Portekiz’de yoğunlaşan AB’nin puslu havası

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
27 Ocak 2011 Perşembe

Anglo-Sakson ekonomistlerin ülke baş harflerini birleştirerek PIGS (Domuzlar) olarak adlandırdıkları Portekiz, İrlanda-İtalya, Yunanistan ve İspanya’da hüküm süren ve tüm Euro Bölgesi’ni etkisi altına alan puslu hava, Yunanistan ve İrlanda’dan sonra birliğin zayıf halkası Portekiz’de yoğunlaşmış durumda.

Avrupa Birliği, 1 Mayıs 2004’de üyeliğe kabul edilen Estonya, Macaristan, Güney Kıbrıs, Lituanya, Malta, Polonya, Letonya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovenya’nın ‘birliğe katılmalarını özümleme’ sürecinin son sancılarını yaşamakta. Bundan zarar gören ülkelerden biri de Portekiz. Bu sürece global krizin olumsuzlukları ve küresel güç dengelerinin yer değişimleri eklenince AB ve Portekiz’in işi oldukça zorlaştı.

Bilindiği gibi Portekiz ortak para birimi Euro’ya geçeceğini açıklayan ilk ülkelerden biri idi. Aceleci davranmıştı. Ekonomik alt yapısı buna hazır değildi. Ülkedeki faiz oranları diğer üye ülkelerin üzerinde seyretmekteydi. Spekülatör ve yatırımcılar bu fırsatı hiç vakit kaybetmeden değerlendirmişler, düşük faizli para birimleri ile borçlanarak Portekiz’de kısa ve orta vadeli fırsatlara yönelmişlerdi. Portekiz bankaları da bu akıma ayak uydurmuşlar, iç piyasa oranlarından çok daha düşük faizlerle yurt dışından borçlanarak elde ettikleri fonları kendi para birimlerine çevirerek iç piyasada ucuz kredi patlamasına yol açmışlardı. Sonuç kendini göstermekte gecikmemişti. Ucuz kredi ile borçlanan kurum ve bireylerin sürdürülmesi mümkün olmayan aşırı yatırımlara yönelmeleri, bir taraftan gayrimenkul fiyatlarının rekor düzeyde yükselmesine, diğer taraftan da faiz oranlarının diğer üye ülkelerin seviyesine düşmesine yol açmıştı.

Doksanlı yıllarda Avrupa’nın en ucuz işgücü platformu olma özelliğini İspanya’dan devralan Portekiz için artık yeni ve zorlu bir dönem başlamıştı. Avrupa Birliği’nin genişlemesi yangına körük tutmuştu. Portekiz’de ortalama ücret 800 Euro iken, Bulgaristan’da 100, Çek Cumhuriyeti’nde 300, Slovenya’da 350 Euro seviyelerinde idi. Ulus-ötesi şirketler ve yatırımcılar için Portekiz artık cazip bir yatırım ülkesi olmaktan çıkmıştı. Bu ülkelerin sağladığı daha ucuz işgücü ve vergi avantajlarından faydalanmak için şirketler kapanmaya ve Portekiz’i terk etmeye başlamışlardı. Serbest düşüş başlamış, kriz daha da derinleşmişti.

Verilere göre iki binli yılların başlarında yüzde 4 civarında olan işsizlik, 2010 sonlarında yüzde 12’yi aşmış bulunmakta. Bazı finans çevrelerinde bu oranın yüzde 15-16’lara varacağı telaffuz edilmekte. İstatistiklere göre işsizlikten en çok etkilenen kesim 25-35 yaş arasındaki erkek nüfus. Her yıl üniversitelerden mezun olanlarla birlikte bu kesimdeki işsizlik hızla artan bir ivme göstermekte. Nitelikli işgücünün oran içindeki yüksek payı tüm ülkeyi etkilemekte ve sosyal patlamaların yaşanmasına yol açmakta.

Euro karşıtı Anglo-sakson ekonomistler bu durumu ortak para birimi Euro’ya geçişin sonucu olarak açıklasalar da, asıl nedenin Portekiz’in değişen küresel konumundan kaynaklandığı görülmekte. Libération’dan Jean Quatremer’in haberine göre Portekiz hükümet yetkilileri, ülkelerindeki ekonomik durumunun daha önce 110 milyar Euro yardım alan Yunanistan ve 85 milyar Euro yardım alan İrlanda’dan farklı olduğunu düşünmekteler. Portekiz’in bütçe açığının ve borçlarının bu ülkelerden daha düşük olduğunu, varlık balonu olmadığını ve bankalarının güçlü olduğunu savunmaktalar. 2005’ten beri Portekiz Başbakanı olan sosyalist José Sócrates, sorulan bir soru üzerine ülkesinin mali durumu hakkında duyulan güvensizlikten rahatsızlığını şöyle ifade etmekte: “Birileri bana ülkemin ekonomik durumunun neden diğer ülkelerden daha kaygı verici olduğunu anlatabilmeli. Global krizden etkilenen diğer ülkelerle aynı çizgideyiz. Rakamlara bakalım: Kamu açığımız, 2009’da GSMH’mızın %9,3’üne ulaştı. 2007’de bu oran %2,6 idi. %6,7 oranındaki bu değişim çok önemliymiş gibi gösteriliyor. Hiç kimse G20 ülkelerinin ortalama açıklarının aynı oranda gerçekleştiğini dikkate bile almıyor. Borçlanma oranlarımızda da durum diğer ülkelerden farklı değil. 2007’de GSMH’nın %63,5 idi. Bugün %76,1 e ulaşmış durumda. Euro bölgesinin ortalaması olan %78,2’den daha düşük, G20 ülkelerinin ortalaması olan %75,1’den biraz daha yüksek!”

Portekiz geçtiğimiz günlerde iki tahvil ihracıyla toplamda 1,25 milyar Euro tutarında başarılı bir borçlanma gerçekleştirdi. 2014 itfalı tahvil ihracında Ekim ayında % 4,041 olarak belirlenen getiri % 5,396 olarak gerçekleşti. 2020 itfalı tahvil ihracında ise Kasım ayında % 6,8 olan getiri bu kez % 6,716’ya düştü. Talebin satışı karşılama oranı 2020 itfalı ihalede 3,2 - 2014 itfalı ihalede ise 2,6 oldu. İhale, Portekiz’in, Yunanistan ve İrlanda gibi kurtarma yardımına ihtiyaç duyup duymayacağı konusunda gösterge olarak görülüyordu. Kamu Borçlanma Kurumu bu yüksek talebin Portekiz’in teklif ettiğinin iki katından fazla tahvil ihraç edebileceği anlamını taşıdığını bildirdi. Kısacası Portekiz’in borçlanmadaki başarısı ve talebin % 80’inin yabancılardan gelmiş olması kötümser havayı biraz olsun dağıtmakta.  

Portekizli ekonomistler için ise durum bu denli basit değil. Ekonominin resesyona girmemesi için,  alınan sıkı ekonomik tedbirlerin dış yardımla desteklenmesinden yana görüş bildirmekteler.  Uluslararası finans uzmanlarına göre de Portekiz bu yıl içinde bir uluslararası kurtarma planı istemek zorunda kalacak. O kadar ki, Financial Times Deutchland’a göre AB Komisyonu ve Avrupa Finansal İstikrar Fonu gerektiğinde zaman kaybetmeden Portekiz’e sunulmak üzere 100 milyar Euroluk bir kredi anlaşmasının ön hazırlıklarını tamamlamış bulunmaktalar.

Euronews’tan Michel Dos Santos’un özetlediği gibi “Portekizlileri zor bir sene bekliyor. Kemer sıkma yönünde daha fazla önlem alınması söz konusu değil. Portekizlilerin dillere destan sakinliklerinin, sokaklardaki gürültü ve karmaşaya tekrar hakim olup olamayacağını zaman gösterecek.”

Portekiz çok önemli!

Başarısızlığının AB’ye etkileri, Yunanistan ve İrlanda kadar sınırlı kalmayacak. Zihinlerde oluşan ve bir türlü dillendirilemeyen soru şu:

Puslu hava patlarsa, bir zamanların güçlü batı ülkelerinin bir ‘birlik’ hayali ile çıktıkları ve 53 yıldır bir türlü tamamlamayı beceremedikleri “AB hayaline yolculuk”, ardında tüm güçlerini yitirmiş ülke kalıntıları bırakarak sona mı erecek?