Bir insan hakları kuramcısı Dr. Henriette Dahan Kalev

Gençlik dönemlerinden itibaren İsrail’de düzenlenen her protesto yürüyüşüne katılarak insan haklarının korunması yönünde mücadele veren Dr. Henriette Dahan Kalev, Aşkenaz/Sefarad ayrımcılığına, kadın haklarının ihlaline, Filistinlilere ait bazı arazilerin işgaline karşı, hem bir aktivist hem de danışman olarak mücadelesini sürdürüyor.

Nelly BAROKAS Kültür
12 Ocak 2011 Çarşamba

Ben-Gurion Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Henriette Dahan Kalev, Sabancı Üniversitesi’nde bir konferans vermek üzere ülkemize geldi. Fas’ta doğan Dr. Henriette Dahan Kalev ailesi ile İsrail’e göç ettiğinde iki yaşındaydı. Ailenin göçmenliği, göçmen kamplarının çadırlarında, zor koşullarda, aşağılanarak başladı. Anne ve babası Fas’ta Alliance mezunu, eğitimli, batı kültürüne sahip ancak Yahudi geleneklerine bağlı kişilerdi. Henriette kendi ayakları üzerinde durmayı küçük yaşta öğrendi. Yaşamının her aşamasında kadın olmasından dolayı bazı hedeflere varmak için erkeklerden daha fazla mücadele etmesi gerektiğinin bilincine vardı. Dr. Kalev’le konferansının ardından söyleşme fırsatı bulduk.

‘Gender Eğitim Projesi’ nedir?

Geliştirdiğim ‘Gender Projesi’ eğitimini, üç yıl kadar önce Ben-Gurion Üniversitesi’nin önerisi ile Siyasal ve Sosyal Bilimler Bölümü’nde açtım. Eğitim programında kadınlar kadar erkekler de bu kapsam içinde incelenmekte; kadınların konumu, yönetim kademelerinde yer alıp almadıkları gibi sorular ile ailede görev paylaşımı, ekonomik paylaşım türünden erkek kadın arasındaki ilişkiler, ayrıca kadınların seks yaşamı, eşcinsellerin sorunlarına ilişkin yakın zamana dek ele alınmayan konular irdeleniyor. Şimdi bu programda master ve PHD eğitimi yapılıyor. Bu bölüm ilk mezunlarını veriyor.  Ben bu eğitim programının başını çeken kişi olarak uluslararası platformlarda destek ve bilimsel alanda fikir alışverişleri arayışındayım.

Siz insan hakları alanında da oldukça etkinsiniz. Bu alandaki girişimlerinizden söz eder misiniz?

Doktora tezimi protesto konusunda yaptım. Bu çalışmamda İsrail’deki protesto olaylarını ve bu olayların ülke demokrasisine etkilerini araştırdım. İfade özgürlüğü ile örgütlenme özgürlüğü ilgimi çekti. Çok önemli bir sonuca vardım: İsrail-Filistin anlaşmazlığına ilişkin protestolar yasaldı ve bu mücadeleye girişenler İsrail’in kentsoylu kesimine ait kişilerdi. Eğitim sistemindeki veya ekonomideki ayırımcılığa karşı düzenlenen sosyal içerikli protestolar yasal olmuyor ve bu protestoları düzenleyenler yoksul kişilerden oluşuyordu. Araştırdığım zaman, İsrail-Filistin anlaşmazlığına ilişkin politik protestoların İsrail’in ulusal birliğine gölge düşürmediğini gördüm. Ayrımcılığa uğrayan doğu ülkelerinden göç etmiş Yahudilerin, örneğin Kuzey Afrika Yahudilerinin başlattığı ‘Kara Panterler’in başkaldırısı ise, halk tarafından ulusal birliğin parçalanması olarak algılandı.

Okullardaki tarih kitaplarında batı ülkelerindeki Siyonizm’e yer verilirken, doğu ülkelerindeki Yahudi toplumlarının tarihi hiç yer almaz. Aşkenaz ve aynı zamanda Sefarad tarih ve kültürü eğitimini verecek beş okul kuruldu, ancak hepsi kapandı, sadece Kudüs’teki açık kaldı.

Çalışmalarınızı kuramsal alandan uygulamaya dönüştürdünüz mü?

‘Keşet’ adı altında doğu kökenli yurttaşların demokratik haklarını savunan bir sivil toplum örgütünün kurucuları arasında yer aldım. Kurucular Sefarad kökenli akademisyenlerdi. Örneğin bu örgüt toprak alımı konusunda haksızlıklara karşı yasal yollardan mücadele etti ve konuyu yüksek mahkemeye taşıdı. Genellikle Aşkenazlar’ın kurduğu kibutzlara toprak verilerek birçok teşvik tanındığı halde, doğulu Yahudilerin yerleştirildikleri az gelişmiş bölgelere hiçbir olanak sunulmadı. Sonuçta birkaç yıl önce yüksek mahkeme az gelişmiş bölgeler lehine bir düzenlemeye giderek hüküm verdi.

Yakın zamana dek, uzun yıllar haftada bir İsrail televizyonu 10. Kanalı’nda haber programına siyasi yorumcu olarak katıldım. Televizyonda genellikle taciz, ayrımcılık, çalışma hayatında eşitlik gibi konuları kadın bakış açısından ele aldım.

Zaman zaman Knesset’teki kadın hakları komisyonuna beni danışman olarak davet ederler. Örneğin geçtiğimiz hafta kadınlara tecavüz konusunda bir yasanın hazırlanması çalışmalarına katıldım. İlgilendiğim diğer bir konu ise Filistinlileri insan hakları açısından korumaktır. İsrail’in Filistinlilere ait arazilerinin işgali söz konusu olduğunda buna müdahale etmek üzere oluşturulmuş kuruluşlar var. Biz mağdur kişinin haklarını savunmak üzere olayı yargıya taşıyoruz. Yani vatandaşlık ve insan haklarına ilişkin her türlü konu benim uzmanlık alanım içinde yer almakta.

Kadın hakları alanındaki çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

İsrail’de birçok kadın kuruluşu var. Genelde doğulu kadınlar, batılı Aşkenaz kadınlara oranla mağdur durumdadırlar. ‘Ahoti’ (Kız kardeşim) adlı bir örgüt kurdum. Bu kuruluş doğulu kadının tarihinin eğitim kapsamına alınmasında, onların yaratıcılığa, üretime, kültüre ve ekonomiye katkılarının su yüzüne çıkarılmasında etkin oluyor. Pratikte doğulu yaşlı kadınlarla söyleşiler yapıyor, zengin doğu kültürü ve geleneklerinin değerini vurgulamaya çalışıyoruz. Diğer yandan yoksul kesimlere ulaşıyor, onlara yasal haklarını nasıl aramaları gerektiğini öğretiyoruz.

Çok sayıda kadın derneği, kuruluş aşamasında benim danışmanlığıma başvurmaktadır. Kadınlara karşı şiddet ve taciz olayları ile mücadele eden kuruluşlara danışmanlık yapmaktayım. Son zamanlarda kadınlar bu kuruluşların çatısı altında örgütlenerek,  maruz kaldıkları şiddetle mücadele etme gücünü buluyorlar.

Danışmanlık yaptığım diğer bir oluşum da ordudur. Ordu kadınlar ile erkekler arasında ayrımcılığın çok sık rastlandığı bir kurumdur. Bu ayırım, kadının erkek kadar yükselememesi veya cinsel tacize uğrayıp bunu açığa çıkaramaması şeklinde kendini gösteriyor. Açığa çıkarması durumunda kadın ordudan uzaklaştırılır. Biz bu tür mağduriyetlerin önlenebilmesi için çözümler üretmekteyiz.

Günümüzde bazı eşcinsel kadınlar hemcinsleri ile yaşamayı tercih ediyorlar. Veya bazı kadınlar cinsiyetlerinden sıyrılıp erkek olarak benimsenmeyi yeğliyorlar. Bu tür kişilerin yasalar karşısındaki haklarını belirlemenin ve cinsel özgürlüklerini kısıtlamadan yaşamalarını kolaylaştırmanın çözümlerini arıyoruz. Üniversitede bu konularda konferanslar verilmesine olanak sağlıyoruz.

Sabancı Üniversitesi’nde verdiğiniz konferansın konusu neydi?

Bugüne dek göç ve sonuçları üzerine yapılan araştırmalarda göçün kadın ve erkek arasındaki ilişkilere etkisi pek araştırılmadı. Araştırmam sonucunda doğudan bir batı ülkesine göç eden erkeğin, ana vatanında sahip olduğu gücü, aile ve toplumdaki baskın kişiliğini yitirdiği, oysa kadının batı ülkesinde eğitim görme, çalışma, sosyal hayata katılma gibi eskiden sahip olmadığı özgürlüklere kavuştuğu gerçeği ortaya çıktı. Birlikte göç ettikleri halde erkek gücünü kaybedip mutsuz oluyor, kadın ise güç kazanıp mutlu oluyor. Bunun sonucu olarak erkek şiddete yönleniyor. Kadın kalmaya karar verirse kocasının zoru ile eve kapanıyor dine yöneliyor. Eğitim görüp çalışmayı seçtiğinde ufku genişliyor, çağdaşlığa yöneliyor. Arada açılan uçurum sonucunda evde babası veya eşinden şiddet görüyor, ya da cinayete kurban gidiyor. Bu konu Türklerin Almanya’ya ve Fransa’ya göçlerinde sıkça rastlanan sosyal bir gerçek olduğu için konferansım çok ilgi ile karşılandı.

İnsan hakları konusunda mücadelenizi danışmanlık yapıyorsunuz. Geçmişte bu mücadeleyi sokakta da bir aktivist olarak götürdünüz mü?

Bir aktivist olarak kadınları örgütlemek, protesto hareketlerini düzenlemek benim görevimdi. ‘Kara Panterler’in başkaldırısına katıldığımda henüz 16 yaşımdaydım. Daha sonra da, yıllarca insan haklarının söz konusu olduğu her protesto yürüyüşünde ben vardım. Araştırmalarım ve deneyimlerim sonucunda insan hakları konusunda uzmanlaşınca mücadelemi danışmanlıkla sürdürmeye başladım.