Sıradan bir soru

Avram VENTURA Köşe Yazısı
27 Ekim 2010 Çarşamba

Sorular yalnızca düşündürmüyor! Kimi zaman korkutuyor, sorguluyor, yargılıyor…  Yaşantımızı, başkalarıyla olan ilişkilerimizi, görüşlerimizi, inançlarımızı yeniden gözden geçirmek zorunda bırakıyor.

Kimi sorular acımasız, bazen de yaralayıcı olabilirken, kimi de yaratıcı yanımızı kışkırtarak yeni açılımlara sürükleyebiliyor. Daha da önemlisi bu sorular olmasa, insanlık bu günkü hızlı gelişimini gösterebilir miydi, kuşkuluyum.

Boston’daki Harvard Üniversite’sinden Marc Hauser, yeryüzünde 300.000’den çok insana bir soru soruyor. İçlerinde her inançta, her yaşta, her sosyal düzeyde, her tür eğitimi almış ya da hiç eğitimi olmayan insan yer alıyor. Soru şöyle:

- Tümüyle kontrolden çıkmış bir vagon rayların üstünde çalışan beş işçinin üstüne doğru son hızla gidiyor. Siz makasın yanında bulunuyorsunuz. Makası sağa çevirerek bu beş kişinin yaşamını kurtarabilirsiniz; ancak vagon sağa döndüğünde, yine bir demiryolu işçisine çarpma durumunda kalıyor. Ne yapardınız?

Hauser, yanıt vermeden okuyucudan, ikinci bir sorunun üstünde düşünmesini istiyor:

- Yine kontrolden çıkmış bir vagon var ve yine rayların üstünde beş işçi duruyor. Bu kez makasın yanında değil demiryolunun üstünde bir köprüde bulunuyorsunuz. Tren son hızla geliyor, onu durdurmak için rayların üstüne atabileceğiniz bir şey arıyorsunuz. Yanınızda alçak korkuluklara dayanan, şişman bir adam duruyor. Tek yapacağınız, onu aşağı itmek. Bu şekilde beş işçiyi kurtarabilirsiniz.

Hauser, birinci soruya gelen yanıtlarda, nerdeyse herkesin beş adamı kurtarmak için makası çevireceğini, ikinci soruda ise yanıtlardan altıda birinin şişman adamı aşağı itebileceğini öğreniyor. Bu sonuçları da şöyle yorumluyor:

Makası çevirip çevirmemek ya da adamı köprüden atıp atmamak; her iki durumda da sonuç değişmiyor. Bir adam ölüyor, diğer beşi kurtuluyor! Ancak arada küçük bir fark var: Bu eylemin içinde olan kişi, birinde aktif olarak ölümüne neden oluyor, diğerinde ise pasif olarak sorumlu. İlkinde beş kişinin yaşamını kurtarsa bile, bir kişiyi doğrudan öldürmüş oluyor. Ayrıca ikincisinde, bir insanı iterken, onun bedenine dokunarak psikolojik açıdan cinayet işlemiş duygusuna kapılıyor. Bunu şöyle de açıklayabiliriz: Birini öldürmek için düğmeye basmak, birinin kalbine bıçak saplamaktan daha külfetsiz gelir. Acımasız bir davranış ne kadar soyutsa, bu eylemi yapan kişiye o kadar kolay görünür.

Bakınız, sıradan bir soru insana neleri düşündürtüyor!

Bu tür bir soruyla karşı karşıya kaldıktan sonra ben, erdemsel ilkeleri, duygu ve düşünceleriyle aynı kişi olarak yaşantımı sürdürebilir miyim?

Yanıtım ne olursa olsun, bu güne değin savunduğum erdemlerle birlikte, başka insanlara karşı olan sorumluluğumu, belki yeniden gözden geçirmem gerekecektir.