Tati’ye saygı duruşu

Sessiz sinema geleneğinin eşsiz temsilcisi Jacques Tati’nin 50 yıl önce yazmış olduğu bir senaryoya dayanan film, yüreklere seslenen, sarsıcı, melankoli içeren bir baba-kız öyküsü anlatıyor.

Viktor APALAÇİ
10 Kasım 2010 Çarşamba

Hemen hiç konuşma içermeyen, kapkaranlık senaryoyu Sylvain Chomet, kadın-erkek ilişkileri, yalnızlık, eskiyle yeninin çatışması, değişen dünyanın acımasızlığı temaları eşliğinde anlatıyor. Bu yüreklere seslenen, kişisel, sakin, içe dönük, hayatın acımasız gerçeklerini gözlere seren film, aşk, dostluk, merhamet üzerine ilginç şeyler söylüyor

47 yaşındaki canlandırma yönetmeni, Sylvain Chomet, sessiz sinema geleneğinin eşsiz temsilcisi Jacques Tati’nin, 1956’da kaleme aldığı bir senaryodan yola çıkarak yaptığı “Sihirbaz / L’Illusioniste” ile hüzünlü, renkli, duygu yüklü bir kent masalı anlatıyor.

Fransız sinemasının Charlie Chaplin’i, Buster Keaton’u sayılan Jacques Tati, sadece altı filmden oluşan kariyerinde yarattığı Mösyö Hulot karakteriyle sinema dünyasında derin bir iz bırakmıştı.

Çevresiyle ve modern dünyayla uyumsuzluk yaşayan, sakarlığı ve yarattığı kaotik durumlarla izleyiciyi güldüren Tati’nin asıl adı Jacques Tatischeff idi. Alman annesi ve Rus aristokrasisine mensup babasıyla Paris’te lüks bir hayat yaşadı.

Kendisi gibi akciğer kanserinden hayatını kaybeden kızı Sylvie, 50 yıl çekmecede bekleyen “Sihirbaz” senaryosunu, ölümünden önce, animasyon ustası Sylvain Chomet’ye emanet etti.

Oscar adayı “Belleville’de Randevu /Les Triplettes de Belville” ile bizleri büyüleyen Chomet, ayrıntılarla süslü, müthiş bir melankoli barındıran, zengin karakterli, Jeunnet-Caro ikilisini hatırlatan atmosferdeki filmiyle yeteneğini kanıtlamıştı.

Hemen hiç konuşma içermeyen, sarsıcı, hüzünlü, kapkaranlık öykülü senaryoyu ustalıkla sinemaya uyarlayan Chomet, adeta melankolinin dibine vuruyor.

Tati’nin vizyonu, duyarlılığı ve yarattığı dünya ile benzer ortak noktalara sahip olan Chomet, “Sihirbaz”da duygu ve hüzün yüklü bir baba-kız ilişkisi anlatıyor.

MODASI GEÇMİŞ BİR SİHİRBAZ

Yalnızlığı ile sivrilen karakterleri işlemedeki benzersiz hüneriyle, 6 filmle Fransız popüler kültürünün temel taşlarından biri olmayı başarmış Tati, modası geçmiş bir sihirbazın İskoçya’daki bir adada, Alice adlı yeniyetme bir oda hizmetçisiyle kurduğu dostluk ilişkisini anlatıyor.

Şapkasından tavşan çıkaran kahramanımız Tatischeff mesleğinin ölmek üzere olduğunun bilincindedir. 1950’lerde Edinburg’da rock’n roll’un doğusuna tanık olduğumuz filmde, İskoçya’ya iş aramak için gelen Tatischeff’in bir otelde çalışan Alice’de, beklenmedik biçimde sevgiyi bulduğuna tanık oluruz.

Hayata yeni atılan, meraklı bir genç kız olan Alice, bedbaht, yaşlı illüzyoniste yalnızlığını unutttur. Bu manevi baba-kız mutluluk tablosu yaşlı adamı yaşama bağlarken, Alice de rüyalarını süsleyen beyaz prense rastlayınca, öykümüz mutlu sonla noktalanır.

Eskiyle yeninin çatışması, değişen dünyanın acımasızlığı, yalnızlık, kadın-erkek ilişkileri temalarını Chomet ustalıkla işliyor. Tati’nin, ölümsüz, ince, zarif, komik Mösye Hulot silueti, Chomet’nin kendine özgü tiplemeleri ve yoğun anlatım dili, insancıl yaklaşımı “Sihirbaz”ın öne çıkan özellikleri.

Bu, yüreklere seslenen, kişisel, sakin, içe dönük, hayatın acımasız gerçeklerini gözlere seren film, aşk, dostluk, merhamet üzerine ilginç şeyler söylüyor.

“Belleville’de Randevu” kadar çarpıcı ve başarılı olmasa da, “Sihirbaz” hüzünlü “ayakta kalma” konulu filmler zincirine başarılı bir halka olarak katılıyor.

ORGAN NAKLİ MAFYASI

Kuzeye özgü kara mizahın İzlandalı temsilcisi Balthasar Kormakur, ülkesi dışında çektiği ilk film olan “Nefes Nefese / İnhale”de organ nakli mafyasını otopsi masasına yatırıyor. Ender görülen bir hastalığa yakalanan kızlarını kurtarmak için çabalayan, Los Angelos Bölge Savcısı Paul Chaney ve karısının soluksuz izlenen öyküsü, dram-aksiyon-gerilim türlerini harmanlayan kalıplar içinde anlatılıyor.

Her iki ciğerinin birden değiştirilmesi gereken ve organ nakli için beklerken, genç kızın durumu gitgide kötülemektedir. Paul kızını kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır. Tanıdığı Amerikalı bir politikacının Meksikalı bir doktor sayesinde yasadışı yollardan organ nakli yaptırarak hayatta kalması, Paul’u yasaları çiğnemeye yöneltir. Kendisini Meksika’nın en karanlık işlerinin döndüğü yer altı dünyasında bulan Paul, yalnızcı kızını değil, kendini de kurtarmalıdır.

Christian Escaria’nın kısa hikayesinden yola çıkan, Walter Dotty – John Chaplin’in yazdığı senaryo, devletin görmezden geldiği yasadışı organ nakli sorununu ahlaki yönden sorguluyor. Fakir insanları öldürerek organlarını çalıp, bunları zenginlere satan “beyaz mafya” doktorlarının cüretini izlerken tüylerimiz diken diken oluyor. Meksika’nın ABD sınırındaki Tijuana’da eli kanlı organ mafyası ve ilaç tekelleriyle başı belada olan Amerikalı cesur savcının bir gerilimli polisiye temposunda başlayan film, acılı anne, çaresiz kızı ve onlara yardım etmek için kıvranan bir kadın doktor ile duygusal ve ailevi maceraya dönüşüyor.

Organ ihtiyacının sadece yüzde 10’unun karşılanabildiğini, yılda 15.000 kişinin organları alınmak üzere ameliyat edildiğini, jenerik yazılarından öğreniyoruz. Bu yarı belgesel havasındaki film bizlere, “kızının sağlığı uğruna yasadışı yöntemler başvurur musunuz?” sorusunu sorarken, finalinde bir sokak çocuğunun hayatının varlıklı bir aile çocuğunun hayatı kadar değerli olup olmadığı sorusuna etik bir cevap veriyor.

Çaresiz baba rolünde Dermot Mulroney kariyerinin en başarılı kompozisyonu çiziyor. Anne’de Diane Kruger, gizemli doktorda Vincent Perez, yardımsever doktorda Rosanna Arguette, yasadışı organ nakli yaptıran valide Sam Shepard, oyuncu kadrosunun başarısına ortak oluyorlar. “101 Reykjavik”, “Bataklık” ve “Cennete Kısa Bir Yolculuk”tan tanıdığımız Baltasar Kormakur, ülkesi dışında çektiği bu ilk filmde insancıl ve evrensel konularda da iddialı oludğunu kanıtlıyor.