Ravel’den hüzünlü gözler

Avram VENTURA Köşe Yazısı
10 Kasım 2010 Çarşamba

“İşte bizim bu öykümüzü anlatmak istiyorum size. Bir aşk öyküsü bu: Benim Rosie’ye sevgimin, Anthony’nin bana iniş çıkışlı aşkının, Patrick’in kimseye âşık olamayışının öyküsü. Birahanedeki aynalara bakarken, görüntülerimizin arkasında, bizim onlara bir şeyler anlatmamızı bekleyen başka insanlar varmış gibi gelmişti bana. Yoksa Patrick’in Adar’a acımasızca söyledikleri miydi acaba beni geçmişe götüren?”

Bu sözler, İsrail’li yazar Edeet Ravel’in, Hüzünlü Gözler romanının ilk sayfalarında yer alıyor. Bu yazarı hiç tanımıyordum. Bir arkadaşım önermese, yüzlercesinin arasında, adına bakarak bu kitaba hiç elimi sürmeyebilirdim; ama iyi ki okumuşum.

Ravel bu romanını bir aşk öyküsü diye tanıtıyor; oysa ben, satırlar arasına sıkıştırılmış, beni kışkırtan kimi sözlerin etkisinde, farklı duygu ve düşüncelerle bu kitabı okudum.

Romanın kahramanları, Nazi kamplarından kurtulan, ancak o günlerden bu yana sürekli kanayan yaraları taşıyanların çocukları. Her zaman onlar için kaygılılar, ama ne yazık ki çocuklarını korumak istedikleri ölçüde, kendilerinden uzaklaşıyorlar. Bir de dile getirmeye korktukları benzer olaylar, bir kez daha yaşanabilir kaygısı… Nitekim şu sıradan sözler bile, bir mıh gibi beyinlerine saplanmış bu korkuyu açıklıkla anlatıyor:

“Annem Yahudi olmanın getirdiği zorluklardan usanmıştı. Ya onlar yine gelirse?”

Roman boyunca, kahramanı Maya’nın annesi, yaşadığı maddesel olanaksızlıklara karşı elinden geldiğince zorluklara direniyor, bunun için çaba harcıyor. Kitabın son sayfalarına geldiğimizde, yıllar boyu Almanya’dan düzenli olarak gelen savaş tazminatlarına, kadının hiç el sürmediğini, bunun bir kandırmaca olduğunu düşündüğünü okuyoruz. Öyle ki, o paraları dolara çevirmek için bankaya giderse, bankonun arkasında bekleyen üniformalı Nazilerin kendisini tutuklayacağından korkuyor!

İkinci kuşak diyebileceğimiz bu insanların çocuklarının, mutlu bir yaşamları olduğunu söyleyemeyiz. Kimi içine kapanık, kimi başkaldıran, kimi psikolojik sorunlarla boğuşan, kimi de uyuşturuculara sığınarak yaşama sırtını dönenler… Ne denli anne babalar, yıllar içinde birer karabasana dönüşmüş anılarından onları uzak tutmaya çalışsalar da, gerçekler en olmadık zamanda karşılarına çıkıyor, yaşamlarını karartıyor.

Bu anılar, romanın akışını bozmadan, satır aralarında kendini duyumsatsa da, yazar sevgiyi, dostluğu, paylaşılan kimi değerleri öne çıkartarak kitabın büyük bir keyifle okunmasını sağlıyor.

Maya, yaşadığı tüm deneyimlerin sorunda, içtenlikle şunu söylüyor:

“Bildiğim başka bir şey de gençlikte, yol arkadaşlarımızla neleri paylaştığımızı hiç anlamadığımız, dost bulmanın çok kolay olduğunu sandığımızdır. Bunu ancak sonradan insanlar birbirinden koptuktan sonra, artık arkadaşlarımızı her istediğimizde göremediğimiz, yerlerini dolduracak kimseyi bulamadığımız zaman anlıyoruz.”

İster maddesel, isterse tinsel değerler olsun, yitirdiklerimizin arkasından hayıflanmak boşuna!.. Ne yazık ki olumsuz bir deneyim yaşamadan da, bu gerçeğin farkına varamıyoruz.

Ravel bu romanıyla, hem keyifli bir okuma olanağı sağlıyor hem de düşüncelerimizi kışkırtıyor.