

1942’de Yahudi cemaatinin tüm kurumları ve sinagoglar kapatıldı. Alman kuvvetlerinin Fransa’ya girmeye başladıkları dönemde çok sayıda Yahudi, çoğunlukla ‘Résistance’ın yardımları ve kaçak olarak İspanya’ya girdiler. Hiç bir şekilde pasaport, vize kontrolleri yapılmadı.

Savaş sonrası, gözlemciler eldeki kanıt ve belgelere dayanarak bazı iddialarda bulundular. Onlara göre, Hitler’in kısa zamanda zafer kazanma şansı olsaydı, Franco Almanya’nın yanında savaşa girecekti. Günümüzde, bu iddiaları destekler nitelikte arşivlerin su yüzüne çıktığını biliyoruz.

Savaşın sonunu izleyen yıllar Franco için oldukça sıkıntılı bir dönem. Öyle ki, bir süre batı ülkelerinin en çok nefret edilen lideri oldu. Birleşmiş Milletler Örgütü İspanyol hükümetiyle ilişkisini kesti. 1948’den itibaren Franco ile Batı arasındaki ilişkilerin düzelme yoluna girdiğini görüyoruz. 1953’te ABD ile İspanya, on yıl süreli bir askeri yardım anlaşması imzalandı. Uluslararası pozisyonu iyileşmekte olan Franco, 1950-60 yılları arasında daha liberal bir iç politika uygulamaya başladı.

Örneğin, o dönem başında Madrid’de bir sinagog açıldı. 1959’da İspanya-Yahudi ilişkileri açısından çok önemli bir etkinlik, “Sefarad Bibliografya Dünyası” ile ilgili ‘üniversal’ bir sergi açıldı. Avrupa, Asya, Afrika ve Amerika’daki Yahudi cemaatleri, el yazıları, kitaplar, resimler, gravürler ve çeşitli sanatsal objeler ve eserlerle katıldılar. Bunlar arasında, Cordoba, Toledo, Gerona Sinagogları ile Amsterdam’daki Büyük Sinagog’un gravürleri gibi eşsiz sanat eserleri vardı. Böylesine zengin bir Sefarad kültürü koleksiyonunun halka tanıtılması ilk kez oluyordu. Eserler, Paris, İstanbul, Kudüs ve Amsterdam’daki ‘Hispano- Judio’ merkezlerince yollanmıştı.     

Sergide 15. yüzyıl öncesinden dokümanlar, Maimonides, Abravanel, Aben Ezra gibi ünlü Yahudi bilgeleri ve düşünürlerin yazıları, sinagog rituelleri, etnoloji, felsefe, tıp ve folklorla ilgili eserler tanıtılıyordu. Hispano-İbrani klasiklerinin yanı sıra, tarih, sanat, edebiyat ya da Romansero ile ilgili daha modern yayınlar da sergide yer alıyordu. Denebilir ki, beş asır boyunca korunabilen Hispano-Judia kültürü etkileyici bir şekilde sergilenme fırsatını buluyordu.

1972’de yayınlanan ‘The Spanish Jews’ kitabından o dönemle ilgili bir kaç cümle: “1940 yılında kurulan ‘Instituto Arias Montana C.S.I.C’ günümüzde de etnografya, felsefe ve edebiyat konularında İbrani dokümanları araştırmayı ve ‘Sepharad’ dergisinin yayınını sürdürüyor. 20.000 cilt kapasitesine ulaşan kütüphanesine dünyanın her yanından çeşitli dergiler, kitaplar geliyor... Yakın geçmişte Toledo’nun ünlü El Transito Sinagogu’nda bir Sefarad Müzesi açılmış bulunuyor. Böylece İspanya, atalarının toprağının lisan ve kültürünü dünyamızın değişik köşelerine götürmüş olan Sefaradlara minnetle cevap veriyor...”

1970’lerin başlarında yazılan bu ifadelerin yorumunu yapabilmek için sanırım, ‘günümüzde, yani 21. yüzyılın ilk çeyreğinde hangi noktadayız?’ sorusuna yanıt bulmamız gerekebilir. General Franco’nun 1969’da Juan Carlos’u tahtın varisi ilan etmesi, uzun bir aradan sonra tekrar kraliyet sistemine geçileceğinin işareti gibiydi. 13. Alfonso’nun torunu olan Juan Carlos, 1975 yılından bu yana İspanya Krallık tahtında oturmaktadır.

‘Judeo-Espanyol mirasını’ korumayı amaç edinmiş bir kurum, ‘La Casa de Sefarad’ 2009 başında İsrail’de temsil edilmeye başladı. Merkezi Cordoba’da olan kurumun yöneticilerinden Sebastian de la Obra ve Rosana de Aza’ya göre: “Yahudiliğin izini sürmek, somut bir unsur olup İspanya’da ya da dışardaki, Sefarad elementleri teşhis etmeyi, onların geri kazanımlarını ve korumayı sağlamaktadır. Ladino’nun kullanımını canlandırmak nerdeyse olanaksız. Ama hâlâ tüm canlılığını koruyan ve Sefarad edebiyatında, gastronomisinde, müziğinde, geleneklerinde yaşayan çok zengin bir ‘kültür mirası’ var.”

Gelecekte İspanya-Sefarad ilişkileri nasıl olur? Osmanlı-Türk-Sefarad Kültürünü Araştırma Derneği Başkanı Karen Şarhon iki yıl önce, Uriel Macias Kapon’a “Geleceği nasıl görüyorsun?” diye sormuştu. İspanya Yahudi Cemaatleri’nin sözcüsü olan Kapon’a göre: “İspanya’da Sefardi olgusuna, somut olarak da, Judeo-Espanyol lisanına yönelik yoğun bir ilgi var. Ama ne var ki, bu lisanı konuşan yok. Belki bir, iki yaşlı, Yunanistan veya Türkiye’den getirdikleri Ladino’dan bir kaç söz ya da deyim anımsıyordur. Bildiğim kadarıyla, bu lisanı konuşmak için bir araya gelen gruplar olduğunu da sanmıyorum. Bizlerin yapması gereken, araştırmacıların, profesörlerin geliştirdikleri bu kültürün su yüzüne çıkmasını ve yayılmasını sağlamaktır. Geleceği mi sordun? Bugünkünün aynı...”

26-30 Ekim 2009 tarihleri arasında, Casa de Sefarad Madrid’de, Balkanlar ve Doğu Akdeniz ülkelerinde yaşayan Sefarad cemaatlerinin katıldığı ‘Sefardies del Oriente’ toplantısını tertipledi. Türkiye Sefaradlarını, o dönemin Cemaat Başkanı Silvyo Ovadya, Sefarad Kültürünü Araştırma Derneği Başkanı Karen Şarhon ve Hahambaşılık Sekreteri Yusuf Altıntaş temsil etti.

Toledo Belediye Başkanı konuşmasında, İspanya’nın geçmişte Yahudilere ‘üvey evlat’ muamelesi yaptığını kabul ederek, ekledi: “Buna rağmen onlar, kültürlerini korudular. Şimdi, ‘Ev’lerine dönüp, karşılıklı sevgiyi yenilemenin zamanı.” İspanya Dışişleri Bakanı da buna benzer ifadeler kullandığı söylemini: “Bundan böyle, Sefaradların başımızın üstünde yeri var” sözleriyle bitirdi. Karen Şarhon bu etkinliği “İspanya Balkan Sefaradlarına kollarını açıyor” başlığıyla kaleme almıştı. (El Amaneser No. 57)

* Burada “geçen Savaş” olarak sözü edilen, İspanya İç Savaşı. C.D